Metot bilgisi ve Erdoğan’ın “Güncellemesi”

Sayın Cumhurbaşkanı’nın “bunlar İslam’ın güncellemesi gerektiğini bilmeyecek kadar aciz” çıkışının ardından esen fırtına malum. “Bunu bilmeyen acizlerin” şiddetli eleştirileri bir yana, muhalefet de bunu kasıtlı olarak bir yerlere çekmekten geri durmadı.

Cumhurbaşkanının “acizler” diye nitelediği kesimin bunu şiddetle eleştirmesi anlaşılabilir bir durum da; bu, siyaset üstü değerlendirilmesi gereken sözleri muhalefetin yani siyasetçilerin oraya buraya çekmesi hakikaten komik. Üstelik bunu yapan CHP olunca daha da bir komik oluyor. Zira bu kesimin yani siyasetçilerin az buçuk okumuş kesim olmasını bekleriz değil mi? Mesela Erdoğan’ın bunu söylerken, Kur’anı Kerim’i ve ayetleri kastetmiş olması mümkün değilken, ayetler değiştirilmez diye bir karşı atak geliştirmek için hayli cahil olmak lazım. Bir hayli de kasıtlı.

Okumuş kesim diye özellikle vurguluyorum çünkü bu noktada metot bilgisi önem kazanıyor. Bu kesimin tarihi bir olayda da güncel bir meselede de sebep-sonuç ilişkisini, kronolojiyi, gelişen olaylardaki süreci takip etmesi beklenir. Özellikle bu mesele şimdi cereyan ediyorsa ve biz bunun arka planını, sebeplerini biliyorsak, “güncelleme” sözündeki kastı şıp diye anlamamız gerekir değil mi? Kendimden örnek vereyim. Benim şahsi bağlamda kırmızıçizgilerim, dokunulmazlarım vardır. Vatanım, bayrağım, dinim bu minvalde başta gelir. Bunlara yönelik herhangi bir tehdit algıladığımda karşımdakinin kim olduğuna bakmaksızın tepkimi ortaya koyarım. Anı anına yaşadım Erdoğan’ın sözlerinin haber bültenlerine düştüğü o dakikaları. Karşıma Anadolu Ajansı’nın bülteni çıktığında o anda ekran başındaydım. Aynen başlık buydu; “bunlar İslam’ın güncellenmesi gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz.” Haberin içeriğini bile okumadım ve sosyal medyadan bu sözlere verdiğim ilk tepki şuydu: “Sayın Cumhurbaşkanım, Sizin bu söylediğiniz söz o kadar derin ve nitelikli ki. Korkarım bunu da anlamayacaklar. Fakat bu sözünüz bir devrimdir. Tıpkı Mısır'da yapmış olduğunuz o efsane konuşma gibi. Bir kez daha teşekkürler.” Çünkü bu açıklamayı yapacağını bilmeden saniyeler önce şu yorumda bulunmuştum. “Sayın Cumhurbaşkanım; hakikatte İslam ve Müslüman aleyhdarı, birlik ve beraberlik düşmanı, hoca görünümlü, lüzumsuz konular uzmanı boşboğazlara haddini bildirdiğiniz için size bir Türk vatandaşı olarak sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Oyun böyle bozulur.” Çünkü Sayın Cumhurbaşkanı bir gün öncesinde de bu kesime hayli mühim ve eleştirel göndermelerde bulunmuştu. Bunun için teşekkür ediyordum ki, bu haber düştü önüme. İşte, anında da bu sözlere bu refleksle ve teşekkür ederek tepki verdim. Bu sözleri ayetlerin güncellemesi olarak algılasam ve bunu İslam’a yönelik bir tehdit olarak görsem bu tepkiyi verir miydim? Söyledim, kırmızıçizgilerimden biri de dinim. Öyleyse niçin daha saniyesinde bu tepkiyi vereyim? Çünkü ne demek istediğini leb demeden de rahatlıkla anlayabilecek kapasitedeydim. Çünkü ben sebep-sonuç, kronoloji, süreç bilgisine sahiptim. Hatta bunun ilerisinde daha saniyesinde “Korkarım bunu da anlamayacaklar” diye yorumda bulunarak ileriye de gönderme yapabilmiştim. Çünkü Sayın Cumhurbaşkanının aslında ne dediğini anında anlayacak kabiliyetimin olmasının yanı sıra verilecek tepkileri de avucumun içi gibi biliyordum. Ki yanılmadım. Beklenen tepkiler beklenen yerlerden gelmekte gecikmedi.

Demek ki metot bilgisi sadece tarihi mevzularda şart değildi. Günü yorumlayabilmek için de gerekliydi bu. Zira Sayın Cumhurbaşkanının haklı isyanında, bu noktaya gelmesinde izlenen bir süreç vardı. Malum kesim af buyurun ağız ishali olmuş gibi susmuyordu. Bir şey diyorlardı. Ona şaşırıp, düzeltmeye çalışırken, İslam bu değil, bu güzel dini böyle göstermeyin diye mütedeyyin insanlar çırpınırken bir bakıyordunuz daha beter bir açıklama (ya da fetva) başkasından geliyordu. Millet zaten isyan noktasına gelmişti ki Sayın Cumhurbaşkanı bu hislere tercüman oldu. Haklı bir isyanı dile getirdi. Çünkü gerçek İslam bu değildi. Çağın ve dönemin şartları vardı, Kur’an ve Sünnet ışığında “içtihat” kapısının kapanmaması gibi Allah’ın bize sunduğu bir rahmet vardı. Güncelleme bu bağlamda “içtihad” diye okunmalıydı. Şimdi izlenen bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanının o sözleri “sonuç” olarak değerlendirilip, sebeplerin ne olduğuna bakılmalı değil miydi? Hayır. Bazıları öyle yapmadı ve metot bilgisi gerektiren şeyleri ya kasıtlı olarak ya da bilmeden göz ardı ettiler. Sadece sonuca odaklandılar. Oysa aynı isyanları onlar da dile getiriyorlardı, üstelik bilhassa muhalefet “işte AKP sizi böyle bir dünyaya sürüklüyor” diye bu fetvaları kullandıkça kullanıyordu. O zaman niye destek olmadılar Sayın Cumhurbaşkanına? Dediğim gibi ya metot bilmiyorlar, süreçten bihaberler ya da kasıtlı yapıyorlar.

Şimdi bu noktada şu soruyu sorarak bu konuyu burada bitirmek istiyorum. “Güncel, birebir, gözümüzün önünde cereyan eden meselelerde, sebep-sonuç ilişkisine, kronolojiye, sürece bakmadan kasıtlı olarak meseleleri oraya buraya çekenler, tarihsel konularda neler yapmaz?” Demek ki bu tür yaklaşımların sağı-solu yok. Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi, namuslu ve namussuzu var.

….

Kadınlar ben sizi tanımıyorum. Siz kadınsanız biz neyiz?

Kadınlar günü dolayısıyla bazı kadınlar sokağa çıktılar biliyorsunuz. Çıksınlar. Kimi halay çekti, kimi çeşitli pankartlarla kendilerince protestolarda bulundular. Buraya kadar tamam. Fakat sosyal medyada karşıma çıkan o görüntüler neydi öyle? HDP ağırlıklı gösterilerdi bunlar. Olsun. Orası sorun değil. Sorun bu kadınların limiti. Üstelik bunları bir solcu yazar kritik etmiş. Ve aynen şu minvalde sözlerle tepki vermiş: “Laiklik leşlik değildir!”

Şöyle bir baktım, niye böyle demiş diye. İnanın midem kaldırmadı. Bu nasıl bir iğrençliktir Ya Rabbi? Elbette buraya almayacağım o pankartlarda yazılanları. Çünkü öyle böyle iğrenç değil. Ve hatta pornografi. Kadınlar (elbette bütün kadınları kastetmiyorum, marjinal bir grup bunlar) bu gidiş nereye? Kadınlıkla alakanız kalmamış yahu. Kızdığınız erkek olmuşsunuz her biriniz. Erkeksi küfürler, lağım gibi bir ağız, erkeksi hareketler (kibar erkekleri tenzih ederim, magandalar diyelim), yani kusura bakmayın sizi gece yarısı yolda görsem bir erkekten korktuğumdan daha çok korkarım sizden. “İmdattt” diye koşarak, size karşı sığınabileceğim bir erkek ararım etrafta. Çünkü siz, bugün eleştirdiğimiz maganda, kaba, şiddeti benimsemiş erkeklerden daha betersiniz. Verdiğiniz mesaj bu çünkü: “Elimize bir fırsat geçsin erkeksiz bir toplum inşa ederiz.” Mantık olarak ne farkınız var o zaman bunu diyen erkeklerden? Onların da hayali kadınsız bir toplum değil mi?

Seneye unutmayalım da biz kadınlar olarak size karşı da açıklamalarda bulunalım. Bizi bunlardan korusun devlet diye hükümete çağrıda bulunalım. O pornografik, salyalarını akıtan sınır tanımaz üslup her şeyi yaptırır size. İma ettiğiniz şeyler hem çok çirkin hem de kadınların böyle beklentileri var gibi göstermeniz dolayısıyla diğer kadınlar için de tehlike. Ayrıca haya perdesinin sonuna kadar yırtılmasının “özgürlük”le de, kadına şiddetin azalması noktasında da, temel haklar konusunda eşit olmak konusunda da hiçbir ilgisi yoktur. Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Bütün hakları cinselliğe (daha fazlasını yazmaya edebim müsaade etmiyor) indirgemenin neresi kadın hakkı? Gerçekten çok can yakan toplumsal sorunlardan mağdur kadınların haklarını inkar etmek değil mi bu? Hem de yine sözde kadınlar(!) tarafından. Ar damarını bekaretle karıştırmayın ayrıca. Ar damarı insanın bilhassa da kadının fıtratındadır. Süsüdür, letafetidir, kadınlığın mihenk taşıdır.

İlaveten, ar damarının her dilde her kavramda anlamı aynıdır. Laiklik ve sekülerizmde de. Ki siz laikliğin yanından bile geçemezsiniz. Muhterem doğru tespit etmiş, bu laiklik değil. Siz leşsiniz!

Önceki ve Sonraki Yazılar