İNANÇ YILAN
Avrupa’nın alt-üst savaşları!
2.Dünya Savaşı biteli 71 sene oldu. Bu süreçte Avrupa Birliği kuruldu, Almanya birleşti ve Sovyetler Birliği dağıldı. Ancak Avrupa içinde ki mücadele asıl şimdi yeniden başlıyor. Ortak ve sınırsız Avrupa hayaliyle ya da “Havucuyla” oyalanan Batılılar, aslında ne menem bir tuzağa düştüklerini yavaş yavaş anlıyorlar. Almanya’nın öncülüğünde ki Ari Irk, yüz yılların hayalini gerçekleştirerek Avrupa Krallığının yönetimini hem de üye ülkelerin büyük mutluluğuyla ele geçirdi.
Uzun yıllar kendilerine ait olmayan paranın sağladığı refahla yaşayan Alt Avrupa (İtalya, Portekiz, İspanya, Yunanistan ve dahi Balkan Ülkeleri), şimdi bunun bedelini çok sert kemer sıkma politikalarıyla ödüyorlar. Yunanistan bu şoktan Sosyalist (Aleksis Çipras /2015 – Günümüz) hükümet tercihiyle çıkmağa çalıştıysa da hemencecik terbiye edilerek uslu uslu kabul buyurdular “Kriter” adı altındaki dayatmaları. Unuttukları şeyse Üst Avrupa’nın bu kriterlere hazırlığının çok öncesinden başladığıydı.
Henüz üye olmayan, büyük ihtimallede olamayacağı aşikar Türkiye ise puslu dağın arkasından gelen şen şakrak şarkıları dinlerken AB havucunun büyüsüne öylesine kaptırmıştı ki kendisini, üye olur olmaz bütün sorunlarının çözüleceği hayaliyle bitip tükenmek bilmeyen engellerin olduğu bir Amok Koşusuna girdiğini hala anlayamadı. Gerçi şimdiler de ŞİO için nabız yoklasa da onunda AB gibi hiç bir soruna çözüm olmayacağı aşikar ama gelin görün ki Rus-Çin ikilisinin yalancı kabadayılığının büyüsüne girmişler için çekiciliği had safhada...
Almanya önümüzdeki 20 yılda –eğer geriye AB diye birşey kalırsa tabii– muhtemelen birliği tamamen yutacak. İngiltere bir kaçış histerisini andıran Brexit kozunu sahaya sürmüşsede kendi içinde ki çelişkisini çok çabuk okudu Almanya ve kıl payı çıkan sonucu pekte dikkate almadı. Zaten AB’nin bugününü, çok daha önce gören Charles de Gaulle’ün İngiltere’nin üyeliğini iki kez veto etmesi (1963-1967). Ayrıca pek konuşulmayan bir sorunu daha var İngiltere’nin ve bu yüzden de aslında referandum sonucunu meclisine götüremiyor. İrlanda ve Galler’in önceki yıllarda yapılan referandumlarda Birleşik Krallığa bağlı kalmalarını sağlayan en güçlü argümandı AB üyeliği ve Brexit sonucunun daha doğrusu son referandumun en sert karşılığını İskoçlar verdi (62 kalalım, 38 çıkalım). Sadece bu sonuç dahi ileride olası bir Birleşik Krallıkla tamam mı devam mı referandumu durumunda sonucu kestirmemize yardımcı oluyor.
Büyük Abla olarak geçinen Fransa ise iş bu ahval ve şeriat içinde ki en şaşkın ülke... Alt ile Üst arasında sıkışarak nerede olduğunu hala anlayamadıklarından olsa gerek Milliyetçilik Şovanizmiyle günü kurtarıyorlar. Her ne kadar bu fanatik politikalar Göçmen/Mülteci karşıtı üzerinden okunsa da içerde ve dışarda, kazın ayağı hiçte öyle değil. Fransa dahil Alttakiler, yanı başlarından yürüyerek uzaklaşan Üstün (Almanya, İsviçre, İsveç, Danimarka ve Hollanda), uzun yıllardır korudukları Yüksek Refah Hayalini de yanlarında götürdüklerini geçte olsa fark etti. Elbette ki öfkelerini yabancılardan alacaklar, tıpkı Nazi Almanyasında olduğu gibi bütün suçu Göçmen/Mülteci kavramıyla özdeşleştirip, sorumlu olarakta Angela Markel – Recep Tayyip Erdoğan ikilisini turarak.
Giderek budanan sosyal devlet hizmetleri, çöküşün eşiğindeki sanayileri derken büyük bir çiftlik ve tatil yeri olmaktan öteye gidemeyen Alttakiler için zaman giderek daralırken, yüksek sesle dillendirilen Almanya’nın Euro’dan çıkış fantezileri de gerçeklerle örtüşmüyor. Kısacası Ortak Pazar günümüzde Ortak Dehşete dönüştü. Herkes bu işin içinde olmak istiyor ama ballı kaymağı hep üsttekiler götürüyor.
Türkiye ise bir süre daha idare eder, Avrupa Halklarını oyalayacak korku filmi senaryosu olarak. Ne de olsa laik veya antilaik olması Avrupa için hiç bir zaman sorun teşkil etmedi, sadece hangi halde olursa olsun Ön Asya’da (Anadolu) kalması onların umurundaydı. Yani buradan kaçıp, Avrupa’ya sığınan “Söz de Diktatör Mağdurları” masalı da artık kabak tadı veriyor, birlik kamuoyu için.
Ayrıca AB liderlerinin bütün kaotik açıklamalarına karşılık Türkiye en azından şimdi ki haliyle onlar için çok önemli. Olası bir göçmen akını durumunda Yunanistan başta olmak üzere Birlik sınırlarının kolayca Hallaç Pamuğuna döneceğini adları gibi biliyorlar. Yani taciz amaçlı saldırılarını saymazsak Erdoğan ne isterse yapmak zorundalar. Örneğin şuan süregelen Rusya – Türkiye İran üçlüsünün Suriye görüşmelerine çomak sokmamaları da iş bu sebepten ötürüdür. Yoksa bir yerde masa kurulacak ve AB ülkeleri o masaya kurulmayacak, tarihte görülmemiştir.
Yüz bin mültecide bile dikenli tel örgü paniğine kapılan Macaristan ve ötekiler, bir mültecinin Anadolu üzerinden Avrupa’ya yürümesi durumunda girecekleri şokun hiç bir şeye benzemeyeceğini adları gibi biliyorlar. Zaten yüz yıllardır ana vatanlarından koparık getirdikleri ve bugün vatandaşları dahi olsalar bile toplumdaşları haline getiremedikleri Radikalleri (Cihatçılar) durdurabilmek için hala mantıklı bir çözümleri yok. En fazla dile getirdikleri Türkiye’ye “Neden Suriye’ye gitmelerine izin veriyorsun” oluyor ki, bu kadar aptalca bir çıkış asla anlaşılır değildir. Türkiye seyehat etme özgürlüğü olan bir ülke ve sınır kapılarında niyet okuyarak giriş – çıkış yapanlara engel olamaz, olduğu zamanda malumunuz kıyamet kopuyor! Batılılar yıllarca dışladıklarının, Suriye’de ki ruh hastalarıyla (DAEŞ) kuracağı diyaloğu kesmenin tek yolunun Türkiye’nin transit ülke olmasının engellenmesi üzerine kurduğu içindir ki Belçika, Fransa ve Almanya sürekli İntihar Saldırılarına maruz kalıyor. Gerçekçi ve ortak çözüm aramak yerine buna devam ettikleri ve Ortadoğuya silah satışını sürdürdükleri sürece yaşananların değişmesi de pek olası değil.
Kaldı ki Üst Avrupa’nın tek derdi olası sınırların Göçmen/Mülteci iddiasıyla tekrar kurulması. Çünkü birliğin içinde Üst Avrupa ülkelerince De facto kurulan Süper Avrupa Birliği’nin en son görmek istediği şey sınır. Macar Gazetecinin sınırı geçmeğe çalışan Mülteci Babaya attığı çelme aslında Avrupa’nın geldiği son noktayıda gösteriyordu. O çelme, Üste karşı Alt Avrupa’nın son hamlesiydi.
Şimdi Elmalı Şeker’in bir türlü şeker kısmını aşamayan Alt için masada iki seçenek var. Ya şekeri yalamaya devam edip elmayı ısıracakları günün hayaliyle bitmek tükenmek bilmeyen şartlara uyum sağlayacaklar ya da Birliği terk ederek Ulus devlete geri dönecekler. Ne ilki ne de ikincisinin mümkün olmadığı bir paradoksun içinde mucize bekleyen Katolik Radikaller gibi sürekli bir ışık arıyorlar. Peki bu ışık göze görünür mü?
Şimdilik zor. Çin’in düşük profilli, çok büyümeli, ucuza üretmeli ama her ne hikmetse sosyalist kalabilmeli şeklinde absürd bir şekilde yorumlayabileceğimiz devlet modeli ile pek mümkün değil. Asya’da sabah akşam kargaşa çıkarma sebepleri de, akşamdan sabaha bitip tükenmek bilmeyen Kuzey Kore masalları da aslında Çin’e mesaj verme kaygılarından ileri geliyor. Bütün bunlara ek olarak Trump eğer Transatlantik Ticaret Anlaşmasını iptal ederse bu AB için topyekün bir yıkım demektir, sonuçta bu anlaşma kapsamında AB ekonomisinin 100 milyar euro büyüyeceği tahmin ediliyor.
Birde şu açıdan bakmak lazım tabi, bu anlaşma onaylanırsa Türkiye, Çin, Hindistan, Rusya, Japonya, Meksika, Kanada, Brezilya ve Avustralya hapı yutacaklar. Son saydığım ülkeler bu hususta Trump’a ya dua edecekler ya da bol bol beddua... Türkiye bu anlaşmaya karşı olduğunu defaatle açıkladığı için herkes tavrını biliyor. Hele ki küresel sermayenin akşamdan sabaha Farbrika gezdirdiği dünyanın günümüz gerçekleri düşünüldüğünde, Transatlantik ticaretin ne menem bir tehlike olduğu herkesçe malumdur.
AB’nin Göçmen/Mülteci sorununa gelince. Azınlıklara saygı masallarıyla yıllarca güzelleme yapan ve bize hesap soran Avrupa’nın azınlık karnesi hiçte temiz değildir. Zaten kartposttalardan gördükleri ışıl ışıl Avrupa başkentleri hayalinin çok çabuk kabusa dönüştüğünü gidenler acı da olsa tecrübe ettiler.
Ve gelelim fasulyenin faydalarına... Avrupa Birliğine üyeliğimiz hususunda sağcısı, solcusu, dindarı veya ateisti git gel bakış açısıyla bir karara varmakta zorlanıyorlar. Güncel iktidar sahipleri de muhalefetin sola yakın kısmıda uzun dönem birliğin hayaliyle epey bir demo izlettirdiler halka, ancak herkesin bildiği acı gerçeği ben açıklayayım, üyelik imkansız. Nedeni fazlasıyla sıralarım da bir tane örnek yeterde artar bile... Birlik ile Türkiye’nin terör tanımı asla örtüşmüyor, örtüşmeyecek.
Niye Avrupa’da terör örgütü yok mu? Bal gibi var, ama orada hiç bir sınırın ötesinde Kandil, El Bab veya benzeri kaotik bölge yok. Hadi bunu da geçelim, acı gerçek çok daha öte... Malumunuz yıllarca terörün çözümünde Ira ve Eta örnekleri verildi. Eta sadece İspanya’nın değil Bask Bölgesinin tamamını istiyordu. Ki bu Fransanın Güney Batısı da demek oluyorken, Ira ise sadece İngiltere için değil Anglikan kilisesinin bir nevi yol göstericisi olan Protestanlığında karşıtı idi. Şimdi bu iki örgütü, ezberlerin dışında, Avrupa için okuduğumuz da terör örgütleriyle ne ölçüde ve ne kadar sorun yaşadığımızı, pek tabi yalnızlığımızı daha iyi görürüz. Yani bir ülkede ki sorun ve çözüm, bir başka ülkede hiçbir işe yaramaz. Ahanda işte DAEŞ/IŞİD örneğinde olduğu gibi, onların kinin adı IŞİD, bizimkinin adı DAEŞ. Sorun, yorum farklı, haliye bir çözüm bulunamadı.
Ha-a asıl ilginç olansa güncelde gizli. 15 temmuzda kendi ordumuz içine sızmış teröristlerin kalkıştığı darbe de bizi bombalayan pilotları düşünün, bir de iç savaşı çözümeleyemeyediklerinde kendi şehirlerini Alman – İtalyan Hava Kuvvetlerine bombalatan İspanyol Milliyetçilerini... 26 Nisan 1937’de yaptırılan bu katliamın meşhur resmini de (Guernica) Picaso çizmiştir.
Ne diyordu Jose Ortega y Gasset; “...Edindiği yaşam deneyimleri insanın geleceğini daraltır. İlerde ne olacağını bilmesek de ne olmayacağını biliriz. Geçmişimizi göz önüne alarak yaşarız biz... İnsanın Doğası Yoktur, Tarihi vardır”... (Sistem Olarak Tarih – s.39)
Epey uzun bir yazı oldu ama olsun, ne zamandır kendi içimize boğulup kalmıştık, azıcık dışarı çıkıp hava aldık, fena mı oldu!