ZEHRA BETÜL ÖZSEÇER

ZEHRA BETÜL ÖZSEÇER

BİRİLERİNİN MENFAATLERİ VE BİZİM KORKULARIMIZ

 

Korku yalan doğurur/Fyodor Dostovyewski

Korkunun hakim olduğu günlerde korku üzerine düşünecek bolca vaktimiz oldu. Korktuğumuz şeyi düşünmek de korkuyu düşünmek değil miydi sonuçta? Aynı duyguyu yaratsa da; birinde korku sende hüküm sürerken diğerinde ise sen korkuna hakim oluyordun sadece. Aynı anlama gelen kelimelerin oluşturduğu muazzam bu uçurum, incecik biz çizgi üzerinde beliriyordu hayatlarımızda. Bu ince çizgi üzerinde gidip geldiğimiz günler de; yaşanılanlar yüzünden, hayatın yavaşladığını düşünürken, aslında bir akıntının seline kapıldığımızı fark etmemiz gerekmiyor mu gerçekten? Etrafımıza baktığımızda hiçbir şey yavaşlamadı, sadece akıntının içinde olduğumuz için etrafımızda olanlarla daha az ilgilenir olduk. Bu ilgisizlik ise bizde hayatın yavaşladığına dair bir imaj oluşturdu. Akıntının içine çekilmiş olmamız, hayatı, bir bütün olarak hızlandırmamakta ve hatta o akıntının zaten biz dışındayken de orada olduğunu düşünürsek, hayatın bütününde de çok da sandığımız kadar olağan dışı etkisi olmamakta aslında. O zaman korkumuzun içinden çıkıp çıplak gözle dünyaya bakmanın zamanı gelmiştir.

Gandi der ki “korku işe yarayabilir ama korkaklık hiçbir işe yaramaz.” Gandi belki bu durumu kişilerin kendi bireysel hayatları bazında değerlendirmiştir ama ben toplumsal alana da bu değerlendirmeyi taşımak istiyorum ve diyorum ki korkularımız bizim işimize yarayabilir ama korkaklığımız başkalarının işine yarar. Bunu savımı bir örnekle netleştirmek istiyorum.

Bütün dünyada sanki haber değeri taşıyan tek konu varmış gibi sadece sayılarla günlerimizi geçirdiğimiz gündemler inşa ediliyor. Yepyeni süslü kelimeler hayatımızın derinliklerine yerleştiriliyor. Bu gündemin üzerimizde yarattığı etki istisnasız korku yada en yakın duygulardan biri olan ürperti oluyor. Bu duygunun karşılığında bizlerden beklenen; daha dikkatli ve temkinli olmamız, kişisel hayatlarımız için önlemler almamız. Sanırım bu noktaya kadar korkularımız ile toplumsal bir hareketin kontrol altında tutulmasına çalışılıyor. Sonuçta duygularımızın; bizlerin hayatında etkili olduğu gibi toplumsal hayatta da etkileri var ve bu etkiler kesinlikle kullanılabilir bir boyut kazanabilir.

Korku öyle bir duygu ki; bireysel hayatımızda önlemler almamızı sağlarken, aşırıya gittiği zaman ve başka duygularla desteklendiğinde beklenilenin tam aksi bir tepki vermemizi de sağlar. Çaresizlik ve dolayısıyla güvensizlik duyguları ile desteklendiğinde olabilecekleri yakın zamanda yaşadık veya farklı şehirlerden yani daha uzaktan gözlemledik son dönemlerde. Aslında belki de yaşanabileceklerin bir demosuydu tüm bu yaşanılanlar. Yani kısacası; tehlike olarak algıladığımız duruma kendimizi düşüncesizce attığımız saatler geçirdik ülkece. Tehlike olarak gördüğümüz noktaya resmen akın akın bir saldırıda bulunduk. Somutlaştırmak gerekirse Sokağa çıkma yasağının ilk ortaya çıktığı geceden bahsediyorum. Yasağını duyduğumuz anda; eğitim durumu, ekonomik durum göz etmeksizin çeşitli bahanelerle kendimizi sokağa attık. Dahası yetmiyormuş gibi, gayet bir birey olarak almamız gereken, alabilecek yeterliliğe sahip olduğumuz bir kararı aldığımız için de başkalarını suçlamaktan imtina etmedik. Neydi bizi bu noktaya getiren?

Buradan gerisini hayal edelim. Bireye, çeşitli kanallarla sürekli yavaş yavaş bir güvensizlik enjekte edildiğini düşünelim. Geleceği ile ilgili güvensizlik, söylemleri ile ilgili güvensizlik. daha da somutlaştırmak gerekirse, hepimizin eline geçmiş olan çeşitli ses kayıtları ve video görüntüleri vardı. Felaket senaryoları yazılan. sokaklarda titreyerek ölen insanlar, hastanelerde yerlerde yatan hastalar vs. bu senoryalar bireyde bir güvensizlik hissi oluşturmak için yeterliydi. Verilen sayılara karşı güvensizlik, sağlık çalışanlarına karşı güvensizlik vs. vs. Bu süreç içerisinde diyelim ki sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ve farz edelim bu yasağı sürekli isteyen, ciddi bir oy almış bir siyasi hemen yasağın ardından, sokağa çıkma yasağı ilan edilir edilmez, sosyal medya üzerinden bir açıklama yaptı. "Ne yapacağımızı bilmiyoruz, devlet bize hiçbir açıklama yapmadı" ve bu video sosyal medyada çok hızla yayıldı. Hepimizin evlerine girdi.

Burada örnek olayımız iki şekilde yorumlanabilirdi. Birincisi ki kendi yorumum da bu şekildedir. Nasıl bir devlet adamı bu durumda ne yapacağını bilmez diye şaşırmak. Çünkü bizim gibi küçük şehirlerde bile insanlar nasıl hareket etmesi gerekitğini bilir. En az 1 aydır beklenen duruma karşı bu denli hazırlıksız yakalanmak,insanların hayaline bile sığmaz diye düşünmek. İkinci yorum ise; “O” bile ne yapacağını bilmiyorsa biz ne yapacağız diye düşünmek. İkincisi yorumdaki güvensizlik ne denli ortada aslında ama bazılarınca bunu yorumlamak çok zor oluyor elbette. Belki de; yasağın hemen ardından yayınlanan o görüntülerdeki asıl amaç işe yarar oranda güvensizlik yaratmaktı. Bu güvensizlik hissi insanları özgür iradeleri ile kendilerini ve yakınlarını tehlikenin içine atması için yeterliydi. Üstelik çaresizlik görüntüsünden dolayı kimse bu güvensizlik hissini yaratanları suçlamayamazdı. Ama bu his o gece yüzbinleri sokağa çıkarabilirdi ve çıkardı. Bu da onca zaman verilen bir emeği boşa çıkamak için yeterli adımdı. Çünkü kimileri başarılarını bir başkalarının başarısızlıkları üzerine inşa ederler.

Dedik ya korku insanları kontrol altında tutmak için iyi bir yöntemdir. Ama sınır aşıldığında mucizeler veya felaketler doğurabilir. İşte tam da bu yüzden korkularımızın kontrolünü elimize almamız gerekmektedir çünkü birilerinin menfaatleri bizlerin korkuları ile birleşince ortalığa ciddi bir kaos çıkabilir. Peki bu hikayedeki yalan nerede gizli? Kendimize söylediğimiz doğrularımızı bir elekten geçirmenin zamanı gelmedi mi?

Korkularımızın korkaklığa dönmediği günlerde yeniden buluşmak dileği ile sözlerime de ünlü komutan Napolyon Bonapart’ın bir sözü ile son vermek istiyorum. İnsanları harekete geçirmek için iki manivela vardır menfaat ve korku.

Saygılar hürmetle...

Önceki ve Sonraki Yazılar