NUR SÜMEYRA
CUMHURİYET KİMİN?
Öznel bir ifade kullanacağım ve “bizler” diyeceğim. Ezilenleri kastederken tabi ki. Her ne kadar bu “bizler” ifadesine kendimi de katıp, aslında bazı durumlarda tam tersi davransam da.
Bizler, memleketimizi söylerken bile imtina ederiz. Deriz ki “……… ama doğma büyüme Ankaralı, İstanbullu, İzmirliyim”. O ama’dan önce zikrettiğimiz Kastamonu, Amasya, Tokat, Erzincan, Urfa veya herhangi bir Anadolu ilini ön plana çıkarmak istemeyiz. Bu yüzden o ama’dan öncesi zaten hükümsüzdür.
Bizler, bunu çoğunlukla şundan yaparız. Hayatımızın bir yerinde mutlaka bize göre daha baskın karakterli bir unsurun “hımmm demek oralısın” türü bir dudak büküşüne şahit olmuşuzdur. Bunu kompleks yaparak ya da oralı olmanın küçültücü bir şey olduğuna kanaat getirerek bir dahaki seferde daha temkinli davranmamız ve koca bir “ama” ifadesini eklememiz bu sebeptendir. Alt metinde “lütfen oralı olduğumu görme ve beni kabullen” mesajı vardır.
Bizler her yere gelebiliriz, devletin zirvesine bile ama o üstenci bakışın etkisinden kurtulamayız. Ve onlara kendimizi kabullendirmeye çalışırız. Bu bakışı umursamayanlar da çıkmıştır mutlaka, ki çıktı, mesela bir Malatyalı, mesela bir Osmaniyeli mesela bir Rizeli mesela bir Sivaslı mesela bir Yalovalı… Fakat bu onların üstenci bakıştan kurtulduğu anlamına gelmez. Hatta bir Ispartalının, hatta çobanlıktan gelen bir Ispartalının bu bakıştan kurtulmak için mason filan olduğu söylentileri bile çıkabilir. Mesela Yalovalı’nın çağrılış biçimi bile farklıdır; “Gel bakalım Muharrem”dir. Aynı kişi bir oturuşta bilmem ne kadar domuz tüketip, terör örgütü mensupları için üzüntülerini belirterek bu bakıştan kurtulur muydu bilmem. Onun bunu yapacağını da sanmam. Sanmadığım için zaten partide etkisizleştirilmeye çalışıyordur.
Bizler ne kadar çağa göre ileri seviyede fikirlere sahip olursak olalım, ne kadar dillendirilmeyeni dillendirerek cesur yaklaşımlar sergilersek sergileyelim ya da teknik bir buluş ortaya koyalım, uçak yapalım, füze fırlatalım, herhangi bir yerimizde –mesela nüfus cüzdanı- dinimiz yazdığı sürece de bu üstenci bakıştan kurtulamayız. Seni denerler, tahammül sınırlarını aşana kadar değerlerine küfrederler ve sonunda patladığında “gördünüz mü bunlar asla evrensel olamazlar” derler. Renan demişti mesela. Renan’ın bu dediğini boşa çıkarmak için Avrupa’dan damızlık getirmeyi planlayanlar bile olmuştu. Neyse.
‘Bizler’e bu üstenci bakış çok yeni değil aslında. Cumhuriyetle de başlamadı. Kökleri çok daha eskiye dayanıyor. Tebaalığımıza kadar yani. Bizler öyle kolay kolay saraya çıkamıyorduk mesela. Bu yol devşirilen çocuklara sonuna kadar açıkken bizlere tarla sürmek, askere iaşe sağlamak düşüyordu çoğunlukla. Bunlar asla kötü işler değil, yanlış anlaşılmasın, sorun öteki yolun kapalı ya da zorlu olmasında. Tamam, o yol yani yönetenler sınıfı bizlere de açıktı ama çok zorluydu. Devşirilen çocuklar kadar kolay değildi yani. Bu devşirilen çocuklar şu yönden de şanslıydı, bir nesil sonra çocukları babadan referanslı olarak yine saraydaydı. Yani İstanbul’da. Bu bakımdan ‘bizler’den saraya çıkanlar tarihte de nadirdendir. İş bu sebeple, İstanbullu olmak işte, tüm bu ayrıcalıkları, tarihten gelen bu kodları da içinde barındırıyordu. Yani bir aşama ileride bizleri Ankaralı olmak da kurtarmıyordu. Çünkü bu sefer de İstanbullu değilsin. Cumhuriyet bu anlayışı ilk başlarda kaldırmaya çalıştı. Şimdi oralara uzun uzun girmeyeceğim, “gel bakalım Muharrem” bu meselenin geldiği yeri gösteriyor zaten. Çünkü Muharrem bir oturuşta bilmem ne kadar domuz yemiyor.
İstanbullu olmanın da bir adım ilerisi ne peki? Tanzimat’la başlayıp, Islahat Fermanı ile işi ileri boyutlara taşıyan Batılı devlet adamları ve aydınları şunu bile diyebilmişti mesela; “Türkleri Avrupa’da (yani birliğinde) görmek isteriz ama Hıristiyan olarak.” Fazla söze gerek var mı? Yani bu olana kadar o üstenci bakışı ortaya çıkaran etkiden kurtulamayacağız. Bu etki de Batı’dır işte. Yani Tuncelili bir beyefendiye bir Yalovalıyı “gel bakalım” diye çağırttıran etki. Bu yüzden o “gel bakalım” ifadesinin altı boş değildir ve bilinçaltında, anlatmaya çalıştığım ve daha anlatamadığım çok şey vardır. Bilhassa bu örnek üzerinden gidiyorum çünkü o asıl etkiden kurtulmak için sol olmanız da yetmez. Bir domuzu bir oturuşta bilmem ne kadar yemeniz ve bunu da fotoğraflarla belgelemeniz gerekir. Bu yüzden işte o domuz yeme meselesi de öylesine, tesadüfen ortaya konmuş bir mesele değildir. “Ama” yoktur ortada belki ama o “ama” olur da düşünülürse diye bütün şüpheleri gidermek adına, o “ama” dan önce söylensin söylenmesin bu şüpheye mahal verecek şeyleri sıfırlama girişimi, beni böyle değerlendirin çırpınışı vardır. Batı için domuz yemek büyük bir ölçüdür çünkü. Çünkü sen bunu yaparak dinini, milliyetini (çünkü bir adet olarak da Türkler tarihte de hiçbir zaman domuz yemedi), değerlerini, sembollerini, duruşunu, tavrını sıfırlıyorsun. Renan’ın dediği kapıdan bilimle giremiyorsun ama domuzla giriyorsun.
Demek ki bizler mesela bir Urfalı mesela bir Erzurumlu mesela bir Vanlı mesela bir Aksaraylı mesela bir Kayserili mesela bir Konyalı mesela bir Antalyalı mesela bir Mersinli mesela bir Manisalı olarak birbirimize düşmekle tarihte de hata ettik şimdi de hata ediyoruz. Bu etkiye maşalık edenleri ve etkiyi besleyen asıl mahfilleri bilmiyoruz. Hem tarihsel boyutunu hem de günümüzü. Bizi ezilenler, ezilmesi gerekenler, mesela bir domuz yiyecek kadar (kişinin kendisinden bağımsız bu örneği veriyorum, zira benim için iyi bir veri ve konu için iyi bir örnek) gözünü karartmamışsa, bu etkinin bakışı altında aynıyız. Biriz yani. İster sol görüşlü ol, ister bilimsel manada ab-ı hayatı yani ölümsüzlüğü bul, ister Mars’a ilk seferi sen düzenle. Bu etkinin sahipleri için aynı ve biriz. Bunu tersine çevirmek için ciddi çaba harcamanız gerekir, yani “ama doğma büyüme İstanbulluyum, Ankaralıyım, İzmirliyim” demek yetmez. Siz aslında Batılı ya da tam manasıyla Batıcı olmalısınız. Ya domuz yediğinizi fotoğraflayacaksınız ya da Kürt ve Alevi birinin sizi öptüğünü(?). Ama illaki belirteceksiniz beni Kürt ve Alevi biri öptü diye. (Bu ayrı bir yazı konusu zira burada da açık bir yaranma var ama bunun açılımı farklı, bu daha çok etkinin, etki ajanlığına soyunup, faşist bir bakışla “bizler”i bölmeyi amaçlıyor.) İsterse o güne kadar seksen tane Alevi Kürt arkadaşınız olsun, fark etmez, bunu bu anlayışla ve sistemli bir amaca hizmet etmek için yapmalısınız.
Görüldüğü gibi devletin zirvesinde de olsanız, ana muhalefet başkanlığına adaylığınızı da koysanız, açık veya gizli bu etkinin aşağılayıcı bakışlarından kurtulamıyorsunuz. İcraatlarınız yanlış olabilir veya o makama uygun olmayabilirsiniz, bunların eleştirisi ayrı bir terminoloji ve kavramlarla yapılır. Fakat bu makamlara gelindiğinde ya da gelinmek istendiğinde Batı’nın diktesi ve –azınlıkta olmakla birlikte son derece etkin- bir grubun etkisiyle bir hücum başlıyorsa ve bu dil sonunda onun temsil ettiği değerlere kadar gidiyorsa ve sonunda bu etkinin istediği isimler aniden bir yere geliyorsa, bu başka bir şey. Buraya iyi ayırt etmek gerekiyor zannımca.
Peki, bu kadar anlattın, çözüm ne? Bunu ifade etmeye bu sayfalar yetmez ama şuradan başlayabiliriz. “Ama filan yok, Erzurumluyum”, “Çankırılıyım aması maması yok”, “Vanlıyım, Tunceliliyim, Manisalıyım.”
“Ama” şurada var:
“Ama ne kadar Çankırılı isem o kadar Vanlıyım, o kadar İstanbulluyum, o kadar Ankaralıyım, o kadar Hakkariliyim. Ne kadar Malatyalı isem o kadar Rizeli, Aydınlı, İzmirli, İstanbullu, Ankaralıyım. Çankırılıyım, Vanlıyım, Diyarbakırlıyım AMA en başta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Ve Cumhuriyet “bizler”in yönetim biçimi. Bu bakışa ya da etkiye sahip olanların değil.”