De facto arkadaşlıklar! De jure durumlar

De facto, yani fiilen demek. Pratikte diye de bilinir. De jure ise karşıt bir kavram olarak türetilmiştir. Kanuna göre, hukuki anlamlarına gelir.      

Bir dönem Türkçe okunuşuyla yani “defakto” diyerek bu kelimeyi 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül çok sık kullanırdı. Kelime ilk kez Türk toplumuna da bu şekilde girdi diyebiliriz. Zira hatırladığım kadarıyla daha önce yaygın değildi. Hoş, hala yaygın değil. Lakin en azından benim gibiler bundan sonra kelimenin anlamının peşine düşmüştür diye düşünüyorum. Kullanmam ve ben fiili demeyi tercih ederim o ayrı.  

Açıkçası 11. Cumhurbaşkanı benim hafızama bir bu kelimeyle yer etmiştir bir de sık sık gittiği İngiltere, Hollanda Kraliyet bahçeleriyle. Bir dönem lalelerle çekilmiş fotoğrafları da hala hafızamdadır.

 Sayın Gül evvelki gün kendisine yönelik tepkilere nasıl karşılık vereceğinin sorulması üzerine şunları dedi; “Polemiğe girmek istemiyorum arkadaşlarla!” Anında söz sosyal medyaya düştü ve aynen şu tepki verildi; “arkadaşlar derken?”

İşte o anda aklıma benim Sayın Gül’ün çokça kullandığı bu kelime geldi ve içimden cevaplayıverdim; “hangi arkadaşlıklar olacak defakto arkadaşlıklar.”

 Yani, pratikte, uygulamada, görüntüde, fiili alanda arkadaşlıklar. Sayın Gül’ün başından beri bilhassa kritik konularda iktidara karşı aldığı tutumu hatıra getirirsek, seküler bir altyapı ile bu mesafeyi defakto arkadaşlık olarak yorumladığı gözlemlenecektir. Kalbi değil yani, fiili. O mesafeyi sair insanlar olarak bizlerin bile hissetmediği söylenebilir mi? Hayır. Öyleyse kelime tam yerine oturuyor: Defakto arkadaşlıklar.

Biraz “de jure” durumlara da bakalım. Neymiş bunlar? Zira Sayın Gül yeniden vurguladı, kanuni bazı uygulamalardan rahatsız olduğunu. Bunu ben bugün söylemiyorum ki dedi. Doğru. Sayın Gül hep bunu söylüyor. Ne diyor? “Gazeteciler tutuksuz yargılansın.” Evvelki gün Şahin Alpay ve Mehmet Altan’ın AYM tarafından serbest bırakılıp yerel mahkemece tekrar tutuklanması üzerine de aynı şeyi söyledi ve “(AYM'nin 'hak ihlali' kararı) Ben cumhurbaşkanı iken ve ayrıldıktan sonra da gazetecilerin tutuksuz yargılanması hem adalet açısından hem Türkiye'nin imajı açısından doğru olduğunu hep söylemişimdir. Bugün de o görüşteyim. Türkiye'nin rahatlaması ve imajıyla, iyileşmesi açısından da hak, hukuk bu konularda yargılama yine devam eder yazarların, çizerlerin, gazetecilerin” açıklamasında bulundu.

Tersinden bakalım. Demek ki adalet açısından bu tutuklamalar doğru değil. Türkiye’nin imajı kötü. Türkiye rahat değil. Bunları bu cümlelerle ifade etse (ki tersinden bakarsak aslında cümleler bu manaya geliyor) işte tam bir muhalefet lideri gibi konuştu dersiniz. Oysa Sayın Gül bir önceki cümlesinde ne demişti? “arkadaşlarla polemiğe girmek istemiyorum.” İyi de bunlar tam bir polemik konusu değil mi? Dünyada ve Türkiye’de bilhassa Fetö ve muhalefetin bir kısmı tarafından böyle olduğunun tartıştırılmaya çalışıldığı ve böyle olduğu algısının yerleştirilmeye çalışıldığı malum değil mi?

Arkadaşlıklar defakto olunca dejure de böyle yorumlanıyor demek ki. Neyse.

O dejure’un karşıt yorumu geldi hemen tabi. Açıkçası haklılık payı da oldukça yüksekti. Denildi ki, gazeteci velev ki ajan, yine de mi tutuksuz yargılanacak? Gazeteci velev ki defakto olarak da bir örgüte katılmış ve tüm virajlara rağmen geri dönmeyi, bundan vazgeçmeyi değil de o örgütle bütünleşmeyi tercih etmiş. Yine de mi tutuksuz yargılanacak? Bu soruların bir kısmı. Diğerlerini de ben sormak istiyorum. OHAL kalksın diyor özetle Sayın Gül. Amenna. Hiçbir demokratik hukuk devletinde böyle bir durum arzulanmaz. Fakat bizim 15 Temmuz’da yaşadığımız neydi? PKK’nın peş peşe patlattığı bombalar neydi? PKK’nın ve siyasi uzantısının Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü parçalamaya azmettiğini açık bir dille beyan ediyor olması neydi? 15 Temmuz’dan muhtemel bir kazanım elde ederek çıksaydı bu Fetö, en az 6 ay sıkıyönetim ilan etmeyecek miydi? (Dikkat buyurun OHAL değil sıkıyönetim. Yani halk da defakto meselenin içinde. Sokağa bile çıkamıyor. OHAL’de vatandaşa yönelik bir durum var mı? Yok.) Fetö binlerce insanı tutuklayıp, hapishanelere göndermeyecek miydi? Üstelik ellerinde bulundurdukları hukuk anlayışının nasıl olduğunu Ergenekon sürecinde gördük. Fetö o dönem gazetecileri hatta genelkurmay başkanını bile hapse yollamadı mı yahu? Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum? Bunlar bunu OHAL’siz yaptı. OHAL’de veya sıkıyönetimde neler yaparlardı, bir düşünmek lazım değil mi? Peki mevcut OHAL’de hükümet ne yapıyor? Vatandaşa durumu yansıtmamaya çalışarak, tüm bu suçları da yapan ve üstüne 15 Temmuz’la tüy diken organize çeteyi bertaraf etmeye çalışıyor. Üstelik bunu hukuk içinde kalarak yapmaya büyük bir özen gösteriyor. Aynı özeni bunlar gösterir miydi? Yahu siz hangi dünyada yaşıyorsunuz? Bunları biz yaşamadık mı? Ne çabuk unuttuk bunları? Şahsi vicdani kanaatime göre, benim de o yaşta birinin (mesela Şahin Alpay) hastalıklarıyla boğuşurken bir gazeteci olarak hapishanede sürünüyor olmasına gönlüm razı olmaz. Buna eminim vicdani bazda düşünürsek Hükümetin hiçbir üyesinin de gönlü razı olmaz. Peki de Sayın Gül ne olur dönün bir kere de o tarafa şu lafı edin; niçin bu noktada hükümete ya da cümleyi daha seküler kuralım niçin kanunlara yardımcı olmuyorsunuz? Niçin hala bu gözü dönmüş örgütün peşinden gidiyorsunuz? Niçin gürül gürül, yedik bir halt, pişmanım demiyorsunuz? Niçin lanet olsun her türlü darbeye demiyorsunuz? Bunları niçin demiyorsunuz? Türkiye’nin imajı ve iyileşmesi mi Sayın Gül? Eğer bunda samimi iseniz inanın bana bu gazetecilerin çıkıp itiraflarda bulunması, yanlış yaptık demesi ve önce milletten özür dileyerek helallik istemeleri Türkiye’nin imajına ve iyileşmesine daha çok katkı sağlar. Bu yüzden çağrınız bir kez de o tarafa olmalı. Bir kez ya, bir kez de bunu yapın ne olur?

Dejure’e devam edersek. Bu benim şahsi kanaatimdir, Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük sınavlarından birini vermekte, en müthiş mücadelelerinden birini sergilemektedir. Yüz yıl önceki bütün gizli anlaşmalar yeniden yürürlüğe konulmak istemiş, bunun için de o dönem verdiğimiz Milli Mücadele yeniden başlamıştır. Durumun en kısa özeti budur. O dönem çıkan Tekalif-i Milliye ne kadar elzemse (İstiklal Mahkemeleri meselesinin özü budur, bir beka mücadelesinde durum bu kadar kritiktir işte) OHAL bunun yanında çok hafif kalmaktadır. Keşke ihtiyaç olmasa. Keşke biz de Norveç gibi bir ülke olsak da, tek meselemiz kışın kuruyan ellerimizi hangi kremle yumuşatırız sorunu olsa. (Keşke kinaye maksatlıdır. Örnek babındadır. Yoksa ırmağının akışına bile ölürüz biz bu ülkenin.) Fakat biz Türkiye’yiz. Zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Dört bir yanımız lafın gelişi değil, defakto düşmanla çevrili. Kalbi olarak dost olanlar mazlumlar, garipler, fakirler. Dünyanın her yerinden. Bunlar paranoya değil. Belgesi de koca bir tarih. Böyle bir durumda bunları bilmezden gelip karnından konuşmak defakto arkadaşlıklara yol açar. Ki böyle bir arkadaşlık anlayışı Türkiye’ye de hakiki manada arkadaş olamaz diye düşünüyorum.

 Dejure konusunda yapılacak en güzel katkı, dönüp mahkumlara seslenmektir. Yeter hem Türkiye’yi hem Türk Milleti’ni mağdur ettiğiniz, hatalarınızla yüzleşin, pişman olun, bu pişmanlığı da dünyaya duyurun ve bu pişmanlıkta samimi olun demektir. Fetö’nün “gül, bahar, çiçek böcek” saçmalıklarına hüngür hüngür ağlıyorsunuz, bir kere de ülkeniz ve ülkenizi düşürdüğünüz durumdan dolayı ağlayın demektir.

Türkiye’nin böyle kritik bir döneminde sorumluluk almak ve devlet adamı olmak bunu gerektirir. Bunun altı ise defakto arkadaşlıklardır. Türkiye’nin ise şu dönemde öncelikle kalbi, samimi dostlara ihtiyacı vardır.

 

        

         

Önceki ve Sonraki Yazılar