ZİHNİ ÇAKIR
DEVİR SUSMA, PES ETME DEVRİ DEĞİL HAKKI TUTUP KALDIRMA AVAZ AVAZ HAYKIRMA DEVRİ!
Uzun zamandır yazmadım/yazamadım…
Kimileri bunu “susturulmak” şeklinde okumuş, kimileri ise “pes etmek”…
Öncelikle altını çizmem gerekirse; bu iki kavramın da benim hayatımda ve meslek anlayışımda yeri yok, asla da olmadı.
Elim kalem tuttuğundan, dilim kaleme döküldüğünden bu yana hep, “Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;/Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam”diye haykırdım ve öyle de yaşadım.
Anlamayanlar, tanımayanlar, ilk kez takip edenler için Milli Şairimiz Mehmet Akif’in;
“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!”
Şeklinde devam eden dizelerini yineleyip onun bu dizelerinin, gazetecilikteki şiarım olduğunun altını bir kez daha çizeyim.
***
Gelelim mevzuya…
Bu ülkede gazetecilik yapmanın zorluğunu anlatmama gerek yok. Hiçbir eksiğiniz yoksa, mesleğin gereklerini yerine getirme noktasında kararlılığınızdan ödün vermiyorsanız, sizi boğacak en acımasız enstrümanı, ekonomik açıdan diz çöktürme hamlesini devreye sokarlar. Reklam verenleriniz tek tek aranır, reklam mecralarınız sabote edilir. İşte bu tür saldırı ve müdahalelerle birlikte bir de şahsıma yönelik FETÖ yöntemlerini aratmayan kumpasa muhatap oldum son dönemde.
Çok düşündüm AVAZTÜRK’ün yayınlarını son vermeyi…
İnternet haberciliği ve sosyal medyadan komple çekilmeyi de bir alternatif olarak masaya yatırdım hatta.
Bu, korkudan yılgınlıktan kaynaklı bir düşünce de değildi asla.
Kendi çektiğim ve çekeceğim zararları ve zulmü zerre hesaba katmadım, benim yüzümden yakınlarımın, sevdiklerimin zarar görmesiydi çekincem.
Ancak; hep derim ya hani, “ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa" diye… İşte bu düsturla, hayatı zindana döndürülmüş masumların kahreden karanlığına ateş böceği kadar da olsa ışık tutabilme ihtimali, bütün çekincelerimi kaldırdı ortadan.
Bu aşkla, bırakın AVAZTÜRK’ü kapatmayı; daha güçlendirilmiş bir ekiple yola devam etmek için girişimlere başladım.
Sosyal medya hesaplarım için de aynı şey geçerli. Onları da değil askıya almak, daha güçlü daha etkin kullanmak gerektiği konusunda kendimle mutabakata vardım.
Bir yandan insanların hayatı FETÖ’den devşirilen GİZLİ TANIKLAR marifetiyle zindana dönerken, düne kadar FETÖ ile iş tutanlar önüne gelene FETÖ’cü yaftası vururken susmak değil; AVAZ avaz haykırmak düşer bize.
Mesela Emniyetteki 26 Nisan 2017 tarihli 9103 kişilik açığa alma listesi… Bu listenin kahir ekseriyeti 8 Temmuz’da KHK ile ihraç edildi.
Bu konu üzerindeki kararlı duruşumu dostane olarak eleştirenlerin, FETÖ’cü GARSON’un teslim ettiği dijitallere çok güvendiğinin farkındayım. Bu listenin doğruluğu konusunda da ısrarcılar.Soruşturmanın Emniyet ayağında görevli bazı isimlerin samimiyeti konusunda da şüphem yok.
Ancak sormak istiyorum; o 9103 kişilik açığa alma listesinde olup mesela yeni Emniyet Genel Müdürü Celal Uzunkaya’nın birlikte çalıştığı ve “sağlamlıkları” konusunda şüphe duymadığı kaç kişi var ihraç listesinden çıkarılan?
Ya da 9103 kişilik açığa alma listesinde olmasına rağmen, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmeden önceki kabinede görevli kaç bakanın YAKINI ya da koruma ekibinden görevli isimler var 8 Temmuz tarihli KHK ihraç listesinden çıkarılan?
Daha da önemlisi; 9103 kişilik açığa alma listesinde olmasına karşın göreve iade edilen kaç kişi var?
Bunu şundan soruyorum; Emniyetteki “tasfiyeler” için adeta bir ANAYASA gibi bakılan 9103 listesi neden belli isimler için aynı “önemi” taşımadı?
***
Bir diğer konu TSK’daki Ankesör Soruşturması…
Daha sonra detaylarına gireceğim ama küçük bir anekdot aktarayım.
1 yıldan önce, hatta 15 Temmuz’un akabinde, Emniyette bir ekibin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da ulaştırdığını duyduğum bir raporda, FETÖ’cü GARSON eliyle servis edilen dijitallere dayanılarak açığa alınan 9103 kişinin mutlaka ihraç ettirileceğinin altı çizilip, “yapılan bu psikolojik harekat amacına ulaştıktan sonra önümüzdeki günlerde diğer kurumlarla ilgili de sözde arşiv listeleri bulunacaktır. TSK başta olmak üzere diğer kurumların dizaynını da FETÖ örgütü bu şekilde gerçekleştirecektir” ifadelerine vurgu yapılmış. Bu raporun ayrıntılarına başka bir yazımda muhakkak gireceğim ama buradan, TSK’da devam eden Ankesör Soruşturmasına gelmek istiyorum. Bu soruşturma, Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin, FETÖ mensubu askerlerden sorumlu olduğu tespit edilen ve 21 Mart 2017'de gözaltına alınan M.Ç'nin "Sohbet için öğrencilerimle randevulaşırdık. Randevuya gelmezse sohbete çağıracağım kişileri ankesörlü telefonlardan arka arkaya arardım" şeklindeki beyanları doğrultusunda derinleştirilmiş.
Bu soruşturmayla eşgüdüm içerisinde de, bir çok TSK mensubu Ankesör üzerinden arandığı gerekçesi ve FETÖ mensubu olduğu şüphesiyle gözaltına alınıp meslekten atıldı.
Bazı soruşturma dosyaları incelendiğinde 2006’lara varan aramaların da suç olarak gösterildiği ve bu gerekçelerle bir çok askerin tutuklandığı görüldü. Bu askerlerin kahir ekseriyetinde, tıpkı Emniyetteki 9103 kişilik listede olup GARSON’un teslim ettiği dijitalde yer alan isimler gibi ankesör dışında hiçbir suç unsuruna rastlanmadığı belirtiliyor. Hatta içlerinde Fırat Kalkanı ve El-Bab Operasyonunda görev alanlar da var. 15 Temmuz gecesi yurt dışında olduğu için vekaleten yerine bakan komutana, “Seçilmiş hükümetin yanındayız. Benim birliğimden tek bir kişi bile nizamiyeden dışarı çıkarsa divan-ı harb’de yargılarım” diyen ve bulduğu ilk uçakla görevine dönen emekli bir komutan da var.
Ve bizzat TSK içerisinden edindiğim bir bilgi; halen Karargahta kritik bir görevde bulunan komutanlardan birinde de bu ankesör aramaları üstelik ardışık arama tespit edilmiş. Ancak bu kişi halen Karargahta en kritik görevde. Üstelik bu bilgi dahil olmak üzere bu kritik isme dair başkaca bilgilere sahip subaylar da YAŞ kararlarıyla re’sen emekliye sevk edilmiş.
Ankesör Soruşturmasına dair birkaç istisna dışında çok detaylı bilgiye sahip olmamakla birlikte, yukarıda sözünü ettiğim ve Emniyetteki meslek hayatını FETÖ ile mücadeleye vakfeden ekibin hazırladığı rapordaki ayrıntıyı dikkate aldığımda acaba demeden, sorgulamadan edemiyorum.
***
Bunların yanında; kamudan öğretmen ya da akademisyen olarak görev yaparken haklarında adli ya da idari soruşturma bulunmadığı halde hiçbir gerekçe gösterilmeden ihraç edilen, ihbar ya da sözde gizli ya da açık tanık beyanlarına dayanılarak açılan adli ya da idari soruşturmalardan aklandığı halde ihraç listelerine konulan binlerce insan var.
Mesela MEB’den ibretlik bir genelleme örneği vereyim:
FETÖ’ye bağlı sendika üyeliğinden ihraç edilenler var. Oysa bazı öğretmenleri o sendikaya üye yapan dönemin idarecileri halen görevlerinin başında.
Ya da o sendika kapandıktan sonra o sendika mensuplarını kendi sendikasına davet edenler, İl ve İlçelerde Milli Eğitim Şube Müdürü olarak görevlerini sürdürüyor.
Demem o ki; FETÖ’nün kamudaki uyuyan hücrelerini gizlemek için yürüttüğü kirli bir operasyonun parçası olan ve kitlesel bir hale dönüşen mağduriyetler gün gibi ortadayken, “Adam aldırma geç git diyemem” diyemeyiz.
Devir geçip gitme, susup çekilme, hele ki pes etme devri değil; devir, “bunca kanayan yarayı sarıp sarmalamak için kamçı da yesek çifte de yesek hakkı tutup kaldırma”, gücümüz ve imkanlarımızın son raddesine kadar AVAZ avaz haykırma devri…