Filistin’in susuzluğu: İsrail’in su politikası nasıl bir vaha yarattı?

Filistin’in susuzluğu: İsrail’in su politikası nasıl bir vaha yarattı?

İsrail yerleşimleri gelişirken, Filistin muslukları kuruyor. Su krizi daha geniş bir savaşı yansıtıyor. Bu haber makalesi, Batı Şeria’daki suya erişim mücadelesinin arka planını, nedenlerini ve sonuçlarını anlatıyor.

İsrail’in Batı Şeria’yı işgal etmesinden bu yana geçen 54 yıl boyunca, bölgedeki su kaynaklarının dağılımı ve kullanımı büyük bir anlaşmazlık konusu oldu. İsrail, bölgenin su rezervlerinin büyük bir kısmını kontrol ediyor ve Yahudi yerleşimlerine bol miktarda su sağlıyor. Ancak Filistinliler, su kısıtlamaları ve altyapı eksikliği nedeniyle susuzluk çekiyorlar. Bu durum, özellikle Ürdün Vadisi’nde, Filistinlilerin gelecekteki devletlerinin tarım merkezi olmasını umdukları yerde belirginleşiyor.

İsrail’in su üstünlüğü

İsrail ile Filistin arasındaki barış görüşmeleri 1990’larda başladığında, su kaynakları önemli bir müzakere konusuydu. Ancak 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması, geçici bir çözüm getirdi ve Filistinlilere sınırlı bir özyönetim hakkı tanırken, İsrail’e Batı Şeria’nın %80’ini kapsayan üç büyük yeraltı suyu havzasının kontrolünü bıraktı.

Anlaşma ayrıca, Filistinlilerin Batı Şeria’nın %60’ını oluşturan C Bölgesi’nde yeni kuyular açmasını veya mevcut kuyuların kapasitesini artırmasını İsrail’in iznine bağladı. Bu bölge, Ürdün Vadisi’nin çoğunu içeriyor ve İsrail tarafından stratejik olarak önemli görülüyor.

Anlaşma beş yıl sürmesi amaçlanmasına rağmen, bugün hala yürürlükte ve Filistinliler için adaletsiz bir durum yaratıyor. İsrail’in ulusal su şirketi Mekorot, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimlerine modern bir boru hattı sistemi kurdu ve onlara sürekli su sağladı. Ancak Filistin şehirleri ve köyleri Mekorot’un ağına bağlı değil veya sadece kısıtlı bir şekilde bağlı.

Bu nedenle, yaz aylarında su talebinin artmasıyla birlikte, Filistinliler belediye suyunu haftalarca alamayabiliyorlar. Bazıları kamyonlarla taşınan pahalı su satın almak zorunda kalırken, bazıları da hayatta kalmak için yağmur suyu toplamak veya kirli kuyulardan su çekmek gibi alternatif yöntemlere başvuruyorlar.

Ürdün Vadisi’nin susuzluğu

Ürdün Vadisi, Batı Şeria’nın en verimli topraklarına sahip olmasına rağmen, su krizinin en şiddetli yaşandığı yerlerden biri. Burada yaşayan yaklaşık 65.000 Filistinli, İsrail’in su politikaları nedeniyle tarımsal üretimlerini azaltmak veya tamamen bırakmak zorunda kaldılar.

Örneğin, Jiftlik bölgesinde hurma yetiştiren 63 yaşındaki Filistinli Hazeh Daraghmeh, su kısıtlamaları nedeniyle 200 ağacını kaybettiğini ve geri kalan 300 ağacını da sulamak için yeterli suyu olmadığını söylüyor. Daraghmeh, “İnsanlar susuz, ekinler susuz” diyor ve “Bizi adım adım sıkıştırmaya çalışıyorlar” diye ekliyor.

Daraghmeh’in komşu Yahudi yerleşimleri ise su bolluğu içinde. Burada, çiftlik balıkları, kır çiçekleri ve yemyeşil bahçeler göze çarpıyor. Çocuklar ortak havuzlarda serinliyor. Yerleşimciler, İsrail’in su şebekesine bağlı oldukları için su tüketimlerini kısıtlamak zorunda değiller.

Bu durum, Batı Şeria’nın kontrolü için daha geniş bir mücadeleyi yansıtıyor. İsrail, Ürdün Vadisi’ni doğal bir savunma hattı olarak görüyor ve buradaki Yahudi varlığını güçlendirmek için yerleşim inşaatını teşvik ediyor. Filistinliler ise, Ürdün Vadisi’nin gelecekteki devletlerinin ekmek sepeti olmasını istiyorlar ve buradaki tarımsal potansiyeli geliştirmek için suya erişim haklarını talep ediyorlar.

Su krizinin sonuçları

Batı Şeria’daki su krizinin hem insani hem de ekonomik sonuçları var. Filistinliler, su kısıtlamalarının sağlık ve hijyen sorunlarına yol açtığını söylüyorlar. Bazıları, kirli suların cilt hastalıklarına veya ishale neden olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca, çocuklarını yıkamak ve kıyafetlerini yıkamak için bile zar zor su bulabildiklerini ifade ediyorlar.

Su krizi aynı zamanda Filistinlilerin tarımsal üretimini de olumsuz etkiliyor. Filistin Su Bakanlığı’na göre, Batı Şeria’daki tarım arazilerinin sadece %6’sı sulanabiliyor. Bu da Filistinlilerin gıda güvenliğini tehlikeye atıyor ve ithalata bağımlılığı artırıyor.

Su krizi ayrıca siyasi bir boyut da taşıyor. Filistinliler, İsrail’in su politikalarının bir işgal aracı olduğunu ve onları topraklarından çıkarmayı amaçladığını düşünüyorlar. İsrail ise, su kaynaklarının paylaşılmasının ancak nihai bir barış anlaşmasıyla mümkün olacağını savunuyor.

Filistin Su Bakanı Mazen Ghunaim, bu yazın dokuz yıl içinde yaşadıkları en zor yaz olduğunu söylüyor. Ghunaim, İsrail’in son dokuz hafta boyunca Beytüllahim ve El Halil kentlerine su tedarikini %25 azalttığını iddia ediyor. El Halil’deki Filistinliler ise musluklarının bir aya yakın bir süredir kuruduğunu söylüyorlar.

Ghunaim, İsrail’in su kesintilerinin Başbakan Binyamin Netanyahu’nun aşırı milliyetçi hükümeti döneminde siyasi bir sorun olduğunu söylüyor.

“Yerleşimci olsaydık bu sorunu asla yaşamazdık” diyor. “İsrail, suyu bir silah olarak kullanıyor ve bizi topraklarımızdan çıkarmak istiyor.”

Su krizine çözüm mümkün mü?

İsrail ile Filistin arasındaki barış görüşmeleri 2014’te çöktüğünden beri, su kaynaklarının paylaşılması konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. İki taraf arasındaki güven eksikliği ve siyasi çıkar çatışmaları, ortak bir zemin bulmayı zorlaştırıyor.

Ancak bazı sivil toplum kuruluşları, su krizine çözüm bulmak için işbirliği yapmaya çalışıyorlar. Örneğin, İsrail-Filistin Su Komitesi (IPCRI), İsrailli ve Filistinli uzmanları bir araya getirerek, su yönetimi, altyapı geliştirme ve eğitim gibi konularda ortak projeler yürütüyor. IPCRI’nin direktörü Gershon Baskin, “Su, barışın inşa edilmesine yardımcı olabilecek bir köprü olabilir” diyor.

Bir başka örnek ise, İsrail’in güneyindeki Negev Çölü’nde kurulu olan Arava Enstitüsü. Burada, İsrailli, Filistinli ve diğer uluslardan gelen öğrenciler ve araştırmacılar, su tasarrufu, atık su arıtma ve yenilenebilir enerji gibi konularda çalışıyorlar. Enstitünün direktörü David Lehrer, “Su krizi, teknolojik ve politik çözümler gerektiren karmaşık bir sorundur” diyor. “Ancak aynı zamanda, insanların birlikte çalışabileceği ve birbirlerini anlayabileceği bir fırsattır.”

Bu tür girişimler, su krizinin üstesinden gelmek için umut verici adımlar olsa da, yeterli değiller. Filistinlilerin suya erişim haklarının tanınması ve İsrail’in su politikalarının değiştirilmesi için siyasi bir irade gerekiyor. Aksi takdirde, Filistinliler susuzluğa mahkum olacaklar.