ZİHNİ ÇAKIR
Hem değişimi onaylayan hem de mesaj dolu bir oran: Yüzde 51,4
Genel perspektiften bakınca hiç yabana atılmayacak bir başarı yüzde 51,4.
15 senedir girdiği her sandıktan zaferle çıkan bir siyasi liderin konsolide ettiği EVET cephesi, 7 düvele karşı yüzde 50+1,4 çıkarmış. Üstelik ana muhalefet partisinin oluşturduğu meşru zemin üzerinde cirit atan terör örgütleri, muhalif hareketleri finanse eden küresel fonlar, Batılı devletler ve içerdeki ihanet odaklarına karşı… Bu bakımdan sandıktan çıkan sonuca halel getirecek ifadeler kullanmaktan kaçınmak gerektiğine inanıyorum. Ancak 16 Nisan referandum sonuçlarını doğru okumayıp, milletin verdiği ince mesajı algılama sorunu yaşanması durumunda ise, sonucun getirdiği sistemsel değişimin uyum ayağının sekteye uğrama riskini hatırlatmayı tarihi bir sorumluluk olarak görüyorum.
Mesela “yüzde 51,4’lük sonuç, AK Parti’nin kendi oyları, MHP hiç oy vermedi” söylemi, seçmenin verdiği açık mesajı örtmek, referandum öncesi “AK Parti-MHP ittifakını” sabote etmeye yönelik sergilenen söylem ve eylemleri sürdürerek desteklemek, AK Parti içinde yuvalanan habis urları da perdelemek olacaktır. Çıkması muhtemel yüzde 60'ı aşkın oranının yüzde 51,4 olarak tezahür etmesinin arka planına kör kalmak anlamı taşıyacaktır.
Bu sütundan defalarca yazdım. Yeni Türkiye’nin yerli ve milli bir zemin üzerine inşa etme iradesinin AK Parti ve MHP’nin yer aldığı bir ittifakta vücut bulması, sadece Batı’yı değil içimizdeki yıkıcı-bölücü unsurlarla, küresel nüfuz casusları ve onların işbirlikçilerinin de uykularını kaçırıyor dedim. Bu sebepten ötürü bu unsurlar, bu ittifakı bozmak için her türlü sabotaj girişiminde bulunacaktır, bunlara karşı önlemler alınmalı diye uyardım. Nihayet referanduma ramak kala, bu unsurların kimi söyledi kimi oynadı, kimi yazdı kimi yayınladı bu sabotaj senaryolarını. Abdullah Gül ile Ahmet Davutoğlu'nun tavırlarının altında bile bu ittifaktan duyulan hoşnutsuzlukları vardı.
Bu ittifakın muhafazakar-milliyetçi ayağını tedirgin edecek “eyalet”, “özerklik” gibi ifadeleri, maksadını aşan sözler olarak görmüyorum o nedenle. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi, MHP muhaliflerinin atış tabelasına dönüştüren Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, “Cumhurbaşkanı Yardımcısı” ifadesini de gönülden geçen bir temenni olarak okumuyorum.
Yine kimi bölge milletvekilleriyle siyasi figürlerin, bu algıyı güçlendirecek çıkışlarını da bölgeden oy devşirmeden çok sahillerdeki MHP oylarının yönelişini durdurma çabası diye görüyorum.
Bütün bu pervasızlıklar tabii ki MHP tabanından gelmesi muhtemel destek oranına ciddi yönde sekte vurdu. Lakin bütün bunlara rağmen, “yüzde 51,4’lük oranda MHP’nin oyu yok” diye bir okuma aymazlığına düşmemeli, AK Parti-MHP ittifakını baltalayacak bir eğilime itmemeli kimse.
Kanaatimce; 16 Nisan’ın yüzde 51,4’lük EVET oylarındaki AK Parti dilimini, 7 Haziran seçim sonuçlarındaki yüzde 41’le, MHP dilimini yüzde 5’le bölgeden gelen fazladan oy dilimini de yüzde 3’le okuyup bunun üzerine BBP ve HÜDAPAR’dan gelen yüzde 1’i ekleyerek okumak, 2019 Başkanlık, Milletvekili ve Yerel Yönetim seçimleri için belirlenecek stratejiyi daha sağlıklı kılacaktır. Aksi bir değerlendirme, hele AK Parti-MHP ittifakına Meclisteki uyum yasalarının çıkarılması için en çok ihtiyaç duyulacağı 2019’a kadarki süreç göz ardı edilerek, MHP’ye yöneltilecek suçlamalar, seçmenin verdiği mesajı perdelemek olacaktır. Haliyle de -2019’da Erdoğan kendi başına Başkan seçilmeyi başarsa da- AK Parti için hezimet olur, yasama çoğunluğuna yakalamasını imkansız kılar.
Özeleştrisi yapılması gereken gerçeklikleri perdelemeden, tamamen tahmine dayalı rakamlara yeniden dönelim...
Bakın AK Parti ve MHP ittifakında vücut bulan EVET iradesine yönelik danışmanlar ve bunların işbirlikçisi kimi yerel yönetimler merkezli “eyalet” ya da “özerklik” algılı sabotajın MHP’den tırpanladığı oy oranı en az yüzde 2’dir.
“Eyalet sistemi üzerine kurulu Amerikan tipi Başkanlık tercihimdir” diyerek Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne karşı olduğunu söyleyen Abdullah Gül’ün süreç boyu izlediği tavır nedeniyle gerçekleşen -destek ya da tepkiden kaynaklı- kayıp ise en az yüzde 2,5.
Kendisinin bile Hayır oyu kullandığına yönelik güçlü bir kamuoyu algısı bulunan Ahmet Davutoğlu’nun “düşmanın sözlerinden daha çok yaralayan sessizliği” sonucu onun ektiği nifak tohumlarının -destek ya da tepkiye dayalı- götürdüğü oran da Gül’ün sebep olduğu kayıptan aşağı değil.
Bütün uyarılara rağmen, Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Ataş’ın sebebini anlayamadığımız bir şekilde dokun(a)madığı, dejenerasyona uğramış ya da Gül-Davutoğlu bloğunun nifak tohumlarını yeşertmekten, FETÖ’nün sermaye ayağına karşı kalkan olmaktan, rant ve çıkar peşinde koşmaktan başka bir işe yaramayan teşkilat yönetici ve mensuplarının ve FETÖ ile ilişkisini 15 Temmuz’a kadar sürdüren Teşkilat Başkan ve Yöneticilerinin uğrattığı hezimetleri de referandum sonuçlarını il il ilçe ilçe incelediğimizde görebiliyoruz.
Bütün bu gerçekler bir bir kenarda dururken, “yüzde 51,4’lük oran içinde MHP oyları yok” demek, Ankara, İstanbul, Manisa, Balıkesir başta olmak üzere AK Parti’nin Büyükşehirlerdeki oy erimesinin sebeplerini örtme telaşının bir yansıması olur.
Bizlerin 17/25’ten bu yana, önemli bir kesimin de 15 Temmuz sonrasında FETÖ’nün en önemli siyasi ayakları olarak gösterdiği figürleri korumaktan başka bir anlam taşımaz suçu MHP’ye yüklemek.
Referandum sonucuna dair yazacak çok şey var tabii ki, isim vererek yazmaya da devam edeceğim bunları. Ancak ilk okumayı bugünlük şöyle özetlemek mümkün:
Bu millet öyle ferasetli ki; “hem sistemsel değişim iradesini onayla hem de yerli ve milli Türkiye’nin inşa sürecini sabote edebilecek, yıkıcı-bölücü unsurlar ve FETÖ gibi ihanet şebekeleriyle ilişkili olanları iyot gibi önüme koy ki düğmeye basacağım mücadelenin haklı ve meşru bir zemini oluşsun” deseniz ancak bu sonucu verirdi size.