Her şey lafta kalıyor!

Dünyanın protestosu, bir araba laf, hepsi boş…

Önce boy boy resimler çıkıyor medyada… Sonra tüm yetkililerden arka arkaya açıklamalar geliyor… Sonra caninin tutuklanması vs... Herkes lanet ediyor… Eylemler için yazılı pankartlar ve sosyal medyada hızla yayılan protestolar ve sonrasında hızlıca unutulup giden bir süreç…

Sadece unutulmaya mahkûm günlük, yılda bir kez değişik vakıalarla anılan bir eylemin adı oluveriyor “Emine Bulut” vakıası.

Evet (!)

Sadece bir hafta geçti ölümünün üzerinden ve hala yazılıp çizilirken bile geliyor kulağımıza yeni yeni cinayet haberleri.

Kime ne anlatıyoruz ki! Kim anlıyor harbiden “şiddet”in nasıl büyük bir gerçek olduğunu. İlla ateşin düştüğü yeri yakması mı gerekiyor anlaşılması için. Sözler hükümsüzdür uçar gider. Peki ya ne yapılabilir demek, değil midir zaten bir zaman kaybı.

Beklemek… Beklemek… Beklemek… Beyhude bir bekleyiş.

Bizler bu konuda çözüm üretmeye çalışırken bile ölen insan sayısının farkında mısınız siz?

Peki ya istatistikler tablosunda yerini alırken kaybedilen canlar bu kadar değersiz mi? diye düşünmeden edemiyorum. Düşünmenin ötesinde… Benim elimden sadece yazmak, dikkat çekmenin dışında da bir şeyler gelmiyor. Çünkü ben devlet değilim, kanun yapma yetkim de yok! Olsaydı emin olun dünyanın dahi dikkatini üzerine çeker ve bu şiddete dur demek için bir an bir salise bile gecikmezdim.

Ne garip! Ne ürpertici! Ben bu satırları yazarken bile hâlâ televizyondan yeni bir aile katliamı haberine şahit oluyorum. Kulağımı kapatsam yenisini duyuyor, gözlerimi kapatsam yenisini görüyorum.

Tüylerim diken diken oluyor, gözümün önüne gelen her bir fotoğrafta nutkum tutuluyor! empati kurmaya çalışırken bile psikolojik şiddete uğruyor bedenim… Anlatılmaz yaşanır derler ya işte öyle

Bir anlatan olarak sadece bu şiddeti yaşayanlara ve çevresinde bıraktığı tarifsiz enkaza şahit olmak bile bu olayları bire bir yaşayanların ruh sağlıklarının nasıl bozulduğuna ikna ediyor beni.

Uykularım kaçıyor, kâbusum oluyor adeta. Hangi bir sokakta, hangi bir köşede bir kadının sessiz çığlığına şahit olacağımı bilemiyorum. İnsanlık ölmesin! Adalet ölmesin! İnsanlığın önünde “ölmek istemiyorum” sözleriyle son bulmasın çaresizlik.

Daha kaç kişinin canı yanacak!

Daha kaç kişi kurban edilecek!

Şiddet” denen kontrolsüz öfke katiline… Daha kaç kere eyvallah deyip sineye çekeceğiz.

Öyle böyle değil istatistik verileri!

Şöyle bir baktım da son on yıla sadece 2010 yılında 180 kadın öldürülmüş ve bu yılda ise 245 kadın ve ilk (7 ayda) tabi bu sayı güncellendiğinde karşımıza çıkan sayı istatistiklerin bile bize gerçeği yansıtmadığına şahit oluyoruz.

Ne yapalım!

Yeni istatistik verilerinin elimize gelmesini mi bekleyelim? Yoksa “Münevver Karabulut, Özge Can ve Emine Bulut” gibi nice şiddete kurban gitmiş kadınlarımız kategorisine yenilerini mi ekleyelim.

 

Ne yapalım!

Cezalar mı arttırılsın, elektronik kelepçeyle bir yere mi bağlansın! İyi ama nereye kadar. Geriye dönük baktığımızda da tedbir amaçlı uygulanan hiçbir şeyin işe yaramadığına da şahit olduk.

Duymuşsunuzdur medyadan! Türkiye’nin de içinde bulunduğu ev sahipliğini yaptığı şu İstanbul sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun.

Peki, bu kanun amacı neydi kısaca anlatalım;

Şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlenmesine ait bir kanundu.( Bu kanun maddelerini internetten bakınız)

Evet, kanun maddelerini özetle tek tek okuduğumuzda gayet güzel ve verimli olduğu görüyoruz. Sorun şu ki, galiba uygulamada ve uygulamadaki eksikler neticesinde uygulanan kararlar maalesef şiddetin yıllara göre artmasının önüne geçmemiş, aksine bu sayı kat be kat artmıştır. Hatta bu sözleşmeye göre arabuluculuk yasak olmasına rağmen, eşleri bir araya getirme bir nevi arabuluculuk vs. yöntemlerle tekrar bir birliktelik sağlama çabası sonuçsuz kalmış bu yöntem aksine cinayetlerin tetikçisi haline gelmiştir.

Bakınız sadece sosyal medyada bile her gün birinin feryadına şahit olursunuz “ölmek istemiyoruz” diye.

Seslerini duyurmak, bir yardım almak için imdat diyen onlarca kişi… Hatta onlardan bir tanesine bende şahit oldum ve o sese bir nebze de olsa buradan karşılık vermek isterim.

Ey devlet yetkilileri! Kolluk görevlileri! Sayın savcıları!

Size feryat eden bu sese kulak verin geç olmadan. Buyurun okuyun bu şikâyeti.

Tweter da bir mağdur “Seda K.“ attı tweti aynen iletiyorum sizlere.

“Merhabalar ben Seda. Hikâyemin anlatılacak çok tarafı var. Boşandığım eşimden iki senedir tehdit mesajları alıyorum. Beni, oğlumu, babamı öldürmekle tehdit ediyor. Elimdeki ses kaydı ve mesajlarıyla ilgili ne kadar şikâyet etsem de bir türlü devletten yardım alamadım. Koruma kararı dışında şikâyet ettiğim tüm dosyaları ret olarak geri çevirdiler. Bahaneleri ise darp, bıçakla vs. yaralama olmadığı için müdahale edemiyoruz oldu. Devletin memurundan yardım istediğimde ‘’arka sokaklar dizisindeki Mesut ve Aylin yok kapında duracak’’ oldu. Savcıya yardım edin dediğimde ‘’medyada duyur adını, ama rezil olursun’’ dedi. Çok güvendiğim devlet kadına ne kadar önem veriyor görmüş oldum. İstiyorum ki sadece ben değil benim gibi yaşayanların sesi olayım. Hep birlikte sesimizi yükseltelim ve hiç kimse bir hiç uğruna gitmesin.

Son olarak Seda K.Evet itiraf ediyorum belki kadın cinayetlerinde adım yok ama evladımla birlikte adayız. Eğer evden çıkarsak öleceğim korkusuyla evimde hapis hayatı yaşıyoruz. Eski eşim tarafından ölüm tehditleri, evimin penceresinden dikizlendiğim için fotoğraflar ve ses kayıtları ile devlete sığındım, aldığım cevap ise bıçakla( vs.) yaralanma olmadığı için müdahale edemiyoruz OLDU. Devlet benim dirime sahip çıkmadıktan sonra ölüme sahip çıksa ne olur. Lütfen sesimi duyun! evladımla birlikte yaşamak istiyorum. Çok mu şey istiyorum Allah aşkına”.

Diye feryat eden bu sese kulak verin, verin ki sonunda bir can ya da canlar kanunlara takılı kalmasın.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar