ZEHRA BETÜL ÖZSEÇER
Milli Marşı KORKMA diye başlayan milletin korku üzerine hikayesi
KORKMA, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak;
Sönmeden yurdunum üstünde tüten en son ocak.
Mehmet Akif ERSOY
Geçerli nedenleriniz olduğunu biliyorum. Yine de itiraz etme hakkımı kullanıyorum. Günlerdir, haftalardır ve hatta aylardır dar alanda kısa paslaşmalar yaşıyoruz. Üstelik artık, sayılı günleri saymaktan da vazgeçtiğimiz, ayrılık günlerindeyiz. Bu durum ise bambaşka bir motivasyon katıyor hayatımıza. Akabinde ise kısa zamanlara sığdırmamız gereken özgürlük alanlarımızda kullanıyoruz pekiştirilmiş saldırgan duygularımızı. Aslında bu yazımda; yaşadığımız tüm bu duyguları toplumsal alanlarda kullanma şeklimizden bahsetmek istiyorum. Sosyal hayatımıza yansımalarından dem vurmak derdinde değilim ama bir nesli ne şekilde etkileyeceğini düşünmeden de edemiyorum.
Aylar önce bir “sosyal mesafe” kavramı girdi hayatımıza, aslında tanımlanan şey “fiziksel mesafeydi” ancak “sosyal mesafe” demeyi tercih etmemiz sağlandı. Üstelik bu tanımı çok da kolay içselleştirdik. Bu içselleştirmemizin temelinde yatan parametreleri de tartışmak gerek elbette ama bugün başka şeylerden bahsetmek istiyorum. Bu sosyal mesafe kavramının tercih edilmesinin; bilinçli yapılmış bir hareket olduğunu düşünmek için çok erken olurken, tamamen tesadüf eseri bu tanımlamanın seçilmiş olduğunu düşünmek de hayatı hafife almak olacaktır. Bunun için en iyi yöntem olan beklemeyi tercih ederken, bu konu üzerine sesli düşüneceğim. Bütün kitle iletişim araçlarıyla birlikte sosyal mesafe ile ilgili mesajlar gönderir olduk birbirimize. Hatta kaldırımlarımız bile bir ulaşım aracı olmaktan çıktı ve üzerine yapıştırılan sosyal mesafe etiketleri ile bir kitle iletişim aracı oldu. Sonra aramıza ekranlar koyduk. Sevdiklerimizle tüm sohbetlerimizde; televizyonda izlediğimiz tüm programlarda, ve hatta köşe yazılarımızda sadece bir konuya dair yaşadıklarımızı paylaştık durduk. Tabi ki tek konu sosyal mesafe değildi. Ama tüm konular sosyal mesafeyi destekledi. Sağlık kurallarının ihlal ettik, doğru yaptık, yanlış yaptık, hesap etmeliydik, hesap edemedik, neden hesap edemedik vs. bunu da nasıl düşünmüşler yada bunu nasıl düşünemezler diye şaşkınlıklar yaşadık ve yaşadıklarımızı yeniden yeniden bütün mecralarda paylaştık. Sanki dünya durdu ve tek bir konu dünyanın hakimi oldu. Bütün kaygılarımızı bir kenara bıraktık korona kaygımıza sıkı sıkı tutunduk. Bu arada geleceğimizi kurtarmaya çalışırken asıl geleceğimizi unuttuk. Küçük izleyicilerimizi vardı ve sessizce izlediler tüm bu yaşanılanları. Tüm bu olanlarla, hayat bu şekilde akıp giderken, uzun zaman sonra, küçük izleyicilerimiz sahnelere; aramıza, sokaklarımıza döndüler. Çocuklar; sokaklara çıkmalılar mı, çıkmamalarılar mı diye tartışıp durmaya devam ettik. Ve yine onların dünyalarını hiç hesap etmedik. Peki çıktıklarında sokaklarda olanlar neydi? Küçük izleyicilerimize nasıl bir dünya çizdik bu süreçte ve nasıl ödüllendirdik hiç düşündük mü?
Küçük dünyalarında her şeye anlam vermeye çalıştıkları bir dönemde; göremedikleri bir tehlikeden bahsettik. Zaman kavramı henüz zihinlerinde yer etmemişken dört duvar arasında zamansızlığa hapsettik. Yaşıtları ile oyun oynamaları ve hatta kavga etmeleri gerekirken; düşüp dizlerini yaralamaları gerekirken, sadece uzak durmaları gerekenleri tarif ettik, sürekli korkuyu tarif ettik. “Anlamıyorum bir daha anlatı mısın?” dediklerinde aynı cümleleri tekrar tekrar zikrettik. Tüm bu yüklenen kaygının korkunun üstüne, tüm bu kısıtamaların üstüne, birkaç saatlik sokağa çıkmalarına izin verildi. Benim bile içimde büyük bir çoşku vardı; sokakları süslemek, hepsine ayrı ayrı hoş geldiniz demek, istedim. Kuş seslerimizden zaten olmuştuk vaktiyle; çocuk seslerimizden de olmuştuk bu süreçte. Bu yüzden mutluluk çığlıkları atabilecekleri, umudun sesi olabilecekleri ortamlar yaratmak istedim kendimce. Bir şenlik bir kut bir kutlama yapmalıydık belki de. Peki bizler ne yaptık?
Çocukların birkaç saat izinlerini; avm önlerinde, mağazaların önlerinde sıra bekleyerek geçirmelerini sağladık. Bundan sonra aslında çok da fazla cümle kurmaya gerek yok. Peki bu durum çocukların zihinlerinde nasıl şekillendi? Çocuklara verdiğimiz bu mesajı kelimelere dökerken çok net olacağım KORKMA diye İstiklal Marşı olan bir milletin çocuklarına Kork diye verilmeye başlanan hikayesini anlatırken.
KORK!
Kork(MA)lısın!
Hatta korkuyorsun; kaygıların var. Özgürlüğün kısıtlandı.
Özgürlüğünü kısıtlamalısın hatta ailenle bile arana mesafe koymalısın.
Kimseye yaklaşamazsın çünkü en çok sen hastalık taşıyıcısın. HASTALIKLISIN!!
Koşamazsın, dokunamazsın, sallanamazsın, kayamazsın…
ÇOK SABRETTİN!
Ödüllendirilmelisin.
Ve bütün bu çabalarının karşılığında;
Koşamazsın, dokunamazsın, sallanamazsın, kayamazsın… AMA
Alışveriş yapmalısın.
Şimdi akıllarda onlarca soru?