NECDET PEKMEZCİ
Mustafa Kemal’i kim öldürdü
Coğrafya malum, mazlumlar diyarı! Ki o coğrafya yaşlı bir orospu kadar da onurlu! Üstelik de bir orospunun yaşamı kadar da trajik. Kadim tarihinde sıra sıra kavimlerin altına yatmışlığı da var…
Boşuna yazmadı Çetin Altan da bir vakitler:
“Doğuda pusu kurulur, Batıda düello yapılır!”
Pusudur Anadolu!
Bir de tiryakisidir kalleşliklerin, arkadan vurmaların…
Aynı vakitte, iktidar, para ve gücün hüküm sürdüğü yerdir Anadolu
Malum, Mustafa Kemal Paşa’yı rakıya müptela yapan da Anadolu’dur…
Cangılda, adaylık telaşı var; ama nedense durduk yere desem de ki değil, düştü aklıma Mustafa Kemal, yüreğimin tam da orta yerine oturdu.
Mustafa Kemal’in vefatına ilişkin türlü türlü rivayet var…
Haliyle masonların intikamı revaçta…
Sanırım ne o ne bu, ne de şu; coğrafya öldürdü Mustafa Kemal’i!
“Kahrından gitti Mustafa Kemal!”
Hal, ahval böyle…
İnanmayan Avni Özgürel’in kaleme aldığı ve tarihçi İsmet Bozdağ’ın ‘Atatürk’ün sofrası’ kitabından aktardığı rakı Kahır)meselesini okuyuversin…
“‘Bırak o sağırı’
Malum, Nuri Conker Atatürk’e Mustafa diye hitap edebilecek kadar yakın, onun da
‘öz kardeşim’ diye andığı tek arkadaşı. Bir gün birlikte Florya’dan kaçıp Çekmece taraflarında arabayla dolaşmaya çıkmışlar. Gezerken kara sabanın iki boyunduruğundan birine öküzünü bağlamış diğerine eşeğiyle birlikte kendisi omuz vermiş halde tarlasını sürmekte olan bir köylü görüp durmuş, yanına gidip ‘Kolay gelsin’ demişler. Mahsul nasıl, yağmur yağdı, yağmadı muhabbetinden sonra Atatürk adının Halil Ağa olduğunu öğrendiği köylüye: ‘Öküzün yok mu senin’ diye sormuş. ‘Vardı ama hıdrellezde vergi memurları sattılar’ diye cevap vermiş adam.
- Köylünün üretim aracını satılır mı, olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin...
- Muhtar da başındaydı gelen vergicinin..
- Peki, İstanbul şuracıkta gelip valiye anlataydın derdini... Onun işi bu..
- Bırak şu sağırı allasen. Yakasına yapışsak duymaz.
- Halil Ağa, senin iş beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğim, çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun. Hadi kaymakam şöyle, vali böyle diyelim başvekil İsmet Paşa her hafta İstanbul’a geliyor. Florya Köşkü’ ne iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün gidip derdini ona dökseydin
-Sen benimle gönül eyliyorsun bey. Tutalım ki gittim, beni o kapıya koymazlar. Tut ki koydular, İsmet Paşa’yı göstertmezler. Diyelim gösterdiler, ona halimi nasıl yanacağım? O sağırın sağırı!
Atatürk güler ‘Peki anladım, bakalım bu dediğime ne kulp bulacaksın?’ diye sürdürür konuşmayı.
- Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gidip çıksaydın önüne. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!
Köylü güldü bu kez... “Sen ne diyorsun bey, Mustafa Kemal Paşa’nın yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek...” diye başlayıp devam etti...
- Yiyip içmekten başını kaldırıp bizim öküzün hesabını mı sorar?
Söz bitmişti. Veda edip ayrıldılar. Arabaya binip köşke döndüler. “Bu işin tadı kaçtı!” diye söylenen Atatürk yol boyunca bir sigarayı söndürüp diğerini yaktı.
Florya’ya girer girmez yaverini çağırıp Başbakan İsmet Paşa’yı ve İstanbul’da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini ve valiyi o akşam yemeğe çağırmasını söyledi. Ardından Halil Ağa’nın köyünü tarif edip “Alıp getirin akşama...” dedi. “Benim kim olduğumu sorarsa tüccar, zengin bir adam, seni sevmiş, öküz alıverecek deyip kandırın.”
Başbakan İsmet İnönü dahil yirmi beş konuğu ağırladı o akşam Atatürk. Arada bir sofraya birazdan bir misafirin geleceğini söylediği için herkes merak etmeye başlamıştı. Bir süre sonra içeri giren yaver kulağına ‘Halil Ağa’nın geldiğini fısıldayınca “Buyursun” dedi Atatürk. Kapı açıldı, Halil Ağa göründü. Ve gündüz konuştuğu kişinin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa’nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan donakaldı. Atatürk kalktı, yanına gitti, kolundan tutup sofraya yaklaştırdı ve onu tanıttı masadakilere. Sofrada yanına oturttu Halil Ağa’yı ve nasıl tanıştığını anlattı herkese.
Maliye’nin vergi borcu yüzünden öküzlerinden birini aldığını da..
“Gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi tekrarlayacak” dedi. Sonra Halil Ağa’ya döndü: “Benim başmisafirimsin. Konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın” deyip soruları sıralamaya başladı. “Öküzün yok mu senin?” Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk’ ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi. “Yok, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver...”
O sağır, öbürü sağırın sağırı
Sorularını ve aldığı cevapları valinin adına kadar zar-zor da olsa aynen tekrarlattı Atatürk. Sofradakiler pür-dikkat dinliyorlardı. Atatürk “Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu değil mi, dediğimde ne dedin?’ diye sorduğunda Halil Ağa, iki adım ötesindeki Muhittin Üstündağ’a bakıp sustu. Atatürk üsteleyince “Vali paşamızı biz hep görüp dururuz buralarda dediydim ya...” dedi. “Olmadı, Halil Ağa... Bana dediğin gibi, dosdoğru söyle...” diye zorladı Atatürk. Halil Ağa, “Böyle dediydim beyim” diye mırıldanacak oldu Halil Ağa. Nuri Conker’e sordu Atatürk: “Böyle mi dedi bize Halil Ağa?” Conker “Hayır Paşam!” deyince bir dönüp tekrar yüklendi Halil Ağa’ya:
- Hani bir şey dediydin sen, vali neden duymazmış? Aynen bana söylediğin gibi söyle.
Halil Ağa kekeleyerek mırıldandı. “Köylük yerde bizim dilimiz sağır demeye alışmıştır, paşam” dedi ve dedikten sonra da Muhittin Üstündağ’a dönüp “Kusura kalma gayrı” diye ekledi. Atatürk gülmeye başlamıştı. “Diplomatlığın sırası değil Halil Ağa, orada dediğin gibi söyle...” deyince gözünü yumdu. “Ağzımdan bırak o sağırı diye...”
Sofrada herkes gülüşürken ‘Devam edelim’ dedi Atatürk. “Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin, diye sorduğumda ne dedin?” Halil Ağa, İsmet Paşa’ nın yüzüne baktı “Şanlı İsmet Paşamızı bilmez olur muyum hiç” dedi
“O bugüne bugün...” diye devam ediyordu ki Atatürk susturdu. “Bırak şimdi övgüleri. Paşa her hafta İstanbul’a geliyor, Florya Köşkü’ne iniyor, köşk şuracıkta. Derdini ona dökseydin, dediğimde ne cevap verdin?.’
‘- Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız, dedim..’ Atatürk sesini yükseltti bu cevap üzerine... “Beni uğraştırma, Halil Ağa.. Ne dediysen, tıpkısını tekrarla!” dedi. Ürkmüştü Halil Ağa. Yine başını yere eğdi: “Şanlı Paşamıza da sağır dedikti ya.” dedi. Atatürk yeterli bulmadı cevabını “Yalnız sağır değil, sağırın sağırı dememiş miydin” diye sorduğunda Halil Ağa bıraktı kendini “Öyle dedikti paşam, sen doğrusun!”
“Şimdi son bir soru kaldı” deyip sözü kendine getirdi Atatürk. “Bunun da cevabını ver, sonra öküzünü al git Halil Ağa” dedi.
‘Atatürk de sarhoş’
- ‘Koca yaz Atatürk şuracıkta oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya’, dediğimde ne dedin?
- Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!. Erip erişir tarlama dek gelir, halimi dinler sonra...
- Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla...
Halil Ağa durdu, diklendi. Her şeyi göze almıştı sanki. Atatürk’ ün gözlerinin içlerine baktı...
- ‘İşte bunu demem Paşam’ dedi. ‘Ağzıma ateş doldur istersen ama bunu demem!..’
Atatürk gülmeye başladı, sofradakilere, ‘Zorlu adam, laf anlamıyor’ dedikten sonra kendisi açıkladı.
‘-Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin... Görsem de içki masasından başını kaldırıp da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek, demiştin, hatırladın mı?’
Halil Ağa’nın gözlerinden yaşlar inmeye başlamıştı. Sözü daha köşeli hale getirdi Atatürk: “İşi içkiye vurmuş, sarhoşun biri demeye getirdin yani.”
Halil Ağa “Hâşâ Paşam”derken yine susturdu Atatürk: “Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Gördüğün beylerin altısı hükümet. Yani, biri Başbakan, ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye o makama getirilmişler. Kanun gerekti mi, hemen hazırlar Meclis’e gönderirler. Meclis dediğim, şu alt baştan senin yanına kadar sandalyelerdeki beyler. Kanun bunlara gelir. Bunlar da inceler oylarlar, olur sana kanun! Sonra bir vergi memuru gelir, borcundan senin öküzü çeker, satar. Halil Ağa bir yanda merkep, bir yanda öküz tarlasını sürmeye çalışır. Üretim düşermiş kimin umurunda. Ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım. Şimdi hakça söyle bakalım Halil Ağa.”