Ölünün Arkasından Sövmek

Tarlada 1 lira markette 15 lira diye başlayan ve cadı avı için sürüp giden mavralar vardır. Anlatımdaki etkiyi arttırmak için fırsatçı-komisyoncu diye hedeflenen karanlık kişiler eklenir muhabbetin içine... Çiftçisinden iktidarına kadar bütün aktörler kendilerini aklamak ve hatalarını günah keçilerine yükleyip mağdurların zihin uçurumundan yuvarlamak için tekrarladıkları ezberleri bir kenara bırakıp gelin birlikte yönetimsel yanlışları ve yapılması gerekenleri gözden geçirelim birazcık; 

Büyükşehirleri asgari ücretle yaşanabilir kılmağa çalışmanın ilk etkisi üretim maliyetlerinin baskılanması, olmazsa fiyatların tehditle sindirilmesidir. Toki inşaatları ile şehrin içine serpiştirilen fakirliğin tekstil ve hizmet sektörleri ile beslenmeğe çalışılmasının sonuçlarıyla baş etmeğe çalışmak beyhude bir çabadır. Bölgesel asgari ücret şarttır. Kars, Mardin veya Rize’de ki asgari ücretle İstanbul’da ki aynı şey değildir. (İst. Üniv. Şehir Pol. Uyg. ve Araş. Merkezi Basın Bülteni 1.2.2019) 

Günümüz lojistik alt yapısı düşünüldüğünde büyükşehirlerde tekstil gibi ucuz işgücüne dayalı sektörlerin olması sadece şehir yoksulluğunu beslemekle kalmaz aynı zamanda güvenlik, trafik, sağlık, ve eğitim alanlarında devletin sırtına yük bindirir.   

Faizi indir kaldır ile sorun çözülecek olsaydı ekonomisi en gelişmiş ülkeler Türkiye, Arjantin ve Güney Afrika olurdu. Peki bu üç ülke yerine Almanya, Singapur, Güney Kore ve Japonya ise sebebi ne ola ki? Endüstriyelleşmek olabilir mi acaba(?) Ayrıca endüstriyelleşen toplumların suç istatistikleri de düşer.  

İstanbul, Ankara ve İzmir’de aylık 3.750 TL altı net maaş veren sektörlerin olmaması gerekiyor. Bir şehrin büyümesi için nüfusun artması değil gelirin yükselmesi gerekiyor. Fakat bu muhalefet belediyelerinde asgari ücret müzayedeleri ile olacak iş değil. Çalışan nüfusun neredeyse üçte birinin asgari ücretle geçindiği bir ülkede sorunun işsizlik değil ücret yetersizliğine bağlı sayısal dengesizlik olduğunu ne zaman anlayacağız. Türkiye’de çalışan her üç kişiden biri asgari ücret alıyor. Karşılaştıracak olursak Almanya’da 45 milyon çalışandan 4 milyonu asgari ücretli iken Türkiye’de 28 milyon çalışanın 10 milyonu asgari ücretle geçiniyor. (Kaynak: Almanya expatica.com / Türkiye TÜİK & DİSK-AR) Tamam orada da sebzeler daha pahalı ama bunun için endişelenen kişi sayısı Türkiye’nin neredeyse onda biri… 
Bunu bir örnekle açıklayacak olursak; 2.825 lira kazanan bir ablamızın çocuğunu kursa göndermesi veya özel ders aldırması mümkün değildir. MEB verilerine göre 438 bin (STK’larına göre ise 700 bin) atanamayan/işsiz öğretmen var. Düşük gelirli sebebiyle nitelikli eğitimlinin iş havuzu daralır. İşbu sebeple asıl konu işsizlik değil düşük gelirdir.      
Meslek örgütlerinin artık taleplerini çeşitlendirmeleri gerekiyor. İstanbul ve Ankara’daki muhasebecinin maddi yükü ile Çankırı, Yozgat veya Adıyaman’dakinin aynı mı(?) 

2019’un bulunamayan ürünleri (Soğan ve patates) 2020’de tabiri caizse tarlada kaldı. Niye? Patates ve soğan tüketmekten mi vazgeçtik, tabi ki hayır! Bir önceki sene kriz gören ürünü çiftçi ertesi sene ektide ekti. Tarım Bakanlığı da önlem almak yerine seyretti. Sonuç fiyat istikrarı olmayan ancak tarlada eriyen ürünler. Bu sene tarlada kalan ürünün sonraki sene ekilmemesi ve ertesi sene yine kıtlık yaşanması. 

Fiyatların vitrinde kontrolü ve baskılanması, “Ölünün arkasından sövmeğe benziyor”! Vitrindeki fiyat o ürünün artık son kullanıcıya ulaşarak “öldüğünün” resmidir. En başa dönüp üretimin daha tohum toprağa düşmeden planlanması gerekiyor. “Fiyat istikrarı” ben bildim bileli Merkez Bankasının kullandığı cümledir lakin çiftçi ve sanayicinin sırtına binen mazot, elektrik, doğalgaz, işçi ve vergi zamlarıyla neyin istikrarının nasıl sağlanacağını merak etmiyor değilim.   
Daha uzar gider ama ama başka bir yazıda sektör sektör anlatırız. 

Önceki ve Sonraki Yazılar