Darbe, kalkışma ya da işgal adına ne derseniz deyin organize illegal faaliyetlerin beslendiği en temel kaynak devlet otoritesizliğidir. Bu otorite zafiyeti kimi zaman sistemli bir ihanetten, kimi zaman da gaflet ve delaletten zuhur eder. Geriye doğru baktığımızda tüm darbe süreçlerini hazırlayan zeminin, devlet otoritesinde doğan zafiyete dayandığını görürsünüz. Kimi zaman askeri kimi zaman siyasi ama muhakkak bir otoriter erozyonla karşılaşırsınız.
Yarım yüzyıla yaklaşan PKK odaklı kalkışmanın arka planında, bu ayrılıkçı terör örgütünü büyütüp beslemede de bir otoriter zafiyet görmek mümkün.
Fetullahçı Terör Örgütü ve TSK içindeki farklı grupların ittifakıyla sergilenen 15 Temmuz kanlı darbe ve işgal girişimini de bu çerçevede okumak mümkün.
1970’lerden 15 Temmuz 2016’ya gelen süreci bir bütün olarak analiz ettiğinizde, devletin egemenlik alanını kontrol amacı güden ve dahi devlet içerisinde kendi örgütlenmesine dayalı paralel bir devlet tesis etmeyi amaçlayan Fetullahçı Terör Örgütünün, otorite zafiyetinin bir sonucu olarak bu amacını büyük oranda başardığını görüyorsunuz.
15 Temmuz sonrası ortaya çıkan tabloya baktığımızda örgütün devlete değil devletin örgüte sızdığı gibi bir nitelemek yapmak bile abesle iştigal değil.
Devletin sinir uçlarını örgütün kontrol ettiğini, istihbarat ve güvenlik bürokrasisinde, ekonomi kurumları ve hariciyede, eğitim ve mülki idarede; velhasıl örgütün en stratejik makamlarda egemen olduğunu görüyoruz.
Bu özeleştirileri yapmadan, bu süreçlerde oluşan otoriter zafiyetin dayandığı gerçeklere ulaşmadan benzer tehditleri bertaraf etmemiz de imkansız.
Zannedersem Sayın Cumhurbaşkanı’nın önüne bu anlamda kallavi bir dosya konulmuş olmalı ki saatler önce, “17-25 Aralık sürecinde tüm arkadaşlarımız bizi tam anlamış olsaydılar 15 Temmuz belki olmayabilirdi” mealinden açıklamalarda bulundu. Geldiği siyasi referans ve geleneklerine bağlılık noktasında sayın Cumhurbaşkanı’nın, Fetullahçı Terör Örgütü’nü asla bir “cemaat” oluşumu olarak değerlendirmediğini, iktidar fırsatını yakaladığı ilk günden bu yana bu yapıya dair yakın çevresini uyardığını, örgütün devletin egemenlik alanına girme hamlelerine fırsat verilmemesi gerektiği telkinlerinde bulunduğunu biliyoruz. Örgüt tabanının sisteme dahil edilip yönetim kademesinin tasfiyesi noktasında öneriler getirdiğini de… Ancak ne var ki örgütün sızma stratejisi sadece devletle sınırlı olmadığından, siyaset kurumunun da sızma hedefi açısından önemli bir potansiyel olarak görüldüğünden, sayın Erdoğan’ın bu çabaları en yakın çevresinden bile bir türlü gerekli desteği görmedi.
İşte bu tezi doğrulayan ifadeler yine Cumhurbaşkanı’ndan geldi. Yaptığı açıklamada, yakın arkadaşlarını kastederek, “Fakat anlayamadılar. Anlayamadıkları gibi bu alçaklara o dönemde toz kondurmayan; onların böyle kötü niyetlerinin olmadığından bahseden arkadaşlarımız da vardı” diyen Erdoğan, yazımın başında sözünü ettiğim otorite zafiyetinin de kaynağına işaret ediyordu.
Peki 15 Temmuz’dan sonra anladılar mı?
Üzülerek ifade edeyim ki; 2014’ten bu yana bir devlet politikası haline dönüşen FETÖ ile mücadeleyi 15 Temmuz’dan sonra bile anlamayanlar var maalesef. Hatta arkadaşlık, dostluk hukuku kılıfıyla örgütün halen aktif olan kripto hücreleri ve bu hücreleri kontrol eden önemli isimleri koruyanlar var.
Daha acı olan ne biliyor musunuz? Sayın Cumhurbaşkanı'nın işaret ettiği o "arkadaşları" hala AK Parti'de ve hala onlara dair ne etik kurulu ne de disiplin kurulu harekete geçirilmiş değil.
Keşke zaaf bu kadarla sınırlı olsa...
Mesela örgütün 2010’lardaki MİT Müsteşarı yapmak istediği bunu başaramayınca TRT’nin başına gelmesine vesile olduğu ismi birileri “arkadaşı” olduğu için koruyup kolluyor. Bu ismin TRT Haber Dairesine atadığı bürokratla, görevi gereği 3,5,10 kez telefon görüşmesi yapan alt kadrolardaki isimler bu görüşmelerden dolayı şüpheli listesine alınırken, o bürokratı ‘özel’ olarak atayana 15 Temmuz’dan bu yana FETÖ’nün ‘F’sinin bile sorulmamış olması, sayın Cumhurbaşkanı’nın hala anlaşılmadığının delili değil mi?
Birçok belediye çalışanı, Bank Asya’daki hesapları yüzünden ihraç edilir tutuklanırken, finans kuruluşunda maaş hesabı açtıran, belediye tahsilatları için o finans kuruluşunu da tercih eden Belediye Başkanlarına dokunulmaması 15 Temmuz’un da doğru anlaşılmadığının ispatı değil mi?
Çocukları devletin çalışma izni verdiği okullarda okurken bu okul taksitlerini Bank Asya’ya ödediği için örgüte finans sağlamakla suçlanıp tutuklanan ya da kamudan ihraç edilen binlerce isim varken, örgütün en önemli finans kaynağı olan imar rantlarında imzası bulunan Büyükşehir, il ya da ilçe Belediye Başkanlarının elini kolunu sallayıp gezmesi 15 Temmuz’un hala anlaşılmadığının kanıtı değil mi?
Örgüte yardımlarını 16 Temmuz günü kestiği bilinen, örgüt okullarındaki kendileri ya da birinci derece yakınlarının ismini 16 Temmuz günü sökenlere dokunulmamasının bir izahı var mı?
15 Temmuz’a kadar kendileri ya da yönetimlerindeki isimlerin çocuklarını örgüte ait okullara gönderdiği milli eğitim kayıtlarında ispatlı olan İl, ilçe ya da belde yöneticilerine dokunulmaması sayın Cumhurbaşkanı’nın hala anlaşılamadığını göstermiyor mu?
17/25 Aralık ve 15 Temmuz süreçlerinde Emniyet gibi kurumların üst düzey yöneticisi olmasına karşın dokunulmayan, bu yetmezmiş gibi daha birkaç ay önce terfilerine oy birliği ile karar verdikleri yüzlerce ismin FETÖ’den açığa alınması ya da tutuklanması gerçeği bir kenarda dururken bu isimlerin hala koltuklarında oturması ve FETÖ ile mücadele sürecinde etkin olması sayın Cumhurbaşkanı’nı anlamakta zorlanan arkadaşlarının olduğunu göstermiyor mu?
HSYK’nın örgütün en temel iletişim ağı olan ByLock’u en somut delil olarak açıklamasına karşın, kimi il Cumhuriyet Başsavcısı kimi Kurul üyesi isimlerin bu iletişim ağını kullandığı tespit edilmesine rağmen, MİT’ten gelen listelerin kalbura döndürülmeye çalışılması, hala sayın Cumhurbaşkanı’nı anlamayanların varlığını göstermiyor mu?
Bu listeyi öyle uzatabilirim ki… Ve eminim bu yazı yayınlandıktan sonra sizlerin de altına ekleyeceğiniz yüzlerce, binlerce örnek olacaktır.
Maksadım birilerini töhmet altında bırakmak, korku temelli kaos yaratmak değil. Ancak sayın Cumhurbaşkanı, 17/25 Aralık’ı bazı arkadaşları anlamış olsaydı 15 Temmuz olmazdı demişken, 15 Temmuz’u bile onca şehit ve gaziye rağmen hala anlamayan ve dahi tıpkı o 15 Temmuz öncesi olduğu gibi bu örgüte ahbap-çavuş ilişkisi arkadaşlık-dostluk bağı nedeniyle toz kondurmayanların varlığını hatırlatmak da görevimiz.
Aksi halde yeni bir acı sürecin vicdani sorumluluğundan kaçamayız, kimse kaçamaz.