Muhalefetin, 26 milyonu aşkın oyla kendisi yüzde 52 marjını aşmış partisi de oylarında düşüş olmasına karşın seçimi birinci sırada tamamlamış ve en yakın partiyi neredeyse ikiye katlamış bir lider ve partisine “seçimin kaybedeni” nitelemesi yapıp kendisini de “başarılı” ilan ettiği bir ülkede sandık sonuçlarını değerlendirmek pek kolay iş değil.
Hele on yıllardır ülkenin başına musallat edilmiş bölücü terör örgütüne iradesini teslim etmiş ve adeta örgütün bir kolu olan siyasi örgütlenmeyi, kendi seçmenini oy vermeye yönlendirip yüzde 4’e yakın bir destekle parlamentoya taşımayı “başarı” olarak nitelendiren bir muhalefete hala yüzde 20’leri aşkın oy verebilecek bir kitlenin olduğu bir ülkede seçim sonucu değerlendirmesi yapmak gerçekten zor.
Siyaset sosyolojisi açısından bakıldığında hemen her şeyin iktidar partisi aleyhine geliştiği, insan yaşamına dokunan kararların iktidar partisi aleyhine kolaylıkla işlenebileceği, küresel ekonomik sistemin döviz kurundan piyasa fiyatlarının manipülasyonuna kadar bir çok alanda iktidarı zorda bırakacak hamlelerinin birbirini izlediği bir ortamda bile kaybedilmiş bir seçimi kendisi açısından “başarı” iktidar açısından ise “yenilgi” olarak nitelendiren bir muhalefet anlayışını analiz etmek için siyaset bilimi, toplum sosyolojisi ya da siyaset sosyolojisi gerçekten yetersiz kalıyor. Fantezi dünyanızın geniş olması bile bu anlayışı izaha kafi gelmiyor. Ana muhalefet için söylenebilecek tek şey; 24 Haziran’ı, Genel Başkanlık yarışı parantezinde gördüğü ve bu yönde bir mücadelenin zemini kabul ettiği değerlendirmesinden başka söylenecek söz yok. Bu arada İP’e 15 vekil, terör örgütü PKK’nın kolu olan HDP’ye baraj geçirme hamlelerindeki ustalığı için hakkını verip “siyasetin Eğreti Gelini” nitelemesini es geçmeyelim.
Gelelim İktidar cenahı ve Cumhur İttifakına…
24 Haziran’ın MHP açısından çizdiği tabloyu; “Ülkücüler yeniden MHP’de toplanması, MHP’deki ülküsüzlerin tasfiyesi ve Ülkücülerin tek adresinin MHP olduğu şeklinde okumak mümkün...
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde izlediği siyasi stratejinin bir ürünü olarak, 7 Haziran seçim sonuçlarına dair açıklamada, “seçmen Başkanlık Sistemine onay vermedi” vurgusunun etkisiyle Başkanlık Sistemi AK Parti’nin gündeminden düşmüşken, “getirin teklifinizi” çıkışıyla sadece 24 Haziran değil 24 Haziran ile başlayan dönemin de mimarı olan MHP Lideri Devlet Bahçeli, 24 Haziran’da izlediği istikrarlı politikayla Erdoğan’dan sonra seçimin ikinci muzafferi olmayı başardı. Cumhur İttifakının parlamento çoğunluğunu elde etmesi noktasında MHP ve Devlet Bahçeli’nin rolü hiç kuşku yok ki; Erdoğan dışındaki AK Partili Genel Merkez ve Teşkilat yöneticilerinden misliyle fazla.
Aynı şekilde, AK Parti cenahında, “Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyunu Erdoğan’a verip milletvekili seçiminde başka partiye vereceğini söyleyenlerin FETÖ ağzı ile konuşmakla, hainlikle” suçlandığı bir dönemde, Erdoğan’ın miting konuşmasına, “Cumhurbaşkanlığında oyunu kendisine verip milletvekilliğinde AK Parti dışında bir partiye oy vermenin münafıklık olarak nitelendiren” ifadelerin eklendiği bir ortamda, MHP Lideri Bahçeli, katıldığı bir televizyon programında, “Cumhur ittifakının Cumhurbaşkanı adayının Erdoğan olduğu, milletvekili seçiminde Cumhur İttifakına oy verenlerden MHP’lilerin MHP’ye AK Partililerin de AK Parti’ye oy vermesi gerektiği, doğru olanın bu olduğu” yönündeki açıklamasıyla ittifaka sokulmak istenen nifakı da ters yüz etmiştir.
Bahçeli, 15 Temmuz’dan sonra gelişen Yeni Kapı Ruhunun gereği olarak nitelendirdiği siyasi çizgiyle, bugün yasama çalışmaları noktasında partisini kilit konumuna çevirmiş, Başkanlık Sisteminin tesisi ve Yeni Türkiye’nin sistemsel inşa sürecinde Ülkücü hareketin edilgen bir pozisyonda bulunmasının yolunu açmıştır. Hepimiz biliyoruz ki; Türkiye’nin seçimlerine müdahil olan Küresel Sistem, Başkanlık Sistemine geçiş ve sistemin inşa sürecinde, AK Parti’nin müttefikinin Ülkücü hareket yerine etnisite odaklı bölücü ve ayrılıkçı terörün “yasal” paydaşı olan HDP olmasından yanaydı. Tıpkı Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde çoklu iktidar yapısının içerisine sisteme dışardan müdahalenin aparatı olacak gayri milli unsurlar ve bunların zihniyetini monte ettikleri gibi Yeni Sisteme de ilerde müdahaleyi kolaylaştıracak işbirlikçilerini monta etmeyi planlıyorlardı, üstelik bu planın AK Parti içerisindeki destekçilerinin sayısı hiç de yabana atılmayacak kadar çoktu. MHP lideri Devlet Bahçeli bu tehlikenin farkındalığıyla partisini Yeni Sistemin inşa sürecinin paydaşı yapmakla kalmadı aynı zamanda fren-denge sisteminin ana unsuru haline getirdi.
Gelelim 24 Haziran’ın AK Parti açısından çizdiği tabloya… Bu tabloyu analiz etmeden önce seçim öncesi AK Parti’nin röntgenini çekmekte yarar var.
Mesela; AK Parti ile Recep Tayyip Erdoğan arasındaki makasın açıldığına dair çok yazıp çizdik. FETÖ ile mücadeleden PKK’yla mücadelede yaşanan ve güvenlikçi politika ağırlıklı paradigma değişimine kadar bir çok alanda AK Parti Genel Merkez yönetimi ile Erdoğan arasında açılan makas bariz bir şekilde ortadaydı. AK Parti Genel Merkezi, İl ve İlçe Kongrelerindeki tercihleriyle, Erdoğan’ın FETÖ ile mücadele noktasında belirlediği keskin çizgileri flulaştıran listeleri öne çıkardı.
Erdoğan’ın “FETÖ ile en ufak ilişkisi olanları teşkilatlara yanaştırmayın” çıkışından sadece birkaç hafta sonra başlayan İl İlçe kongrelerinde, bırakın en ufak ilişkisi olanı; 2015 Ağustos ayına kadar örgüte ait Bank Asya’nın avukatlığını yaptığına dair mahkeme tutanakları ortaya çıkanları, 15 Temmuz’dan sonra gözaltına alınan ya da tutuklanan üstelik kendi bölgelerinde örgütle ilişkisi herkesçe malum olan sermaye ağırlıklı isimlerin avukatlığını yapanları, Erdoğan’ın 17/25 Aralık’tan sonraki bütün çağrılarına rağmen üstelik 15 Temmuz hain darbe girişimine kadar çocuklarını FETÖ okullarında okutmaya devam edenleri listelere almakta hiçbir beis görmediler.
Bu duruma isyan eden, sesini Erdoğan’a duyurmaya çalışan tabanı ise “fitnecilikle” itham edip, konuları belgeleriyle gündeme getirmeye çalışan yazar-çizerleri de “partiyi dizayn etmeye çalışmakla” suçladılar.
Bütün bunlara karşın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nden hissedilen hatta duyulan bu isyanlar, bu karşı çıkışlar, tabandaki bu ayağa kalkış neticesinde bazı isimlerle ilgili talep edilen raporlarda, gerçeğin örtüldüğü, tamamen örtülemeyecek kadar ayyuka çıkanlar için ise “17/25 Aralık’tan sonra hiçbir ilişkisinin olmadığı, bağını kopardığı” vurgularına başvurulduğu ve bu yolla İl ya da İlçe Başkanı olarak atanmaları ya da Yönetim listelerine yazılmalı yönünde “tensip” alındığı ortaya çıktı. Öyle ki; bu gerçeği örtme konusunda pek bir mahir olan halka; Genel Merkez Kongresi’nde hakkında FETÖ soruşturması devam eden bir ismi Genel Merkez MKYK’sına yazdırmayı bile başardı. Aynı halka; Ağır Ceza Mahkemesinde görülen FETÖ Çatı davasının en kritik sanıklarından birini Genel Merkez’de görevlendirmeyi bile başardı. Nihayetinde Genel Merkez MKYK’sına alınan kişi, kongreden sadece 8 gün sonra hakkında devam eden FETÖ soruşturmasından takipsizlik alarak, Genel Merkez’e atanan şahıs ise atandıktan sonraki ikinci duruşmada berat alarak AK’landı.
Kendi il ya da ilçelerinde, savcılık ve mahkeme kararına bile gerek duyulmayacak kadar FETÖ ile ilişkileri ayyuka çıkan bir çok ismin listelere yazıldıktan, görevlendirme yapıldıktan sonra Aklanmaları sadece AK parti muhalifi cephenin değil AK Parti tabanının da büyük tepkisini çekti haliyle.
Erdoğan’ın kongre süreci başlamadan önce Yerel Yönetimleri de işaret ederek verdiği ve “metal yorgunluğu” söylemi üzerine oturttuğu değişim ve yenilenme çağrısı AK Parti tabanında ciddi bir sinerji yaratmış, umutsuzluğa düşen kitlelerin umudunu yeşertmişken, bu çağrısının Kongrelerdeki yansıması hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştı. Bunun en önemli sebebi ise; yaptığı değişim ve yenilenme çağrısının fiiliyata geçirilmesi noktasında görev alan isimlerin kendilerinin bu değişim ve yenilenmenin hedefi olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesiydi. Daha açık bir ifadeyle; Erdoğan’ın işaret ettiği değişim ve yenilenme sürecinin asıl hedefleri o süreci yönetenlerdi, haliyle bu değişim ve yenilenme çağrısı hayata geçirilemedi.
Aynı çağrının hedefi olan Yerel Yönetimler açısından da durum farksızdı. Yerel Yönetimler’de değişim ve yenilenme ihtiyacı hissedilen seçim çevrelerinin belirlenmesiyle görevli olanlar asıl değişim ve yenilenme çağrısının muhataplarıydı. Hal böyle olunca, kendisi değişmesi gerekenler, değişecek yenilenecek olan başkanları tespit edince, Erdoğan’ın bu çağrısının hayata geçirilmesi de doğru sonuç vermedi.
Bütün bunların yanında, AK Parti teşkilatlarındaki rant odaklı gruplaşmalar, metal yorgunluğunun ve yozlaşmanın teşkilatların kılcallarına kadar nüfuz etmesi ve buna sorumluluk sahiplerinin tepkisiz kalması,. AK Parti’yi 24 Haziran seçimi öncesi kritik bir eşiğe taşıdı.
Muhalefetin AK Parti ve Erdoğan’a yönelik o azgın saldırılarını tetikleyen biraz da buydu. Yani partinin teşkilat yapılanmasının parti disiplininden uzaklaşması, teşkilat mensuplarının AK Parti’nin deklare ettiği dava bilincini taşımaması ve kimi çıkar ilişkileriyle yozlaşması…
İşte böyle bir atmosferde gidilen 24 Haziran seçimlerinde; AK parti tabanı partiyi yüzde 42 seviyesine çekerek, bizzat Erdoğan tarafından telaffuz edilen “metal yorgunluğu” söyleminin Genel Merkez ve teşkilatlarda hayata geçirilmesi gerektiği mesajını verdi.
Erdoğan’a güvenini bir kez daha sandığa yansıtan seçmen ve AK Parti tabanı, verdiği mesajla bir anlamda Erdoğan’a sırtındaki kamburdan, yani Erdoğan’ın gücünden menfaat devşiren, onun vefa duygusuna ihanet eden Genel Merkez ve teşkilatlardaki zararlı hücrelerden kurtulmanın yolunu açtı.
Çok değil en fazla 9 ay sonra Mahalli İdareler Genel Seçimleri var. AK Parti’nin 24 Haziran’da sandığa yansıyan yüzde 42’lik oranının erkene çekilmemesi durumunda en geç 9 ay sonra yapılacak olan bu seçimde yüzde 30 seviyesinin altına düşme ya da yeniden yüzde 49-50 bandına sıçrama ihtimali yüzde 50’ye 50.
Eğer Eylül’de yapılacağı söylenen Büyük Kongrede Genel Merkezden başlayıp teşkilatlara uzanan bu “yorgun ve yozlaşmış” çarka müdahale edilir, tabanla barışık, yeni bir sinerji ve heyecan getirecek kadrolardan yana tercih kullanılırsa Yerel Seçimlerde yüzde 50 bandı zorlanır hatta aşılabilir. Ama Balkon konuşmasında verilen mesaj o konuşmadan ibaret kalır, tabanın artık neredeyse irite olduğu isimlerle devam edilir ya da bu isimler rotasyon yöntemiyle parti vitrininde tutulursa, değil bugünkü yüzde 42’yi korumak yüzde 30’un altına düşülmesi içten bile olmaz.
Şimdilik bu kadar, lakin; birkaç yazıda daha 24 Haziran seçim sonuçlarına dair karma değerlendirmeleri ve partiler arası oy geçişkenlikleriyle FETÖ ile mücadelede kamudaki varlığını devam ettiren hücrelerin sistematik olarak oluşturduğu mağduriyetlerin sandığa yansımasını yazmaya devam edeceğim.