Binali Yıldırım’ın Genel Başkanlığı’ndaki MKYK ve MYK ile birlikte onun Başbakanlığında 65. Hükümet kuruldu. Kabine ile ilgili herkesin farklı bir pencereden değerlendirme yapması gayet normal. Ama değerlendirmeler, 4 Mayıs’ta başlayan sürecin ruhunu anlamadan yapılınca anlamını kaybediyor, kıymeti de kalmıyor.
Kimi değerlendirmelerde, bir tasfiye beklentisinin hayal kırıklığını görüyoruz kiminde intikamcı yaklaşımları.
Bütün bunlar, 4 Mayıs’ta başlayan süreci manipüle etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor sadece.
Oysa yaşanan değişim gayet basit. Bir uyum sorunu vardı. Maksimum uyum sağlanabilecek bir isimle yola devam kararı alındı. Haliyle birlik ve bütünlüğü bozmadan uyum üzerine inşa edilen yeni dönemin ruhunu yansıtacak bir parti yönetimi ve kabine de kaçınılmazdı.
Tabii ki AK Parti MKYK’sındaki radikal değişimi bir kenara koymuyorum.
Orada, “refiklik hukukunu” en üst seviyede tutacak bir kombinasyon kurulduğu mutlak.
Refiklik ifadesinin kullanılmasından rahatsız olduğunuzun farkındayım; lakin AK Parti’nin 14 yıllık tarihinde, yönetim arasında bırakın “iyi refik değildi” suçlamasını, kamuoyu önünde birbirine karşı mimikleriyle bile sitem etmeme gibi bir gelenek varken, bu ifadeyi basın toplantısında dile getirmek, bir kenara atılacak bir açıklama değil.
Aslında, sürecin fitilini ateşleyen dönemde, bugün AK Parti MYK’sında görevlendirilen Hayati Yazıcı’nın yaptığı şu açıklama bile neyin ne olduğunu anlamamız için önemli ip uçları veriyordu: “Bunlar olağan dışı gibi görünen olağan şeyler. Oluşan sorunları konuşarak, partimizin ilkelerini dikkate almak suretiyle çözümleriz. Partilerde bu tür sorunların yaşanmasını tasfiye edecek olan en önemli karar organı büyük kongredir.”
Nihayet Yazıcı’nın bu açıklamasından sonra AK Parti 2. Olağanüstü Büyük Kongre kararı aldı ve açıklamanın sahibi Yazıcı da yeni MKYK ve MYK’da Siyasi İşler Başkanı olarak görevlendirildi.
Benzer bir kombinasyon kabinede de kuruldu.
AK Parti’nin 4 Mayıs’ta dışa vuran ve tasfiyesi için büyük kongre adres gösterilen “sorunların” ne olduğunu parti organlarındaki radikal değişim ve kabinedeki düşük profilli dizayndan anlamak mümkün.
Daha yalın ifadeyle; yaşanan sürecin temel sebebinin, Genel Başkan ve Başbakan’dan kaynaklı uyum sorunu olduğunu hem parti organlarındaki hem de kabinedeki kombinasyondan anlayabiliyoruz.
Elbette uzun zamandır dile getirdiğimiz ve bu nedenle de fitnecilikle suçlandığımız hatta hızını alamayanların Pelikan Bildirisiyle ilişkilendirmesine kadar uzandığı temel politikalardan sapmayı göz ardı etmiyorum.
AK Parti’yi güçlü kılan temel prensiplerle ana politikaların, “makul uzlaşı” ve “denge politikaları” ile deforme olmaya başladığını kimse reddedemez.
Haliyle, alınan kongre kararının, kongreyle oluşan MKYK ve MYK’nın ve nihayet Bakanlar Kurulu’nun, bu deformasyonu tamir edecek bir omurgaya sahip olması gerekiyordu ve öyle de oldu.
Kabinede yer alan Lütfi Elvan, Mehmet Şimşek gibi isimler için farklı tanımlamalar peşinde koşanlar, önce partide yaşanan sürecin ruhunu anlamalı. Bu ruh, bir tasfiye ya da rövanşist saiklere değil, dağılma ve parçalanmayı getirecek ayrışmanın sinyallerini veren uyumsuzluk ve özden uzaklaşmayı onaracak saiklere sahipti.
Bütün bunları görmezden gelenlerin, bugün parti yönetimi ve kabinenin oluşum sürecini Erdoğan’ın iradesine bağlaması ve bunu bir eleştiri argümanına dönüştürmesi tam bir akıl tutulması.
Kongre salonunda Liderin mesajı okunurken, saygı refleksiyle salonun tamamına yayılan ayağa kalkma güdüsünü üstelik 78 yıldır her 10 kasım günü saat 9’u 5 geçe hareket halindeki aracını bile durdurup araçtan çıkarak ayakta hareketsiz vaziyette bekleyenlerin “ilahlaştırma” diye tanımlaması başlı başına klinik bir vaka.
Hele parti yönetimini Beykoz Konaklarından verilen listeyle şekillendirenler ve yönetim iradesini Kandil’e ipotekleyenlerin eleştirilerini gördükçe “hadiyin oradan idraksızlar” dememek elde değil.
Özetle, AK Parti’de yaşanan değişim ve bu değişimin kabine revizyonunda kendini gösteren kodlarını, bir restorasyon ihtiyacını karşılamaya yönelik stratejik hamle ve Yeni Anayasa ve Sistemsel değişim arzusunu “makul uzlaşı” ve “denge politikalarıyla” ötelemek yerine güçlü bir şekilde karşılayacak irade tesisi diye çözümlemek mümkün.