Amiral Cihat Yaycı: Devlete ne küslük olur ne de kırgınlık olur

Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevinden başka bir göreve çekilince emekliliğini isteyen Amiral Cihat Yaycı uzun süren sessizliğini Habertürk canlı yayınında Kübra Par’a bozmuştu. Röportaj isteklerini geri çeviren Yaycı, AVAZTÜRK'e konuştu

Akdeniz’de sular ısındıkça ismi en çok gündeme gelen kişi şüphesiz Amiral Cihat Yaycı... Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevinden başka bir göreve çekilince emekliliğini isteyen Amiral Cihat Yaycı uzun süren sessizliğini geçtiğimiz günlerde Habertürk televizyonundaki canlı yayında Kübra Par’a bozmuştu. 

Gelen yoğun röportaj isteklerini geri çeviren Amiral Cihat Yaycı, canlı yayından sonra ilk kez AVAZTÜRK’ün sorularını cevaplandırdı.

- AVAZTÜRK:  Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de ve Libya'da faaliyet göstermesinin başlıca nedeni Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Alanını müdafaa etmesi, haklarını savunması. Tüm yaşanan gelişmeler sonucunda, Türkiye'nin artık MEB ilanı yapması için erken mi? Ya da artık MEB ilanını yapmalı mıyız?

- CİHAT YAYCI: Türkiye MEB ilan etmelidir. Ancak Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerini korumak için mutlaka önce Deniz Yetki Alanı Sınırlarını belirlemeli, belirledikten sonra da MEB ilan etmelidir.

Aksi takdirde yanlış ya da eksik hesaplama ile belirlenmiş alan ilan edildiğinde bedelini gelecek nesillerin ödeyeceği bir hata olur. Geri dönüşü de mümkün olmaz.

MEB ilanında 2 farklı yol vardır. Birincisi doğrudan MEB ilan etmek, ikincisinde ise ilgili kıyıdaş ülkelerle anlaşma yapıp MEB ilan etmek. Türkiye ilgili kıyıdaş ülkelerden ikisi ile anlaşma yapmış durumdadır: KKTC (2011) ve Libya (2019)

Diğer kıyıdaş devletler: Mısır, İsrail ve Lübnan'dır. Suriye ile sadece yan sınırımız vardır, MEB Anlaşması imzalanması mümkün değildir.

"Suriye ile MEB Anlaşması yapalım" diyenler maalesef konuyu pek bilmeyenlerdir. Suriye ile en fazla yan sınır çizilebilir. Yan sınır da bellidir zaten.

Diğer devlet Mısır ile ise Anlaşma süreci beklemededir. Türkiye'deki ilgililer  yeterli teknik ve hukuki bilgiye sahip olmadıkları için uzun seneler boyunca maalesef Akdeniz'de karşılıklı kıyılarımız olan devletin sadece Mısır olduğunu sandılar.

Hiçbir zaman Libya, İsrail ve Lübnan ile MEB imzalanabileceğini bilmiyorlardı. Halbuki sadece GKRY’nin ilan ettiği MEB’e ve Mısır, İsrail ve Lübnan ile yaptığı antlaşmalara bakıp aynı yöntemi uygulasalar Libya, İsrail, Lübnan ile de antlaşmalar imzalayabileceğimizi, onlarla da karşılık kıyılarımız olduğunu görürlerdi. Esasen Libya ile yapılan anlaşmanın aynı mantığı İsrail ile de söz konusudur.

Libya ile Kuzeydoğu, Güneybatı hattında sınırlarımız vardır. İsrail ile de Kuzeybatı, Güneydoğu istikametinde karşılıklı kıyımız vardır.

Özetle Libya ile antlaşma mantığı İsrail ile de antlaşma mantığı ile aynıdır. MEB Sahamızın Batı sınırı Libya ile yapılan anlaşma sonucu son halini almıştır. Lakin Doğu sınırlarımız hala daha Lübnan ve İsrail göz ardı edilerek hazırlanmaktadır. Bu eksiklik bir an önce giderilmelidir.

MEB ilan edilirken, eğer kısa vadede andlaşma imzalanmayacaksa, sanki Lübnan ve İsrail ile de anlaşma yapmışcasına sınırlar belirlenmeli, daha sonra MEB ilanı yapılmalıdır.

Aksi takdirde mevcut MEB sahası ile ilan edilirse, gelecek nesillerin kaybı anlamına gelir. Sonuç olarak şunu söylemek gerekir: MEB ilan edilmelidir, ancak önce sınırlar iyice belirlenmelidir. İsrail ve Lübnan ile anlaşma yapılmalıdır, lakin kısa zaman içerisinde bu anlaşma mümkün gözükmüyor ise sanki anlaşma yapılmışcasına sınırlar belirlenmeli ve ilan edilmelidir.

Böyle bir MEB sahasında hiçbir şekilde kıyıdaş ülkelerin hak kaybı olmaz ve şu ankinden daha fazla deniz alanına sahip olurlar. GKRY'nin gasp ettiği alanları Türkiye anlaşmalarla veriyor. Herkes kazanır, kaybeden sadece GKRY olur.

İsrail ile anlaşmaya yapmaya karşı çıkanların arkasında Yunan Rum lobileri vardır. İsrail ile anlaşma yapmak demek, aslında Filistin ile de anlaşma yapmak demektir. Çünkü karşılıklı kıyı olan bölgede Gazze Şeridi vardır.
O yüzden İsrail ile anlaşma yapmaya karşı çıkanlar aslında Filistin ile de anlaşma yapmaya karşı çıkmış olurlar. Filistin'in de deniz alanının büyümesine engel olunmaktadır. Bu konuyu herkesin kavraması gerekmektedir."

- AVAZTÜRK: Geçtiğimiz günlerde Yunanistan Cumhurbaşkanı Eşek Adası'nı ziyarete gitti. Daha sonrasında Türkiye'den de farklı mertebelerden açıklamalar geldi. Siz bu ziyaret hakkında ne düşünüyorsunuz? EGAYDAAK Konusu hakkında bir kitabınız da var ve Eşek Adası'nın EGAYDAAK Konusuna dahil olması önemli.

- CİHAT YAYCI: Aslında Eşek Adası'na gerçekleştirilen bu ziyaret ilk değil. Konu, 1947'den bugüne kadar gelen bir konudur. Türkiye ise bu konuların gerçek anlamda farkına ancak 1996  yılında Kardak krizi dolayısıyla vardı.
Bu bağlamda  Eşek Adası'nda daha önceden Türkiye'nin hakimiyeti vardı, daha sonra hakimiyetini kaybetti demek çok yanlış olur. Türkiye bu adaların Yunanistan’a devredilmediğini hukuki boyutta ancak 1996’da kavrayabilmiştir...

Esasen bu farkındalık yeni de değildir. 1936 yılında zamanın İçişleri Bakanı Aydın Milletvekili Şükrü Kaya bir takım çalışmalar yapmıştır.

Bunun neticesinde 1800’e yakın ada, adacık ve kayalığa Türk bayrağı astırmış, tabelalar diktirmiş ve hatta bazılarına jandarma nöbet kulübeleri koydurmuştur.

Lakin o tarihten sonra EGAYDAAK konusuna gerek 2. Dünya savaşı ve gerekse 1947 Paris barış antlaşması süreci nedeniyle gereken önem verilmemiştir. Türkiye dediğim gibi bu konuya 1996 yılında Kardak Krizi sırasında detayı ile farkına varmıştır.

Dolayısıyla bu ziyaret onlarca senedir yapılmaktadır. O nedenle Türkiye'nin bu konunun araştırılması neticesinde Egemenliği Yunanistan’a antlaşmalarla devredilmemiş olduğu ortaya çıkan 152 Ada, Adacık, Kayalık Grubunun ismen açıklanması lazımdır. Bir kere  bir uçağın, bir geminin o bölgedeki davranış kurallarının belirlenmesi açısından neresi EGAYDAAK neresi değil ortaya konması gerekir diye düşünüyorum.

Sanıyorum malum Eşek Adası ziyareti hakkında yorum ve değerlendirmelerde bulunmaya yetkili makam Türk Dışişleri Bakanlığı'dır. Onlar konuyu mutlaka değerlendiriyordur. EGAYDAAK konusu her açıdan önemlidir. Ege'de kıta sahanlığı bakımından önemlidir, karasuları açısından önemlidir ve toprak açısından önemlidir.

EGAYDAAK'ların yüz ölçümü neredeyse Trakya'ya yakındır. O yüzden bu konuya çok özel önem verilmesi gerekir. Bu şu demek değildir; illa ki askeri tedbir uygulayalım demek değildir. Bunlar diplomasi yoluyla çözümlenecek konular, müzakere konularıdır."

EGAYDAAK konusu açıklığa kavuşturulmadan Ege’de hiçbir konu açıklığa kavuşturulamaz. Detaylar Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan “Yunanistan Talepleri” kitabımda soru cevap şeklinde vardır.

- AVAZTÜRK: Yazmış olduğunuz kitap ve devletin girişimleri sonucunda Libya'nın Meşru Hükümeti ile bir MEB Anlaşması imzalandı ve E-F noktaları belirlendi. Ek olarak mevcut hükümet ile Askeri İş Birliği Anlaşması da imzalandı ve Türkiye artık Libya'da resmi olarak bulunan tek dış ülke olmuş oldu.

Türkiye'nin yapmış olduğu anlaşmayı başarıyla sahaya da yansıttığını son dönemde izliyoruz. Siz Libya'da yaşanan olaylara baktığınızda ne görüyorsunuz? Türkiye'nin Libya'da verdiği mücadele domino etkisi yaratır mı?

- CİHAT YAYCI: Libya ile anlaşma yapılmış, bu anlaşma hem Libya'nın hem de Türkiye'nin yararına olmuştur. Bugüne kadar Uluslararası Hakem Mahkemelerinin  ve Adalet Divan  kararlarının belirlediği esaslara göre bir anlaşma yapılmıştır.

Libya’da Yunanistan'ın onlara vereceği deniz alanından çok daha fazlasını bu antlaşma ile kazanmıştır.
Bu anlaşma sayesinde Türkiye Cumhuriyeti ve Libya Devleti denizden komşu olmuşlardır.

Denizden komşuluk ile karadan komşuluk arasında hiçbir fark yoktur. Bir kere biz denizleri de Vatan'ın bir parçası olarak kabul etmeyi, içselleştirmeyi öğrenmeliyiz.

Libya'da ne oluyorsa; Suriye'de, Irak'ta, KKTC'de  ne olduğu kadar bizi ilgilendiriyor. O nedenle Libya'daki Barış ve İstikrar, Türkiye'deki Barış ve İstikrar ile yakından alakalıdır. Türkiye şu ana kadar süreci gayet iyi yönetmiştir.
Bundan sonraki süreç daha zorlu bir süreçtir. Çünkü diğer aktörler de Libya'ya dahil olmak isteyecektir. Türkiye ise  dostluk, kardeşlik, Mazluma yardım Mağdura destek için oradadır.

Diğer ülkeler ise emperyalist amaçlarla oradadırlar, Libya halkına bu anlatılmalıdır. Aksi takdirde kara propaganda neticesinde Türkiye'nin oradaki emperyalist güçlerle bir tutulma olasılığı çok yüksektir.

Hatta ülkemizde bile bu konuda maalesef çok ters algı operasyonları yapılmaktadır. “Libya’da ne işimiz var vs “ gibi görüşler bu konjonktürde Türkiye'nin menfaatlerine  hizmet etmez görüşündeyim.

Biz orada da milli menfaatlerimizi korumak zorundayız.  Milli menfaatlerimizi, Libya halkının menfaatleri ile örtüştürerek yapmalıyız. Her iki milletin menfaatleri korunmalı, desteklenmeli, geliştirilmelidir. Kazan kazan anlayışı uluslararası ilişkilerin temel prensibidir.

Bu ortak noktaları bulduktan sonra zaten Türk Milleti de mutlu olur, Libya halkı da mutlu olur. Bu konuya üzülecek olanlar da yine emperyalist devletler olur.

Türkiye  bu süreci gayet iyi yönetmiştir, bunda sayın Cumhurbaşkanı'nın iradesi hakikaten esas unsurdur. Libya antlaşması Sayın Cumhurbaşkanımız sayesinde imzalanmış ve hayata geçirilmiştir.

Bunu özellikle vurguluyorum, sayın Cumhurbaşkanımız türlü engel ve zorluklara rağmen net bir dirayet ortaya koymuştur, anlaşmanın imzalanmasını ve hayata geçirilmesini sağlamıştır.

Evet fikir benimdir, benden önce Libya konusunda böyle bir konuda hiçbir yapılmış çalışma vs de yoktur. Bunun aksini kimse söyleyemez. Bu ayrı bir şeydir. Ama hayata geçiren ve anlaşmayı imzalattıran sayın Cumhurbaşkanı'dır. Hakkı hak sahibine  teslim etmek gerekir.

Eğer o siyasi ve irade gösterilmemiş olsaydı benim makalem ve kitaplarım da hayata geçmeyen fikirlerle dolu milyonlarcası gibi kütüphane raflarında kalırdı."

- AVAZTÜRK: Kübra Par ile yaptığınız söyleşide İsrail ile MEB Anlaşmasını keşke yapabilsek dediniz ama İsrail ile olmuyorsa Filistin ile anlaşalım, bu olay sonucunda İsrail de anlaşmak isteyecektir dediniz.
Ama Filistin geçtiğimiz hafta Yunanistan'ın başı çektiği "Doğu Akdeniz Gaz Formu"na katılma kararı aldı. Bu kararı nasıl değerlendirirsiniz ?
 

- CİHAT YAYCI: Devletler menfaatlerine göre hareket ederler, devletlerin dostlukları veya düşmanlıkları yoktur. Menfaatleriniz uyuşursa dostsunuzdur, menfaatleriniz çakışırsa düşmansınızdır. Önemli olan ortak menfaatleri bulabilmektir.

Onun için bu devlet şunu yaptı anlaşma imzalamayalım, şu devlet bunu yaptı anlaşma imzalayalım yaklaşımı doğru değildir. Bu konular, bunların dışında düşünülmesi gereken uzun soluklu devlet menfaatleri konularıdır. Günlük, yıllık ve hatta 10-20 yıllık süreçlere bakılarak bu tür konularda davranış kodu geliştirilemez, geliştirilmemelidir.

Türkiye şunu düşünmelidir, Türkiye yapacağı bu anlaşmanın ya da sanki anlaşma yapmışcasına çizeceği bir sınırın Türkiye'nin menfaatlerine uygun olup olmamasına bakmalıdır.

Filistin ya da İsrail ile yapılacak olan bir anlaşma Türkiye'nin menfaatlerine midir ? Evet, elbetteki menfaatinedir. Çünkü deniz alanı kazanmaktadır. Dolayısıyla gerisi teferruattır.

Filistin'in Doğal Gaz Formu'na katılması menfaatleriniz dışındaysa o konuya başka türlü yaklaşacaksınız. Başka türlü tepki göstermek ve yaptırımlar uygulamak gerekir.

Yoksa Filistin’e tepki göstereyim derken Türkiye’nin deniz alanı kaybetmesine neden olmak pragmatik ve rasyonel bir davranış şekli olmaz diye düşünüyorum.

Yani Filistin’e tepki için MEB Anlaşması imzalamayalım dersen kaybedersin, zaten Filistin'in kaybedecek bir şeyi yok. Sen neden kaybediyorsun ? Bu anlayış doğru bir anlayış değildir. İsrail ile anlaşma yapmayalım diyen insanların görüşünün bir başka halidir bu.

Bizim ortak çatımız Vatanseverliktir. Vatanseverliğin sağı, solu, kuzeylisi, güneylisi olmaz. Biz Vatansever olarak sadece ve sadece Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyetinin hak ve menfaatlerini düşüneceğiz.
Bu konular kısır ideolojik görüşlere kurban edilmeyecek kadar önemlidir."

- AVAZTÜRK: Geçtiğimiz aylarda yaşanan ve sizi istifaya sürükleyen görevden alma süreci  hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz ?

- CİHAT YAYCI: İstifa Mektubumda her şey yazılıdır, tüm düşüncelerimi ortaya koymaktadır. Bu konuda konuşmayacağım. Ama şunu söylemek isterim ki, devlet baki şahıslar fanidir. Önemli olan devletin bekasıdır.
Biz Devletimizin ve Milletimizin hizmetkarıyız. Şu veya bu şekilde, vergisini veren vatandaş, çalışmalar yapan akademisyen, derslerinde başarılı olan her öğrenci de bizim gibi birer hizmetkardır. Devlete ne küslük olur ne de kırgınlık olur."

- AVAZTÜRK: Türkiye, Lübnan ile MEB İmzalarsa ne gibi kazanımlar elde eder ? Mevcut konjonktürde Lübnan ile bu konu üzerinden masaya oturulması mümkün müdür ?

- CİHAT YAYCI: Lübnan ile anlaşma konusu çok önemlidir. Karpaz Burnu ince ve uzun bir burundur ve bu burun Türkiye gibi bir Anakara’nın önünü engelleyemez, kapatamaz. Bu deniz hukukunda temel prensiptir... Hele hele böylesine ince bir burun...

Dolayısıyla Türkiye bu kapatmama ilkesinden hareketle Lübnan ile anlaşma imzalayabilir, ki imzalaması da gerekmektedir. Bu durumda Türkiye ciddi bir Deniz Yetki Alanı kazanır.

Kim kaybeder ? GKRY kaybeder. Kazanan yine Türkiye ve Lübnan olur. Türkiye’nin kazanması pratikte KKTC’nin de kazanmasıdır.

- AVAZTÜRK: Bu denli önemli açılımı olan bir anlaşmaya dair hazırlıklar sürerken Beyrut’ta yaşanan patlama size de manidar geldi mi?

- CİHAT YAYCI: Lübnan ile deniz yetki alanları antlaşması yapalım dedik, akabinde bu olay oldu... 2010 yılında Libya ile yapalım dedik, Kaddafi devrildi... Mısır ile yapalım dedik Mursi devrildi... Enteresan...

- AVAZTÜRK: Son zamanlarda büyük topraklar kaybeden Hafter çareyi Ateşkeste aramaya çalışıyor. Rusya ve Hafter kanadından sürekli ateşkes çağrıları duyuyoruz.

Türkiye ve UMH'den de Sirte ve Cufra alınmadan ateşkese sıcak bakılmadığını biliyoruz. Siz Sirte ve Cufra için ne düşünüyorsunuz ? UMH'nin stratejisi hakkında konuşabilir miyiz biraz ?

- CİHAT YAYCI: Bence önemli olan Libya'nın birlik ve bütünlüğüdür. Doğu ve Batı Libya bir takım emperyal güçlerin (Yunanistan da buna dahil olmak üzere) fikridir. Bizim bunu kabul etmememiz gerektiğini düşünüyorum.

Aksi takdirde Libya'nın Doğusunda Hafter gibi bir yönetim söz konusu olursa bizim Deniz Yetki Alanı Sınırlandırma anlaşması imzaladığımız bölgede Yunanistan ile de bir anlaşma imzalamaya kalkabilirler.

Ama böyle bir durumda da hiç endişe etmeye gerek yok, hangi yönetim gelirse gelsin Türkiye kendi arsasının çitini çekmiştir. Yani bir bahçe düşünün orada iki komşu ortadan çit çekiyorlar ve bahçeyi bölüşüyorlar. Tapularını da bölüp, tapu dairesine tescil ettiriyorlar. Sonra diğer komşunun arazisini başkası satın alıyor.

Satın aldıktan sonra bizim tapusunu aldığımız alan için  "Çitinizi kaldırın, geri çekin." Deme hakkı yok. Bundan sonra orada kim olurda olsun biz Türkiye'nin Afrika kıtasındaki kuzey bölümü ile karşılıklı kıyılarının olduğunu ve Sınırlarının bu şekilde olduğunu dünyaya ilan ettik. Türkiye BM'ye bu anlaşmayı deklare etti. Dolayısıyla orada siyasi yapı değişse bile o sınır değişmez.

Kimle imzalarsa imzalasın, Afrika Kıtası orada olduğu sürece, Anadolu Yarımadası da burada olduğu sürece Deniz Hukukuna göre o bölgedeki karşılıklı kıyılar bellidir. Biz çitimizi çektik, artık komşu kim olursa olsun farketmez.
Ancak bu en kötü senaryodaki durumdur. Biz niye en kötü senaryoya müsaade edelim... Libya’nın barış, istikrar, birlik ve bütünlüğü için Türkiye gerekli her türlü meşru desteği vermektedir, vermelidir."

- AVAZTÜRK: İlginç bir makalenizi okudum. 2010 yılında yazmışsınız. Bu kapsamda Türkiye'nin şu an Boğazlardan geçen ticari gemilerden sadece "Fenerler ve Tahlisiye" ücreti aldığını biliyoruz.
Ama Montrö Anlaşması'ndan doğan "Altın Frank= 0.29 Gram altın" bazında ücret alma hakkı olduğunu söylüyorsunuz.

Günümüzde Boğazlardan "Fenerler ve Tahlisiye" ücretinden dolayı sadece 150-200 Milyon Dolar gelir elde ediyoruz. Eğer "Altın Frank" Hakkımızı kullanırsak bu gelir seviyemiz 2-3 Milyar Dolar olacağı tahmin ediliyor diyorsunuz.
Siz Türkiye'nin bu hakkı kullanmasını olası buluyor musunuz ? Türkiye bu hakkı kullanmak için ne yapmalıdır ?

- CİHAT YAYCI: 1936 Montrö Sözleşmesi'nde bu bir hükümdür, Uluslararası bir sözleşmenin hükmüdür. Bizim buradan alacağımız Fenerler ve Tahlisiye vs. ücretleri Altın Frank'a göre hesaplanmıştır.

Altın Frank da o dönemde 0.29 Gram Altın'a denk gelen bir para birimidir yani Altına endekslidir. Fakat daha sonra maalesef 1970'lerde Doların Altın'a endeksinden kaldırılmasından sonra gelişen süreçte Türkiye bu ücretlendirme için 1983’te  1 Dolar=1 Altın Frank'a eşitlemiştir.

Halbuki şu an 0.29 Gram karşılığı mevcut altın fiyatlarına bakarsak 1 doların 20-22 kat daha fazladır 1 dolardan. Yani 0.29 Gram altın 20-22 dolara denk gelmektedir.

Ama biz 1 dolar alıyoruz. Şimdi bu almamız gereken altın karşılığı ücret bizim anamızın ak sütü gibi helaldir ve bir an önce uygulamaya koyulmasının ülke ekonomisi açısından da çok gerekli olduğunu düşünüyorum.

Bu hüküm hiçbir masraf yapmadan Türkiye için bir gelir kapısıdır. Bu hükümden 1,5-2 Milyar Dolarlık asgari bir gelir sağlama söz konusudur.

Yani Türkiye'nin boru hattı başına yıllık azami 50-100 Milyon dolar arası bir gelir elde ettiğini düşünecek olursak 1,5-2 Milyar Doların ne kadar büyük bir gelir olduğunu görürüz. Esasen bu miktar devletin yolluk ihracattan aldığı vergiden çok daha yüksektir. Hele ki günümüzdeki kriz döneminde bu meşru gelir hakkımız büyük bir öneme sahiptir. Bu hakkımızı kullanmamızı öneririm."

- AVAZTÜRK: Emekli Tümamiral CİHAT YAYCI ile yaptığımız Soru-Cevap'ın sonuna geldik. Ama Amiralimizin bir çağrısı var.

- CİHAT YAYCI: Şimdilik herkese hitap edebilelim diye yaygın kullanımda olan Ege’yi kullanıyoruz ama vakit  değişim ve tavır vaktidir. Ege Denizi için "Adalar Denizi";  Ege Bölgesi için de "Batı Anadolu Bölgesi" demeliyiz. Bu stratejik algı açısından önemlidir diye düşünüyorum.
Atatürk de Ege kelimesini kullanmamıştır. "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir! İleri!" demiştir.

Röportaj Haberleri