Anayasa Provokatörü!

İNANÇ YILAN

Gündem evet mi hayır mı ile başladı, iç savaş çıkar mı ya kadar uzadı... Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim de yazının tamamını okumağa zamanı olmayan mağdur olmasın; Sonuç ne olursa olsun iç savaş çıkmaz!

Neden mi?

     1. Daha önce hiç çıkmadı. Ne Osmanlı devrinde ne de Cumhuriyet döneminde. Ki bu zaman aralığında Kurtuluş Savaşı gibi çok kaotik günler dahi geçti.  

     2. İç savaş dediğiniz Tsubasa’ların demeçleri üzerinden olmaz belli başlı kriterler olması lazım –Ki hiç biri bizde mevcut değil– yine de bir kaç tanesine örnek verelim.

2’nin A’sı: Toplumsal çizgilerin çok keskin olduğu ülkeler için bu risk mevcuttur. Örneğin çoğunluğu Şii, yönetimi Suni olan (ya da bunu işte milliyet olarak düşünebilirsiniz) ülkeler bu sonuca gebedir. Tanıdık örnek Irak olup tam tersi Suriye’dir. Veyahut bir aşiretin/kabilenin ülkeyi yönettiği durumlar için geçerlidir. Buna da örnek Afrika ülkeleri olur.

2’nin B’si: İstanbul, Ankara ve İzmir’in olmadığı bir ülke olmamız gerekiyor. Yani bütün şehirlerin örneğin Diyarbakır ya da Trabzon gibi sadece bir ırka ya da mezhebe hitap eder şekilde yapılanması gerekir. Düşünün ki en fazla Sivas’lının İstanbul’da yaşadığı, Midye ticaretini Mardinlilerin yaptığı bir ülkeden bahsediyoruz. Durum çok karmaşık değil mi? İşte iç savaş için mesela ABD gibi olmamız lazım. Siyahlar siyah, Beyazlar beyaz ve Hispanikler Hispanik olmak zorunda. Yani adamın tipine baktığınızda anlamalısınız mevcudiyetini. Şimdi durumun vehameti beni bile tarif etmekle yeterli gelir. Anam Türk Babam Kürt. Biri Hanefi diğeri Şafi. Hanefiler gibi sosyal hayatım var ama özel hayatımı şafilere göre düzenliyorum. (Tabii adam sadece Manisa’da kendine has bir çevrede yaşadığı zaman ülke gerçeklerinden bir haber oluyor. Konuşurken de işkembe-i kübradan sallıyor.)

     3. İşimiz gücümüz bir kaşık suda fırtına koparıp kendimizi önemli ve özel bir davanın kutsal savaşçısı gibi göstermekten ibaret. Dünyanın hiç bir yerinde “Bir iç savaş çıksa da bizde görsek” histerisiyle kıvranan bizden başka toplum yok sanıyorum. 

     4. Bu kadar yetki bir faniye verilir mi eleştirileri ise çok gülünç. Meclisi fesih yetkisi falan gerçekten konuya yabancı olduğumuzu gösteriyor. 57. Hükümet olarak tarihe geçen DSP–MHP–ANAP koalisyonunu bitiren ve meclisi fiilen fesheden Devlet Bahçeli idi. Yani böyle olağanüstü yetkilere falan ihtiyaç duyulmayan bir ülke ikliminde yaşıyoruz. Herkes kendi çapında zaten yeterince problem çıkarıp çözüm üretebiliyor. Mesela 11. Cumhurbaşkanını seçeceğimiz zaman (2007) Sabih Kanadoğlu çıkıp 367 olmazsa olmaz diye bir şey tutturdu. Koskoca ülke 367’yi aradı durdu. Dolayısıyla Manisa’dakinin İç Savaşı araması, bulursa bize haber vermesini önemle rica ederiz.

Son tahlilde bize özgü ve kendi kendimize oluşturduğumuz bir krizin içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Yatıp kalkıp bu kadar eğlenceli bir ülkede doğduğum için şükrediyorum. Memleket havası bu, başka bir şeye benzemez. Tadını çıkarın, benzeri yok bu ülkenin.

İhaneti (!) affedersiniz referandumu oylama gazamız mübarek olsun.

 

Not : Kriterler arasında bahsetmediğim Hindistan bir sömürgeydi ve Pakistan’ın ondan kopuşu/doğuşu Hindu – Müslüman ayrımıyla zirve yapmıştır (Bakınız Madde 2’nin A’sı)

Yugoslavya örneği ise tamamen zır cahilliktir. Bu ülke ya da yüz yıllık uydurma diyebileceğimiz Yugoslavya; 1918 Sırp, Sloven ve Hırvat devletlerinin birleşip daha sonra 2003 yılında ayrılmalarından ibarettir. Çekoslovakya’nın da ondan pek farkı yoktur. 1917’de ABD’de kurulan Çekoslovakya’nın erken dönem dağılışını engelleyende II.Dünya savaşı sonrası Sovyetlerin bu ülkeyi işgalidir. Amerika’nın kurduğu Sovyetlerin Sosyalistleştirdiği Çekoslovakya, Soğuk Savaşın bitişiyle birlikte misyonunu tamamlayarak tarihe gömülmüştür. (1993) 

Bütün bunlardan farklı olan örnek sadece Ruanda’dır. Tarihsel açıdan en çarpıcı örnektir. Her ne kadar bir sömürge olarak diğerleriyle aynı öyküye sahip olsa da Ruanda’yı ayıran Almanya – Belçika iş birliğinde süregelen Toplumsal Mühendisliktir. Hiç bir kültürel gerçekliği ve alt yapısı olmayan tamamen uydurma üç kabileye bölünen Ruanda bunun acısını sekiz yüz bin insanını kaybettiği iç savaşla ödeyecekti.

Öyküs mü? Hutu, Tutsi ve Twa diye sınıflandırılan Ruanda’lıların kendileri de buna inanınca, azınlık olarak kalanlar Tutsi diye adlandırdılar. Ülke yönetimi ve önemli mevkilere onlar tercih yapılırken, çoğunluk olarak konumlandırılan Hutu’lar hiç bir işe karıştırmamış haliyle Twa’larda sadece kıyıda kenarda yaşamıştır. Gülmeyin ama size kimin neye göre Tutsi, Hutu ve Twa olduğunu söyleyeyim. Ondan fazla büyükbaşınız varsa Tutsi, daha az varsa Hutu hiç yoksa Twa oluyordunuz. Sekiz yüz bin kişi büyükbaş hayvan sayımına kurban gitti anlayacağınız. 

Unutmadan, anket şirketlerine (ki bir tane de benim mevcut) bir tüyo vereyim. Karasızlar kadar Gıcıkları da dikkate alsınlar. Son dönemde çevremde en çok duyduğum yorum “Gıcığına evet – hayır diyeceğim” oluyor.