Merhaba dostlar,
1990'lı yıllar...
Bir şirkette idarecilik yapıyorum. Mesaimiz sabah dokuz gibi başlıyor. Gün içerisinde gazete okuyacak zaman yok.
O yüzden sabahları çok erken kalkar, gazete bayisinden en az üç gazete alır, saat 07.00'de iş yerini açardım. Çayı demleyip masamın üzerine serdiğim gazetelerin içine âdeta gömülür, haberlerin yanında bütün siyasi makaleleri sindire sindire okurdum.
Yani, rahatça gazete okuyabilmek için uykumdan iki saat ferâgat ederdim. Uzun yıllar devam eden bu alışkanlığım, gazetelerin internet yayınlarına da başlamasıyla 2000 yılında son buldu.
Müthiş bir konfordu bu internet yayını. Hem gazeteye para vermiyorsun hem de koca koca kağıt sayfaları çevirme zahmetine katlanmıyorsun. Dahası, haberlerin ve köşe yazılarının altında yorum da yazabiliyorsun.
Düşünsenize... Eskiden bir yazarla iletişime geçebilmenin tek yolu ona mektup yazıp postaya vermekti. Sonraki yıllarda faks cihazı icat olundu ve bir nebze kolaylaştı. Ancak internet yayıncılığı başlı başına bir devrimdi. Ulaşılmaz olan o meşhur yazarlar bir tık ötenizdeydi artık.
Haberlerin ve yazıların altına yorum yazmaya başlıyorum. "Meşruti Militarizm" olarak addettiğim askerî vesayetin bütün acımasızlığıyla korku saldığı bir dönemdi o dönem. Şimdiki gibi önüne gelene hakaret etme özgürlüğü olmadığı gibi mevcut rejim aleyhinde yorumlar yapmak da son derece riskliydi. Şimdilerde FETÖ mağduru pozunda kuzu taklidi yapan Ergenekon Çetesi'nin ajanları ve muhbirleri son derece organize vaziyette yorum köşelerinde cirit atıyordu.
Yazdığımız yorumlar, hem düşman hem de dostlar edinmemize sebep oluyor; aynı zamanda bu mecrada tanınmamızı da sağlıyordu. Yorumlarımızla gerek sevgisini gerekse nefretini kazandığımız çevreler, her gün yorum köşelerinde bizi arıyor, kimi nefretini kimi de sevgisini serdediyordu.
Gönüldaşlarımızın bir kısmıyla telefonlaşmaya, buluşmaya başlıyoruz.
Bu meyanda haber sitelerinden kendilerinde yazmam için teklifler geliyor. Haber sitelerinin yorum köşelerinde yazmak bana yetiyor diye pek sıcak bakmıyorum tekliflere. Fakat İnternet Haber Sitesinde gönüllü yorum editörlüğüne hayır diyemiyorum. Bir süre sonra da "sonsayfa.com"da çok düzenli olmamakla beraber amatörce yazmaya başlıyorum. Bu serüven iki sene kadar sürüyor.
(O yıllarda acı/tatlı neler yaşadığımın ayrıntılarını ileriki zamanlarda yeri geldikçe dile getireceğim.)
Yıl 2007...
Facebook denen sosyal ağ ile tanışıyorum. Gazetelerin yorum sayfalarında edindiğimiz dostlukları bu mecraya da taşıyoruz. Tanışıp gerçek hayatımıza taşıdığımız insanların sayısı gittikçe artıyor. Dünyanın dört bir yanından, hemen her sosyal çevreden birçok güzel insanla, telefonla yahut yüzyüze tanışıp dost oluyoruz. Kimi esnaf, kimi memur, kimi siyasetçi, kimi akademisyen, kimi televizyoncu, kimi gazeteci, kimi sanatçı... İşte o dostlardan biri de şu an Avaztürk Haber Sitesi'nin sahibi olan, gazeteci dostum Zihni Çakır. Ergenekon sürecinden tutun, 17/25 Aralık'a ve 15 Temmuz sürecine kadar Tayyip Erdoğan'ın ve devletin; kısaca milletin safında dimdik durmuş ve asla yalpa yapmamış millî bir adam. Millî Medya dediğimiz cenahtan bir çok gazeteci, eleştiriyi "mesleki risk" görerek suya sabuna dokunmadan goygoyculuk yaparken; o hep noksanları, yanlışları dile getiren sayısız yazı kaleme aldı.
İşte bu dost şunu söylüyordu uzun zamandır; "Bu site senin. Köşen hazır. Kendini ne zaman hazır hissedersen yazmaya başlayabilirsin."
Küresel çetenin ülkemize var gücüyle saldırısının yanında, önümüzde her zamankinden daha önemli bir de yerel seçim var.
Her ne kadar sosyal medyadan sesimizi duyuruyor olsak da, Avaztürk Ailesi'ne katılarak sesimizin biraz daha gür çıkması için çaba sarf edeceğiz. Yanlışlıkları ortaya koyarken, yapılması gerekenler hususunda elden geldiğince kalem oynatmaya çalışacağız.
Sürçi lisan edersek amatörlüğümüze verile, şimdiden affola derken,
Millî duruştan ödün vermediği için medyada kendine yer edinememiş dostları da, duruşlarını zerre ödün vermeden sergileyebilecekleri AVAZTÜRK çatısı altına davet ediyorum.