BALIKESİR'DE YAVAŞÇALAR'LA 'CÜZDANLARI ŞİŞİREN' ADALET, İZMİR'DE KÜÇÜKBAYLAR İÇİN Mİ VİCDANA GELDİ?

ZİHNİ ÇAKIR

Ahmet Küçükbay… Gediz Üniversitesi'nin kurucularından. Orkide Yağları ve Küçükbay Şirketler Grubu'nun da sahibi. İzmir Merkezli olmak üzere Ege bölgesinde, Balıkesir’e kadar uzanan hatta FETÖ sermayesi denince herkesin aklına ilk gelen isimlerden biri… Hatta “babalar” diye tabir edilen grubun önde gelenlerinden.

İzmir’de yargılandığı mahkemece “örgüt üyeliği” suçundan 13 yıl hapis cezasına çarptırıldı. “Etkin pişmanlık” hükümleriyle cezası 6 yıl 6 aya, duruşmalardaki “iyi hali” nedeniyle 5 yıl 5 aya indirildi.

Anlayacağınız “tahliye eşiğine” gelene kadar meğer “ne muteber bir adammış” dedirten indirim hükümleri tesis edildi. Ayrıca mahkeme şirketler üzerindeki yönetim kayyımının, denetim kayyımı şeklinde değiştirilmesine karar verdi. Bunun diğer anlamı, Küçükbay’ın mal varlığının iadesiydi.

“Hakim kanaatini” eleştirmek haddimiz değil, lakin toplum vicdanını aktarmakla mükellef olduğumuzu da unutamayız.

FETÖ’nün ilk örgütlendiği merkez olan İzmir’de örgüte yaptığı önemli maddi desteklerle “küçük bir bakkaldan” dev bir Gruba erişen bir sermaye sahibine, kendi ifadelerinde “FETÖ’ye her yıl milyonlarca dolar yardımda bulunduğunu” itiraf etmesine karşın sadece örgüt üyeliğinden ceza verip şirketler ve malları iade etmenin toplum vicdanında ne denli yara açtığını anlatmaya gerek yok zannedersem.

İzmir’de uygulanan bu hukuku ve “dağıtılan” bu adaleti(!) görünce; Giresun’da Akın Çorap, Balıkesir’de YAVAŞÇALAR için uygulanan hukukun bu ülke hukuku olmadığını düşünüyor insan ister istemez.

Balıkesir’de, Giresun’da hatta bir çok ildeki “adaletin” kime ve neye göre şekillendiğini kestiremiyor. Öyle zannediyorum buralardaki “adalet” anlayışı ve uygulanan “hukuk” neyi kimi temel aldı sorusunun tek muhatabı siyasi irade olsa gerek…

Mesela Balıkesir’de daha gözaltının 3 ya da 4’üncü günü YAVAŞÇALAR A.Ş'ye el konulduğunda sürecin “en yakın takipçisi” dönemin Başbakan Yardımcısı olan Nurettin Canikli idi. Öyle ki; hemen akabinde kayyım atanınca Canikli doğrudan müdahil en üst makam konumuna gelmişti. İşte onun “yönetiminde” şirket kayyımlığına başladıktan sonraki ilk raporunda şirketin 10 milyonun üzerinde yıllık karı olduğunu yazan kayyımlar, önce şirketi ihale yasaklısı duruma getirdi, akabinde şirketin zarar riski taşıdığına dair rapor yazıp satışına karar verdi. AVAZTÜRK olarak bütün bunları belgeleriyle yayınladık.

 

Bu “başarılı” çalışma sonrasında sanki her şey hazırmışçasına o raporu yazan Kayyımlardan biri TMSF Başkanı yapıldı, ceza yargılamasını yapan Hakim de Ankara’ya Ağır Ceza’ya terfi ettirildi. Gariplikler bununla da sınırlı kalmayıp 15 Temmuz’dan 3-4 ay önce adeta bir “kahin” gibi “Balıkesir’e yatırım yapacağını” açıklayan Sarsılmaz’a büyük bir “tesadüfle” satıldı şirket. Elbette bu bir “nihai satış” değildi. Satıştaki hukuksuzluklara dair Yavaşça ailesinin itirazları yargı tarafından reddedildikten sonra yüzde 50’lik dilimi Kalyon’a “devredildi”.

Bu tür skandalları, Türkiye’nin hemen her ilinden örneklerle alt alta sıralamak mümkün. Yöntemin ve işleyen kayyım süreci aynı olan örneklerle sizleri boğmak değil maksadım. İzmir’de Ahmet Küçükbay’ın tahliyesi, şirketlerinin iade edilmesi toplum vicdanında ne kadar yara açtıysa, Balıkesir’de Giresun’da ve daha bir çok ilde FETÖ “iftirasıyla mallarına çökülüp sonra da egemen siyasetin/iktidarın yatak odası müdavimi haline gelmiş sermaye sahiplerine peşkeş çekilmesi” o kadar derin yaralar açmıştır.

Bakın Balıkesir başta olmak üzere kimi illerdeki şirketlere FETÖ bahanesiyle “çökülme” sürecinin ana aktörleri siyaset kurumuydu. İzmir’de FETÖ’cülüğü tescilli olan Küçükbayların mallarının iadesinin ana aktörü de yine siyaset kurumu. Küçükbaylar’ın yakın ilişki içinde olduğu siyasileri, İzmir’den Balıkesir’e uzanan hatta bilmeyen yok. İstanbul’da Kapalı Çarşı’da kimlerle eski yıllara dayanan dostlukları olduğunu sağır sultan duymuş.

Bütün bunları geçtim; Ahmet Küçükbay’ın yargılandığı davanın iddianamesinde ortalığı ayağa kaldırması gereken ayrıntılar var.

Bu adamın, ceza indirimi getiren “etkin pişmanlık” hükümleri kapsamındaki iddianameye giren “itiraflarında” Sabah ve Star gazeteleri gibi iktidara yakın medya gruplarında aleyhinde yazı yazılmaması için görüşmeler yaptığını söylüyor. Sonra bir gazeteci çıkıp Star Gazetesi’nde yazı yazdığı dönemde Ahmet Küçükbay hakkında yazı yazılmamasının söylendiğini açıklayarak bu “itirafı” teyit ediyor.

Küçükbay, Star Gazetesi’nin o dönemki sahiplerinden Metin Sancak’ın “polisin kendisine operasyon hazırlığında olduğunu” mesaj atarak uyardığını da “itiraf” ediyor.

Normal koşullar içerisinde, yargının kendi dinamikleriyle yürüdüğü bir ortamda, bu itiraflar nedeniyle eğer etkin“pişmanlık hükümlerini” uyguladıysanız, bu beyanlara dayalı soruşturma açmanız, FETÖ’ye üyelikten ceza alan birine “yardım ve yataklık” şüphesiyle muhatapları ifadeye çağırmanız gerekir. Ama İzmir yargısı bu itirafları, Küçükbay’a ceza indirimi dışında hiçbir şekilde kullanmıyor. Öyle ki; Küçükbay’ın itiraflarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın adı kullanılarak kendisinden 3 milyon Dolar talep edilmesi bile ilgilerini çekmiyor. Bakın o “itirafları” iddianameden aynen aktarıyorum:

“Gökdemir bana ‘Ahmet abi bu yazılan çizilenleri gördükçe çok üzülüyoruz sen biraz ağır adamsın senin siyasi çevren de fazla yoktur eğer müsaade edersen bu konu ile ilgili ben birkaç görüşme yapayım bu Rasim bunları neye göre kime göre yazıyor, benim Serhat Albayrak ile aram iyi onunla bu konuyu konuşmak istiyorum’ dedi. Ben de kendisine yaşamış olduğum üzüntüyü ve rahatsızlığı dile getirerek ‘Sen bir görüş bakalım ne yapabiliriz’ dedim. Pazartesi günü Selim Gökdemir‘in aynı iş merkezinde bulunan ofisine gittim. Selim ile yaptığımız görüşmede kendisi bana ‘Senin için Serhat Albayrak ile görüştüm önce Sabah gazetesinde bir röportaj yapağız, ayrıca Ensar Vakfı’ndan birkaç kişi ile görüştüm, biliyorsun Sayın Cumhurbaşkanımız Ensar Vakfı’nı sever, değer verir, buraya bir miktar yardım yapacağız; birkaç hafta içerisinde de bu sorunlar ortadan kalkacak’ dedi. Ben de tamam o zaman, ne yapmamız lazımsa yapalım dedim. Bunun üzerine kendisi bana ‘Abi sen ilk başta 3.000.000,00 USD bir bağış yap, daha sonra bakarız’ dedi. Ben de bu rakamı duyunca önce şok oldum. Kendisine ‘Neyin bağışıymış bu, bu kadar bağış mı olur, peki nasıl yapacakmışız bu bağışı, hangi bankaya nasıl yatıracakmışız’ dedim. Kendisi ‘Yok abi sen bana bu parayı yarın nakit getir elden’ dedi.”

Başta HSK olmak üzere kimse kusura bakmasın ama Küçükbayın İddianameye yansıyan bu “itiraflarına”kayıtsız kalan bir yargı, kamuoyunda oluşturulmak istenen “Yargı hukukla değil talimatla karar veryor” algısının dümenine su taşır sadece.

Ayrıca bütün bu somut gerçeklikler, ne Bursa’daki “FETÖ BORSASI” kavramının altını dolduracak delilleri ve ilişkileri ortalığa saçan soruşturmayı bir panik haliyle “kapattırararak” perdelenebilir ne de “FETÖ BORSASI” söylemini hemen her fırsatta dile getiren siyasetçilerin üzerini çizdirerek…

Çünkü siz ne kadar çabalarsanız çabalayın; Ankara’da bu borsanın sirkülasyonunu sağlayan ve siyaset kurumuna yakın isimlerce yönlendirildiği öne sürülen “hukuk büroları” 7’den 70’e herkesin diline düşmüş durumda…