MHP ve ülkücü camiada “Rüzgar’ın oğlu”lakabıyla tanınan Muhittin Çolak, “Herşey Milliyetçi Türkiye İçin” adıyla anılarını kaleme alırken, 23 Şubat 1978 tarihinde Adana'dan Ankara'ya gelen beyaz renkli Renault marka araçta yapılan aramada ele geçen silahlarla ilgili olarak da bildiklerini yazdı.
OTOMOBİL BAHÇELİYE AİTTİ
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin otomobilinde ele geçen ve bazıları daha sonra milletvekili de olan sanıkların tuzağa düşürüldüğünü iddia eden Muhittin Çolak, Kritpo yayınları tarafından piyasaya çıkan kitabının 395’inci sayfasında yaşananları şöyle anlattı:
“MHP’Yİ KAPATTIRMAK İÇİN…
Adana MHP İl Teşkilatının bulunduğu binanın altındaki dükkânda hırsızlık vakası oluyor. Cumhuriyet gazetesi hırsızlığı ülkücülerin yaptığını iddia ediyor. MHP Gençlik Kolları Genel Başkanlığı olayı tahkik etmek üzere Ankara Genel Merkezden yetkili bir heyeti Adana’ya göndermeye karar veriyor. Evet, bir gazete haberi üzerine...
Adana’da İl Teşkilatı var, Adana’da Ülkü Ocakları’nın Recai Yıldırım gibi yöneticileri, Adana bölgesinden sorumlu Eğitimciler var. Bunlar Adana gibi bir ilde her türlü araştırmayı yapacak bilgiye ve tecrübeye sahip kişiler olmasına rağmen, MHP Gençlik Kolları Adana’ya basit bir hırsızlık vakasını araştırmak üzere heyet gönderiyor.
Gençlik Kollarında bulunan öğrencilerinin, hemşehrilerinin ricası üzerine, asistan olan Sayın Devlet Bahçeli arabasını gidip gelmeleri için heyete veriyor. Sayın Devlet Bahçeli Bey gâh düğün için, gâh cenazeye yetişmeleri için bildiği tanıdığı ülkücülere arabasını verirdi, arabasını esirgemezdi. Adana’ya gidecek heyete arabasını vermesinin diğer bir sebebi de ken-disinin Adanalı olması olabilir. Öyle ya, Adana’ya MHP Genç-lik Kolları Genel Merkezi heyet gönderiyor, o heyet Adanalı olan Sayın Devlet Bahçeli’nin arabasıyla Adana’ya gidiyor. Sayın Devlet Bahçeli açısından hemşerilerine iyi bir selam gön-derme.
Bu heyete yetkili olduklarına dair MHP Genel Merkezi adına yetki belgesi veriliyor. Hem de imzalı, mühürlü; üstelik Par-ti’nin Genel Başkanı Alparslan Türkeş adına. Heyet, Sayın De-vlet Bahçeli’nin arabasıyla Sami Ocak’ın kullanımında; Fuat İstanbullu, Ali Halaman, Ekrem Pazarcı olarak yola çıkıyor.
Yirmi-yirmi bir yaş grubunda MHP Gençlik Kollarında görevli arkadaşlardan Ekrem Pazarcı ve Ali Halaman Adana bölgesinin ülkücüleri. Heyet Adana’ya varıyor. Gereken in-celemeleri yapıyorlar. Adana’ya gelmişken Ekrem Pazarcı’nın köyüne uğrayıp orada yemek yiyorlar. Sonra da bagaja Ekrem’in bahçesinden Ankara’da arkadaşlarına götürmek üzere narenciye (portakal-mandalina) yüklüyorlar. Tekrar Adana’ya gelip Adana İl Teşkilatında dinlenip Ankara’ya doğru yola çıkacaklar. Adana İl Teşkilatından MHP Genel Merkezi’ni arayarak işlerinin bittiğini, döneceklerini, ülkücü nezaket içerisinde başka bir emirleri olup olmadığını Gençlik Kolları Genel Merkez yetkilisine soruyorlar. Gençlik Kolları yetkilisi “Yanımda Muhsin Başkan da var, Recai Yıldırım’la görüşün, onda buraya göndereceği kitap, defter var. Gelirken onu da getirin!” deyince heyetteki arkadaşlar kendi aralarında durumu müzakere ediyor. Ankara’dan Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir hırsızlık olayını incelemek üzere yola çıkıyorlar. Böyle bir durumdan; kitaptan, defterden kendilerine bahsedilmiyor. Şimdi ise bir emrivaki ile karşı karşıya kalıyorlar.
Adana’yı iyi bilen Ekrem Pazarcı söylenenleri yapmak is-temiyor, çünkü polisin Adana’da ülkücüler arasından iyi bil-giler aldığını, tecrübelerine dayanarak heyetteki arkadaşlarına anlatıyor. Heyet sonunda Genel Merkezin emrine uymaya karar veriyor. Ekrem Pazarcı da yapılacak işin sakat olduğunu, başlarının belaya gireceğini bildiği hâlde kabul ediyor. Çünkü arabaya binmese ve korktuğu başına gelse, arkadaşlarının gözünde şaibeli duruma düşmektense arabaya binip kaderine razı oluyor. Heyet İl Teşkilatından kalkıp Ocağa gidiyor. Recai Yıldırım’ı arıyorlar. Recai Yıldırım yok. Hemen orada çay, kahve işlerine bakan Mustafa adlı arkadaş ileriye atılarak, konuyu bildiğini söylüyor. Çaycı Mustafa yanında heyetten iki kişiyle bir eve gidip, bir paketi alıp geliyor. Paket naren-ciyelerin arasına konuyor, araba Ankara’ya hareket ediyor.
Burada şunu belirtmeden geçemeyeceğim: Sayın Muhsin Yazıcıoğlu olsun, Sayın Recai Yıldırım olsun, benim iyi arkadaşlarım, dostlarım olup çok sırrımızı paylaşmışızdır. Her iki arkadaşım da içtenlikle 1988’li yıllarda yaptığımız soh-betlerde bu olayda adlarının geçmesinden üzüntü duy-duklarını ifade ettiler. Muhsin Yazıcıoğlu, heyet Adana’dan MHP Genel Merkezi’ni aradığı zaman Genel Merkezde olmadığını, dolayısıyla adının referans olarak gösterilmesine bir anlam veremediğini; Recai Yıldırım kardeşim ise kimseye “kitap, defter şurada, arkadaşlar isterse al ver” diye bir sözü olmadığını, kaldı ki Ankara’dan giden arkadaşların döndük-lerini zannettiğini, ancak arkadaşların Ankara yerine Ekrem’in köyüne gittiğinden haberi olmadığını, heyetin bir gün önce Ankara’ya gittiğini sandığını söyledi.
Daha da önemlisi, heyetteki arkadaşların elinde Genel Merkez adına düzenlenmiş yetki belgesi var. Yıllarca Partide olsun yan kuruluşlarda olsun görev yaptım. Ne ben bir yere giderken yetkili olduğuma dair yetki belgesi aldım, ne de görevlendirdiğim arkadaşa yetki belgesi verdim. Bizde böyle bir uygulama olmaz. Teşkilat yetkili makama geleni tanır, onun için yetki belgesi kendi kimliğidir. Şayet teşkilatta görevli olmayan bir arkadaş herhangi bir ile, ilçeye gidip “Ben şuradan geldim” derse o kişi hemen geldim dediği yerden araştırılırdı. Kısacası MHP Gençlik Kolları’nda olsun, yan kuruluşlarda olsun, görevli giden arkadaşlara yetkili olduklarına dair bir belge verilmezdi. Böyle bir uygulamamız olmazdı.
Heyet ellerinde MHP Genel Merkezi’nce düzenlenmiş Yetki Belgesi, arabanın bagajında da MHP Genel Merkezi’ni yargı önüne götürebilecek malzemeyle (bizde hiç olmayan makinalı tabancalarla) yola çıkıyor. Araba, Ankara’ya yaklaştığı sıralarda, Gölbaşı civarında, Ankara Emniyeti’nin Asayişten Sorumlu Motorlu Taşıtlar Amiri’nin emriyle durduruluyor, arabadakiler gözaltına alınıp Emniyet’e götürülüyorlar. Amir, arkadaşlara “Sizdeki MHP Genel Merkezi’nden aldığınız Yetki Belgesi’ni verin, vaktimiz yok, hemen verin!” diye baskı yapıyor, arkadaşların gözü önünde arkadaşlardan baskıyla aldığı belgeyi ağzına alıp yutarken içeriye zamanın İçişleri Bakanı, Pol-Der’li polislerle yıldırım gibi giriyorlar. Bir arabada silah yakalanıyor, İçişleri Bakanı orada oluyor, Bakanın başka işi yok mu?! Arkadaşları gözaltına alan amiri ve diğer polis-lerin üzerini arıyorlar, belge yok. Belge çoktan imha edilmiş. Bakan çıldırıyor. Hemen orada görev yapan memurları önce bir ilçeye sürüyor, oradan da Anadolu’nun uzak bir ilinin ilçe-sine...
İçişleri Bakanı’nın Pol-Der’li, jandarmalı, MHP içindeki unsurlarıyla MHP’yi kapatmak için kurdukları tezgâh, Gölbaşı’nda devriye görevi yapan vatansever polislerin, Adana’dan itibaren takip altında olan arkadaşların arabasını çevirmesiyle bozuluyor. Arabaya şayet Gölbaşı’nda el konul-masa araba doğru MHP Genel Merkezi’ne gidecek, Genel Merkezin çevresinde tertibat alan Jandarma ve Pol-Der’li polisler MHP’nin önünde arabaya el koyacaklar; bagajda makineli tabancalar ve sahte yetki belgesi yakalanacak. Dolayısıyla terörle iç içe olduğu ispatlanacak olan MHP de yargı yoluyla kapatılacak. Tezgâh bu…
Motorlu Taşıtlar Amiri, yıllar sonra yaptığımız sohbette; müthiş bir telsiz trafiği olduğunu, arabanın plakası dâhil her türlü bilginin telsizde geçtiğini, önce basit bir kaçakçılık olayı olduğunu düşünüp jandarmanın işine karışmak istemedik-lerini, bilahare konuşmalarda Alparslan Türkeş adına olan yetki belgesinin muhakkak ele geçirilmesi talimatı verildiğini, arabaya MHP Genel Merkezi’nde baskın yapılacağını anladığını, MHP’ye bir komplo kurulduğuna kanaat getirince arkadaşların arabasını çevirdiğini anlatmıştı.
Arkadaşlar Adana’ya ne için gönderiliyor, nelerle karşılaşıyorlar? Dört samimi ülkücü istemedikleri, emrivakiyle karşı karşıya bırakıldıkları bir olayın sonucunda beşer yıla mahkûm oluyorlar. Verdikleri ifadelerle de Devlet Bey’in haksız yere suçlanmasını önlüyorlar. Yirmili yaşlarının üç buçuk yılını hapishanede geçiriyorlar. Bu olayda kilit rol oy-nayan Çaycı Mustafa, Muhsin Yazıcıoğlu’ndan korkusundan Adana’yı terk edip istihbarat birimlerine gidiyor. Çaycı Mustafa kim bilir nerede görev yaparak provokasyonlara alet olmaya, suçsuz insanlara tezgâh kurarak hayatları karartmaya devam ediyordur?
Suçlu icat etmek, siyasi görüşlerine ters gelen insanları yok etmek için uğraşmak, bunun için de her yolu mubah saymak,o günlerin bir özetidir aslında…”