Batarsak, bundan batarız!

NUR SÜMEYRA

Türkiye’de son on yıl içinde yükselen yeni bir elit kesim var biliyorsunuz. İslami burjuva. (Burjuva burada sermaye düşmanlığı maksadıyla dile getirilmemiştir. Bir tarihçi olarak söylüyorum Osmanlı’nın en büyük eksiklerinden biri bilhassa son dönemlerinde kendi MİLLİ burjuvasını yaratamamış olmasıdır. Bilindiğinin aksine Batı’daki köklü devrimler, Rönesans, Fransız İhtilali halk tabakası tarafından değil bu burjuva unsurların sayesinde gerçekleşmiştir.) Âlâ. Yükselsin. Uzayan kol bizden olsun diye bir söz vardır Anadolu’da. Olsun mu? Olsun. Helal daire içerisinde kazansın, harcasın. Ama helal daire içerisinde… Buna bir sözümüz yok. İtirazımız da. Hele bu burjuva MİLLİ ise pek daha güzel. Dini kısmı Allah’la kendi arasında, tüm o dini ayrıntılardaki hesabı kendisi verecek der, geçeriz. Zira helal de olsa kazanç bunun dini bakımından yerine getirilmesi gereken temel pratikleri, sorumlulukları var. Zor yani burjuva, yani zengin olmak. Bundan da bize ne? Kul ile Allah arasında.

Peki, olayın bize bakan yönü nedir? Önce şunu ifade edeyim, yukarıda sözünü ettiğim Osmanlı’daki burjuva eksikliği, bunun aksine Batı’daki burjuvanın yaptığı zihinsel ve sosyal devrimler dolayısıyla artı değer kazanması yani ileri geçmesi meselesini bugüne uyarlarsak, bu yeni yükselen İslami burjuvanın bunu gerçekleştirmesi biraz zor görünüyor. Çünkü o dönemlerin Batı burjuvası kazandıklarını bilime, sanata ve edebiyata ya da daha da spesifik ifade edeyim, bilim adamlarına, aydınlara, ressamlara, şairlere, edebiyatçılara yatırıyorlardı. Var mı günümüzde böyle bir şey? Belki tek tük. Ayrıca bilhassa MİLLİ diye vurgulamamın sebebi de şudur. Bir burjuva daha yaratmıştı biliyorsunuz bu sistem son kırk yılda. FETÖ. Bakmayın siz onların fakir halkın sadakalarına kurbanlarına hatta küçücük yaşta alıp devşirdikleri evlatlarına musallat olmasına. Bu örgüt zengin (ya da sonradan zengin olan) bir kesim içinde yapılanmıştır ve kendi dar çerçevesi hep zenginlerden oluşur. Fakire sadece yolunacak tavuk gözüyle bakarlar, yolduklarıyla da bugün olduğu gibi Batı’daki son derece lüks malikanelerinde caka satarlar. Yani burjuvanın bu türlüsü fevkalade tehlikeli. Sonuç 15 Temmuz oldu. Ki hiçbir kişiliği yok yapmaya kalktıkları çakma devrimin. Ne oldukları belli değil bir kere. Olsa olsa yapacakları devrimin adı da bu yüzden bukalemun devrimi olurdu. Rezil rüsvay oldular bu yüzden. Çünkü şahsiyetsiz, hiçbir fikri zemini olmayan –sadece vatanı satmaya yönelikmiş bu fikir, ağızlarıyla söylediler- fakat son derece hain bir örgüt oldukları açığa çıktı. Ve kendi tavukları dışında tek bir kişi bile destek vermedi. O zavallı tavuklar da hala bekliyorlar, daha tavuk oldukları gerçeğine uyanamadan. Zengin burjuva abileri gelecek ve onları kurtaracak. Yahu o, senden yolduklarını yiyor, bi dur hele. Oyalama!

Neyse.

Bir kere şunu ifade edeyim, bu yeni yükselen İslami burjuva ile benim aramda korkunç bir uçurum var. Hem madden hem de fikren. Madden benim oraya yetişmeme imkan yok (böyle bir gayretimde yok, hiç olmadı), fikren de gitgide maddi güçleri dolayısıyla onlar benimle –ve benim gibilerle- arasını açıyorlar. Bu ara açma genelde birleştiğimiz konularda değil. Mesela ülke birliği, mesela Kudüs, mesela ekonomik göstergelerin tehlikeye girmesi. Sadece son şeyde belki biraz farklı bakıyoruz genele. Ben ve benim gibiler gerçekten ülke için –çünkü şahsi bağlamda zaten kaybedecekleri pek bir şey yok, bu yüzden son derece samimiler- endişelerini dile getirirken, onlar ülke ile birlikte, bir parça da burjuva yaşamlarını kaybedecek olma endişesi taşıyor. İşte bu noktada o ara açma başlıyor, uçurumlar büyüyor, mesafe derinleşiyor. Fikren ayrılık da bu noktada başlıyor. Bu yüzden ben ve benim gibiler bu tür konularda hassasiyetini dile getirirken, “devlet” diye vurgulama ihtiyacı hissediyor. O “devlet”in içinde onlar yer alıyor diye özel bir gayret sarf ettiğinden değil, o “devlet”in içinde millet daha çoğunlukta olduğu için ve en çok zararı devletle birlikte bu çoğunluk olan millet de göreceği için. Açıkçası benim bir başörtülü burjuva kardeşimin hangi marka jipe bindiği, gelecek on yıl içinde bu markayı daha ileri boyuta taşıyıp taşımaması pek umurumda değil. Ha, ben samimiyetle devlet ve istikrar diye haykırırsam ve benim gibilerin çabasıyla devlet ve istikrar zarar görmeyecekse ve bu kardeşim de bu güç ve istikrardan yeni bir jip markasıyla çıkarsa, bu benim onun yeni jip almasına katkımdan dolayı değildir. Ben sivil ve samimi katkımı devletime vermişimdir. O da arada kaynar, bu benim elimde olan bir şey değil. O kendi samimiyet testinin muhasebesini kendisi yapacak. Mesela Arakan derken, vicdanen yeni bir jipe binmeyiveriyim ne olacak derse, o onun kendi vicdani şahaneliği olur. Demiyorsa kendi yapaylığı içinde boğulur. Veya yeni bir jipe binmeyivereyim de şurada bir sanat okulu açılmış ona biraz katkıda bulunayım derse de başka bir şahaneliktir. Hem yeni jipe binerim hem de bunları yapıyorum derse o zaman zaten kimsenin diyecek bir sözü yoktur.

Ben devletime maaş, ikramiye vs. konularında bugüne kadar hiç yük olmadım. Çünkü hiç devlette çalışmadım. Sağlık konusunda ise babam öğretmendi (yani ortalama bir aile kadardı gelirimiz) ve ben çocukken hep devlet hastanelerine gittiğimiz için ve o dönemin sıra, kuyruk vs. meseleleri zihnime çok kötü bir şekilde yer ettiğinden, sonradan devleti ciddi sağlık problemlerimde hiç tercih etmedim. Öyle çok param olduğundan değil, çocukluğumda bana yaşatılan bazı travmaların etkisiyle. (Bilhassa diş konusunda.) Yani can burnumun ucuna gelmeden doktora filan gitmedim bir daha. Çok şükür öyle çok büyük bir sağlık sorunum da olmadı zaten. Mütevazı sağlık problemlerim için de hep özeli tercih ettim. Özele bayıldığımdan değil, başka bir alternatifimin olmadığını düşündüğüm için. Ben ilaç bile kullanmayı tercih etmem, canım çok yanmadan. Kaldı ki eğer belli bir ilacım varsa –mesela bir ağrı kesici- onu da reçetesiz direkt eczaneden alırım. Yani parayla. Görüldüğü gibi devletime sağlık konusunda da –ilaç, hizmet- pek bir yüküm olmadı. Hep primlerimizi tıkır tıkır yatırdığımız halde cebimizden gitti. Ha, hakkımı helal ediyor muyum sorumlulara? O artık ahirete kaldı. Bundan sonrası içinse fikrimin nasıl değiştiğine birazdan geleceğim.

Erkekler için de durum aynı mıdır bilemiyorum ama kadınlar için kuaför çok önemlidir hayatlarında. Kolay kolay değiştiremezler. Mesela kendileri taşındıklarında ya da kuaför kapandığında travmalara girerler. Bir daha yenisini nereden bulurum, bu bağı nasıl kurarım mıdır temelde espri bilemedim ama inanın böyle. Benim için işte diş hekimim de böyledir. Bir hanım diş hekimim vardı, ona çok güvenirdim. Çok da severdim. Sonradan semtimize özel bir diş kliniği açıldı. Bir de ona git dediler. Öve öve bitiremediler. Sahibi muhafazakar, başörtülü, çok tatlı bir hanım. Âlâ. Sanırım ehl-i tarik de. İşine besmeleyle başlıyor, dişçi koltuğunda oturduğunuz sürece sürekli “Allah” “Ya Rabbim” lafızlarını işitiyorsunuz, herhalde içinden dua ediyor ki bunları sesli söylüyor diye düşünüyorsunuz. Güveniniz iki katına çıkıyor filan. Bir oturdum koltuğa. Ve ben o koltuktan 12-13 sene boyu kalkmadım. İtimadım tam. Fakat zamanla önce klinik değişti. Ne güzel işte. Sahibi hanım sonra İstanbul, İzmir ve çeşitli illerde şubeler açtı. Ne kadar güzel. Kliniğin önündeki arabalar son model jiplere dönüştü. Süper! Ben hala Honda’ma biniyorum ama olsun. Eziklik filan hissetmiyorum. Canım arabam. Tıkır tıkır maşallah, sorunu da yok. Niye değiştireyim sırf ezik derler diye. Mesela ben Ayfon 6 çıkana kadar hala Ayfon 3 kullanıyordum. Açık açık yüzüme dediler, ezik misin bu ne böyle diye. İnadına değiştirmedim. Sonra gittim ABD’ye nanik yapmak için Kore malı Samsung aldım, filan. Yani takılmam ben öyle şeylere.

Geçenlerde haşa huzurdan köpek dişimde minicik ama gerçekten minicik bir aşınma gördüm. Onu da soğuk ya da sıcak bir şey yiyip içtiğimde oraya gidip beni yerimden zıplatmasından sonra fark ettim. Ki ben dişlerime çok iyi bakarım. Soluğu tabi doktorumda aldım. Namazda dediler. Vakit değil ama olsun beklerim. Ayrıca Cuma’ları da randevu alamıyorum ondan –klinikteki başkası da olabilir ama benim doktorum o, yani kliniğin sahibi- çünkü Cumaları çalışmıyor. Âlâ. Mü’mince bir tavır. Neyse. Bakıldı. Görevlilerin makineyi çalıştırıp kaçıştığı odada benden tam beş tane film aldılar. (Tabi paralı bir işlem bu.) Çünkü her çekilen farklı bir yerinmiş. Aldık mı bir sürü radyasyon. Bir daha neyse. Sonuç? Uvvvv ben bitmişim. Küçücük bir aşınma diye gittim yahu. Diş etlerim çekilmiş, bir seneye kadar bütün dişlerimi kaybedebilirmişim, çenemde kemik erimesi varmış, vs. vs. Peki çürük? O bir tane canım. Hallederiz. Ama bunlar daha önemli. Ne yapmak lazım? Şu, şu ve şu. Peki dedim ve indim muhasebeye. Önceki muhasebeci –ki epey dost olmuştuk artık- kovulmuş. Tanımıyorum yenisini. Fakat tam bir işadamı, tüccar. Niye gitti o dedim. Çok müsamahakâr davranıyordu müşterilere, kliniği zor durumda bırakıyordu dedi. Müşteri?!!! Evet, hakikaten öyleydi. Makul fiyatlara elinden geldiğince çekerdi. Bilhassa benim gibi yılların MÜŞTERİSİNE. Çok şaşırdım. Hemen yazalım randevunuzu Nur Hanım dedi. İleri geri adım atamıyorum. Bir de ben çok mahcup olurum böyle durumlarda. Hemen, madem öyle olsun derim. Aynı sözleri o da tekrarladı, şu, şu ve şu işlemleri yaptırmazsanız dişlerinizi kaybedersiniz, ameliyata kadar gider dedi. Tam bir profesyonel tüccar gibi. Malum, müşteri varsa ortada ürün satmaya çalışan da tüccardır. Sattığı ürün de tedavi. Bakın ne kadar tezat cümleler aynı konunun içinde geçti değil mi? Hasta müşteri oldu, klinik ticarethane. Fakat bunun sorumlusu ben olmasam gerek. Bir daha neyse. Nasıl moralim bozuldu. Fiyatlara zaten dudağınız uçuklar fakat daha da mühimi, benim içler acısı durumum yani dişlerim. Üstelik saydığı işlemlerden birini bir sene önce yaptırmıştım yine aynı doktora ve bu sizi epey idare eder demişti. O işlemlerden sadece biri dediğim işlemin fiyatı 1.600 TL. Peki niye idare etmedi? İşkillendim tabi. Bunu da hatırlatmadım. Ama ayıp olmasın(!) (niye ayıp olacaksa, dediğim gibi çok mahcup olurum ben bu durumarda) diye önce şu çürüğü bir halledelim de dedim. O da küçücük bir dolgu ve 300 TL. Vay be! Niye böyle fiyat dedim? Sizinki derin dolgu olacak dedi. Eyvallah. Anlamıyoruz nasıl olsa. Diğer işlemleri de yaptıracağım ama bir hinlik yapıp başka bir doktora da görünmek istiyorum. Acaba gerçekten bu kadar tehdit altında mıyım? Çıkar çıkmaz devletin randevu sistemini aradım. Malum nefret ediyorum sıradan. Semtimizde büyük bir eğitim araştırma hastanesi var. Yakın olması sebebiyle –diş hastanesi olmadığı halde- oradan randevu yazdırdım. Nasıl olsa sadece fikirlerini alacağım. O da aynı okullardan mezun değil mi? Bilmeyecek hali yok ya. Varsa bir tehlike o da bilir herhalde. Epey bir zaman sonraya verdiler ama olsun. Randevu iyi bir şey. Gider gitmez girersin hekimin yanına.

Uzatmayayım. Hiçbir şey söylemedim önce. Sırf muayene olmaya geldim, benim neyim var dedim. Bakalım dedi. “Dişleriniz gayet sağlıklı görünüyor. Evet diş etlerinizde biraz çekilme var ama ciddiye alınacak bir durumda değil” dedi. Ardından özel doktorumun söylediği her şeyi söyledim. Nedir bu yapılması gereken, bu önemli işlemler dedim. Ne mi dedi gülerek. Dişlerimi uyuşturmadı bile, boş yere anestezi almayayım diye. Yarım saatte bütün o abartılan işlemleri halletti. Derinlemesine temizlik dedikleri bir şeymiş, lekelerin çürüğe neden olmaması için temizlenmesi imiş vs. Yaptı. Evet, hem de yarım saatte. Hem de sürekli gülümseyerek ve gayet insani tavırlarla. Böylece benim bir tabumu da yıktı. Devlet hastanelerine yönelik önyargımı yani.

Diğer konuya gelince. Parasında pulunda değilim de, bir insanı bu şekilde korkutmak hangi kitapta yazıyor erenler? Bunun hakkını bu burjuva nasıl öder erenler? İsterse Türkiye’nin her ilinde şube açılsın, bu şekilde bir hırsla alınacak yol kime ne kazandırır erenler? Eğer tıp, yani başta toplum yararına olması gereken bir alan bu haldeyse, diğer alanlarda durum nedir erenler? Özel mözel bunun vicdani bir sınırı olması gerekmez mi erenler? Devlet bunları denetliyor mu, bilhassa tıp yani insan sağlığını ilgilendiren konularda biraz makul olun, en azından tüccar kafasıyla hareket edip hastalarınızı ürün satmak için korkutmayın demiyor mu erenler?

Ve daha da önemli soru, bu uçurumu yaratmak için yine senin paranla o uçuruma sahip olanlar için sınır nerede başlar nerede biter erenler? Bu soruların cevabını aramak, bulmak ve muhasebesini yapmak zorundayız erenler. Bizi dünya yıkamaz, ekonomimize filan bir şey olmaz da, batarsak, bundan batarız erenler.