Bir kadro hareketi olan AK Parti'nin kadrolaş(ama)ma sorunu!

ZİHNİ ÇAKIR

Hiç şüphe yok ki, katılım düzeyi yüksek bir demokrasiye doğru yol aldıkça, toplumun yönetime katılım düzeyini yükseltici adımlar attıkça, statükoyu korumak ve iktidarını paylaşmak istemeyen kesimlerde bir direnç, karşı bir refleks gelişir. Bu direnç, statükonun ve iktidar egemenlerinin refleksi, konjönktürel bazı gelişmelerle beslenir ve etrafında fanatizme ve dahi anarşizme varan bir taraftar kitlesi oluşmasına yardımcı olur.

Bütün bunlar, bilimsel araştırmalarla elde edilmiş tartışma götürmez gerçekliklerdir.

Bu yüzden sistemli bir çalışmanın ürünü olarak kendini iktidara hazırlayan kadro ya da ideolojik temelli siyasi hareketler, bu refleks ve direnci kırabilecek argümanlar geliştirirler aynı zamanda. Kademeli planlar hazırlar ve iktidarı ele geçirdiklerinde, iktidarın bürokraside yoğunlaşan egemen paydaşlarının yenilik ve değişime karşı sergileyeceği direnci minumize etmeyi hedeflerler. Hele halihazırdaki düzeni değiştirme iddiasıyla iktidara aday olan ideolojik ve kadro temelli siyasi hareketler bu hazırlığa çok daha mecburdurlar.

Malum olduğu üzere 2002 yılında iktidara gelen AK Parti de, geride kalan 15 yıla karşın, bürokraside yoğunlaşan paydaşların, statükonun ve dahi vesayetin direnç ve reflekslerini önleyici adımları bir türlü atamadı. Adım atmak istediğinde ise; askeri vesayet dahil statükonun tüm egemenlerinin direnci ve refleksiyle karşılaştı. Çünkü AK Parti’nin iktidara aday olduğu dönem dahil olmak üzere girdiği tüm seçimlerdeki söylem ve vaadleri, statükonun ve iktidar egemenlerinin beslendiği kaynakları kurutma ve toplumun tüm katmanlarının en üst seviyede yönetime katılımına imkan sağlayacak içeriğe sahipti.

Taktir edersiniz ki; demokratik katılım yükseldikçe, demokratik erdem toplumun tüm katmanlarına yayıldıkça, kamu otoritesini toplum üzerinde demoklesin kılıcı gibi tutan statüko ve iktidar paydaşlarının egemenliği de sarsılır.

Bugün her ne kadar Fetullahçı Terör Örgütü’nün varlığını ispat için toptancı bir reddiyeyle unutulmuş olsa da; 2004’lerdeki Sarıkız, Ayışığı ve FETÖ manipülasyonuyla “itibarsızlaşan” Balyoz, AK Parti’nin, iktidar egemenleri ve vesayetin beslendiği statükonun bu partiye yönelik direnç ve refleksinin birer ürünüydü.

Yine FETÖ tarafından amacının dışına çıkarılan Ergenekon, bu sözünü ettiğim darbe planları ve darbe seminerlerinin paramiliter güçlerinin içinde bulunduğu örgütlü yapının ta kendisiydi.

Adalet ve Kalkınmayı temel alan reformist yaklaşımıyla, çoklu iktidar yapısı içindeki egemenleri rahatsız eden AK Parti, öte yandan, statükonun bir başka bekçisi olan jüristokratik yapının kapatma davasıyla da muhatap oldu.

15 Temmuz da aynı şekilde, çoklu iktidar yapısı içinde yer alan kimi unsurların (dış bağlantısı da diyebileceğimiz) ana aklının bir refleksiydi.

Belki 2004’ten 15 Temmuz 2016’ya varan süreç içerisinde gelişen darbe planları, e-muhtıra ve kapatma davalarıyla AK Parti iktidarın paydaşı olmaktan uzaklaştırılamadı; ancak iktidarın egemen unsuru olabileceği bürokratik yapılanmayı tesis etmesinin önü kesildi.

Burada biraz da iktidarın o çoklu yapısı içindeki unsurlardan bazısıyla giriştiği “ittifakın” veya “işbirliğinin” de tesiri var elbette. Mesela; muhalefetin temcit pilavı gibi bu partinin önüne koyduğu “FETÖ ile güllük gülistanlık” dönem, AK Parti’nin, iktidarın egemen gücü olabilmek için, çoklu iktidar yapısı içerisinde kendi siyasi referansıyla örtüşen bir tabana sahip olan Fetullahçılarla teması, kendi tabanının ve ortaya koyduğu siyasi hedef ve söylemlerle örtüşen kesimlerin bürokraside egemen olmasının önüne geçen en önemli unsurdu.

Partinin kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün hassasiyetine karşın, bu yapı AK Parti içerisindeki bilhassa kurucu irade içinde yer alan bir çok ismi yanına çekerek egemenliğini tahkim etmek için bürokrasinin en kritik alanlarına sahip olmayı başardı.

Aslında bu durumu en güzel izah edenlerden biri AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar'dı. Tayyar, “AK Parti’nin siyasi gücü karşısında irtifa kaybeden elit bürokrasi çatışmayı bırakıp siyaset şemsiyesi altında kendini şarj ederek güç kazandı” derken, aynı zamanda bir kadro hareketi olarak iktidara gelen AK Parti kadrolarının bürokraside neden egemen olamadığının da ip uçlarını veriyordu.

Burada ilave edilmesi gereken şey ise; yukarıda aktardığım gibi o elit bürokrasi diye tabir edilen ve kahir ekseriyetini FETÖ mensuplarının oluşturduğu kitleye, bu siyasi güç şemsiyesi altında kendini şarj etme imkanı sağlayanın da yine AK Parti’nin ta kendisi olduğu gerçeğidir. Zaten o şarj sürecine en fazla katkı verenler de bugün ya “herkesle kucaklaşma” mesajları veriyor ya da “cübbeyi yeniden giyme” mesajları…

28 Şubat darbe süreciyle kamu otoritesinin sinir uçlarına yerleşme planı büyük oranda tamamlattırılan FETÖ’nün, AK Parti’de kurucu irade içerisinde de olan “işbirlikçilerinin” mihmandarlığıyla, yargı, iç güvenlik, Silahlı Kuvvetler ve ekonomi kurumları başta olmak üzere devlette egemenliğini tahkim ettiğini 15 Temmuz’da acı bir tecrübe ile öğrendik.

15 Temmuz gecesi nirvana yapan ihanetin hesabının sorulmak istendiği şu dönemde, bu yöndeki siyasi ve yargısal iradenin bile halen dirençle karşılaşması, FETÖ’nün kamudaki egemenliğinin, çoklu iktidar yapısı içindeki gücünün de göstergesi.

Eğer AK Parti bir an önce aklını başına almaz ve FETÖ'nün uyuyan hücreleri dahil bürokrasideki uzantılarına karşı kararlı bir tasfiye iradesi ortaya koymazsa, FETÖ tarzı örgütlenmeleri iktidarın paydaşları haline getirme aymazlığını sürdürürse, var olan statüko ve onu besleyen askeri vesayet odaklarını tasfiye için işbirliği yapacak doğru partnerler tercih etmezse, bırakın halihazırda yüzde 10 bile olmayan bürokratik iktidar payını korumayı, siyasi iktidar olma hatta iktidarda kalma şansını bile kaybeder. 

Böylesi bir ihtimal ise sadece AK Parti için değil tüm bir ülke ve coğrafya için felaket demektir.