BÜYÜK İSRAİL SANA GELİYORUM!

Sosyolog / BETÜL BAYKAL DİNÇ

İsrail’in kuruluşunun 40. yılına denk gelen 1988'de bir Knesset (parlamento) üyesinin yaptığı yorumdan bir alıntıyla başlayalım:

“Eğer bir yerde geleceğe yönelik bir güven yoksa insanlar geçmişe sıkı sıkıya sarılırlar. Bugün de biz devletimizin kırkıncı yıldönümünü hararetle kutluyoruz, çünkü yetmişinciyi, altmışıncıyı hatta ellinciyi de kutlayabileceğimizi garantileyecek hiç kimse yok aslında.“

Her zaman bununla yaşadılar, garnizon devleti olarak kurulan korsan devlet hala garnizon devleti olarak yaşamaya devam ediyor.

Hıttin korkusu hep içlerinde.

Siyonistler bu Haçlı Seferi’ni ve Selahaddin Eyyubi’yi hiç unutmadılar ve nesilden nesile aktardılar.

Ta ki NEO-SİYONİZM Haçlı Seferi başlayana kadar…

Dile kolay az zamanda büyük işler başardılar.

Ortada bir devlet yokken, 1897’de ilk Dünya Siyonist Teşkilatı Kongresi’nde “Korsan Yahudi Devleti’nin kurulduğunu” dünyaya ilan ettiler.

Lobi faaliyetlerini dünyanın her yanına yaydılar, aktif olarak kaldılar.

Soykırımın kaymağını bol bol yediler, Holocaustu kuzu postuna bürünme kılıfı olarak çok iyi kullandılar.

Yirmi sene sonra 1917 Balfour Deklarasyonuyla İngilizlerden “national home” iznini rahatça kopardılar.

Dünya Yahudi sermayesinin katkıları ile Milli Yahudi Fonu’nu oluşturdular.

Yetmedi.

Bölgedeki terör örgütleri ile yerli Müslüman halka kan kusturdular.

Yetmedi.

Kinleri dinleri oldu, dillerini yaşattılar, yeni nesillere aktardılar.

Sözde dini ideallerini söylem ve eylemlerle dünyanın her yerine yaydılar.

Sanatsal ürünlerle, sinema sektörü, yazılı ve görsel basınla, heykel, tiyatroyla, akademik çalışmalarla soykırım mağduriyetini kendi üstlerine özellikle alarak yıllarca yaşattılar, algı çalışması yaptılar.

Bunu çok iyi kullandılar, hala da kullanıyorlar.

Yetmiş yılda nüfuslarını 10 kat arttırdılar. Çölün ortasına vaha kurdular, kendilerinden başka herkese kin bağladılar.

Toprak satın aldılar, alamadıklarını gasp ettiler, sömürdüler, öldürdüler.

İstemedikleri devlet başkanlarını indirdiler, yerine istediklerini getirdiler.

Hissettirmediler, hissedenleri imha edip kendi halklarına katlettirdiler.

Dini bağlamda kendilerine bir üstünlük kozası ördüler.

Üç bin yılın kuyruk acısının bir sonucu olarak tüm bireylerine Halakha’yı (Bir Yahudi Nasıl Yaşamalı?) adlı kitabı okullarda prensip bildirgesi olarak dağıttılar.

En iyi savunmanın saldırı olduğu ideasını devlet anayasası yaptılar. Rehavete kapılmadılar.

Bugün dünyanın her tarafına yayılmış ve dünyayı bir ağ gibi örmüş olan Siyonistler harıl harıl kurtarma misyonu için çalışmaya, yeni nesillere bu misyonu aktarmaya devam ediyorlar.

Strateji: Mescid-i Aksa’nın aslında Yahudiler'e ait olduğu düşüncesini bütün dünyaya alıştırmak, Mescid-i Aksa üzerinde hakimiyet ve iyeliklerini normalleştirmeye çalıştırmak.

Vaat edilmiş topraklar ve Tevrat’a dair sınır ideallerini gerçekleştirme amaçlarını bir devlet politikası halline getiren İsrail, giderek radikalleşen beka stratejisinden vazgeçmiyor ve asla vazgeçmeyecek.

İsrail yıllardır yaptığı gibi son derece bilinçli bir şekilde, Mescid üzerinde kendisinin son sözü söyleyeceğine dair algıyı pekiştirmeye devam ediyor.

Çevre Arap ülkelerinin basiretsizlikleri ve çıkarları, işbirlikçi yönetimlerin halklarına ihanetleri, satılmışlıkları sebebi ile çoğu sessiz.

Genel olarak ümmetin ve politik düzeyde Müslüman ülkelerin bu konuda duyarsızlıkları nedeni ile her geçen gün daha cüretkâr davranıyorlar.

Siyaset sanatının en eski yöntemlerinden biri olan “divide et impera” (böl ve yönet) Ortadoğu’da vuku bulurken Müslüman Arap âleminden cılız bir ses yükseliyor.

Kınım kınım kınıyoruz.

Türkiye ve birkaç ülke dışında kimseden ses çıkmıyor.

21. yüzyılda İsrail sivilleri katlederken hümanizm kasanlar ya izliyor ya sessiz kalıyor ya da İsrail’den taraf oluyor.

Gazze’deki masum insanlar öldürülürken, bebekler katledilirken dünya seyrediyor.

Filistinli anne bebeğinin cesedine sarılıp ağlarken Tel Aviv’de başka bir anne bebeğinin kulağına ninni söylüyor.

BÜYÜK İSRAİL SANA GELİYORUM…