CAMİYİ YIK AMA ADALETİ YIKMA!

YUSUF TÜRKOĞLU

Yazının başlığını okuyunca, içinizde oluşan heyecan ve tedirginliği tasavvur edebiliyorum. Yazımızın başlığının ilham kaynağı olan hadiseyi anlatmakla yola koyulalım o zaman.

İkinci halife Hz. Ömer (r.a) ın döneminde Şam valisi, şehrin merkezinde olan bir camiyi genişletmek ister. Bu nedenle caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasına karşılık olan bedeli alır ve kendi isteğiyle arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, caminin hemen yanındaki arsasını satmak istemez. Şam valisi, arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir. Arsasını kaybeden Yahudi, Müslüman komşusuna derdini anlatır. Sızlanır ve Vali’nin kararından duyduğu memnuniyetsizliği iletir.

Müslüman komşusu da kendisine; Medine’ye git. Orada İslâm Halifesi Hz. Ömer vardır. Derdini Ömer’e anlat. O son derece adildir, elbette seni dinler, der.

Şamlı Yahudi, Medine diyarının yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Medine sokaklarında dolaşanlara Halife Hz. Ömer’i sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife Hz. Ömer bu zattır, derler. Şamlı Yahudi Hz. Ömer’in yanına gider. Selam verip yanına oturduktan sonra derdini anlatır. Hz. Ömer (r.a) adamı dinler. Sonra bulduğu bir kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar:

“Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.” 

Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur:

“Şam’daki idarecilerin giyim-kuşam, oturdukları yerdeki ihtişam ve görüntü nerede, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerede... Şam’dakiler şu mütevazi halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” diye Kendi kendine söylenerek, Sonunda Şam’a varır. Ancak valinin yanına da hiç gitmek istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, madem ki bunca yolu göze alarak, oralara kadar gittim, hiç olmazsa halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve kemik parçasını uzatır.

Medine’deki halifenin size mesajıdır, der ve elindeki kemik parçasını valiye uzatır. Vali, kemik parçasının üzerine yazılmış olan bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.

Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememiştir. Merak ve dehşet içinde sorar. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız diye valiye sorar.

Şam valisi, başlar bu cümlenin hikayesini anlatmaya:

İslam’dan önce ben ve bugün halife olan Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gitmiştik. Yanımıza 200 deve alarak, İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla 200 devemize el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, sabaha kadar kalabileceğimiz eski bir han bulduk. Han’ın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi. Bize yardım etti. Sonra da; gidip İran Kralına durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi.

Ben ve Ömer, sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir tercüman krala anlattı. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.

Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım teklifinde bulundu. Ertesi gün tekrar Kralın huzuruna çıktık.

Hancı durumu İran Kralı Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Hancı olayı anlatırken İran Kralı Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi. Bir gün önceki tercümanı çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.

Akşam bizden aldıkları 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi:

Sizin develerinize el koyan kişi İran Kralı Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir.!

Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi.

Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişi darağacına asılı halde duruyordu ve Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye? Dediler ki;

Bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Gördüğüm olay karşısında hayrete düşmüştüm, İran Kralı Nuşirevan kendi öz oğlunu ve vezirini idam etmişti...!

Şehrin batı kapısından çıkan Hz. Ömer ise, bizim şikayetlerimizi ilk gün yanlış tercüme ederek, kralın oğlu ve vezirini korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu görür..!

İşte Halife Hz. Ömer (r.a) senin eline verdiği bu kemik parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen cezasına razı olursun diyor. Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?

Bu hadiseyi bire bir yaşayan Şamlı Yahudi, hem arsasını caminin genişletilmesi için hibe etti ve hem de İslam dinine mensup oldu....

Daha Fazla söze gerek var mı sizce? Bence hayır...

Kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve mükâfat dağıtırken, acaba Adalet timsali Hz. Ömer gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz?

En başında, hayatımızın öz kaynağı olan aile bireylerimiz arasında, Kendi Evimizin Ömer’i olabiliyor muyuz?

Yaşantımızın her alanında, ‘’İŞTE ARADIĞIMIZ ÖMER BU.!’’ diye seslendiklerini duyabiliyor muyuz?

Sözüm elbette herkese ama başta kendi nefsim olmak üzere herkese...

GELİN BU YAZIDAN SONRA HEPİMİZ ÖMER OLALIM...

GELİN HAYATIMIZDA KAYBOLAN ÖMER’İ BULALIM...

GELİN ÖMER’İ BULMADAN ÖNCE, BİZ ÖMER OLALIM...

"SAĞLIKLA, BİZİ BİZ YAPAN DEĞERLERLE KALIN VESSELÂM..."