DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE KUDÜS'ÜN STATÜSÜ-1

PROF. DR. İRFAN KAYA ÜLGER

Bu çalışma, Devletler Hukukuna göre Kudüs’ün statüsünü inceleme amacı taşımaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde Kudüs’ün yakın geçmişi incelenmiş, ikinci bölümde BM Genel Kurulu’nun 181 sayılı Bölünme Kararı esas alınarak oluşturulan İsrail Devleti’nin Kudüs’e yönelik işgali ele alınmıştır.

Devletler Hukukuna göre, İsrail kentin sahibi değildir. BM Ana Sözleşmesinin ikinci maddesinin dördüncü fıkrasına göre, güç kullanılarak toprak ilhak edilmesi meşru kabul edilmemektedir. Nitekim, gerek 1967 ve 1973 savaşlarının ardından kabul edilen BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararlarında, gerekse AT Dışişleri Bakanlarının 1980 tarihli Venedik Deklarasyonunda bu hususa vurgu yapılmıştır. Esasen İsrail de zımnî olarak bu durumu kabul etmektedir.

İsrail-Filistin müzakerelerinin ardından 1993’de Oslo’da imzalanan İlkeler Deklarasyonunda taraflar Kudüs’ün statüsünün yeniden ele alınması konusunda görüş birliğine varmışlardır. Ancak barış sürecindeki tıkanma nedeniyle sorun kapsamlı olarak ele alınamamıştır. Netice olarak, Devletler Hukukuna göre İsrail Kudüs’te işgalci statüsündedir. Fiili durum yaratarak, yeni yerleşim birimleri inşa ederek, bakanlıkları ve bürokratik kurumları Kudüs’e taşıyarak, kimi ülkelerin örtülü himayesinde gerçekleştirdiği uygulamalar, İsrail işgaline hukuki meşruiyet (de jure) sağlamış değildir.

DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE KUDÜS’ÜN STATÜSÜ

Kudüs'ün de bir parçası olduğu Filistin topraklarında 400 yıl süren Osmanlı yönetiminin ardından Birinci Dünya Savaşı sonunda Miletler Cemiyeti tarafından manda yönetimi kurulmuştur. İngiltere, mandater devlet olarak bölgeyi 1948 yılına kadar yönetmiştir. Manda idaresi döneminde Dünya Siyonist Teşkilatının mali desteği ve İngiliz hükümetinin işbirliği sonucu Filistin’e Avrupa başta olmak üzere, dünyanın çeşitli bölgelerinden yoğun Yahudi göçü gerçekleşmiştir.

Manda yönetiminin son döneminde, BM Genel Kurulu tarafından 181 sayılı kararla, İngiliz idaresi altında bulunan Filistin topraklarında bir Yahudi devleti, bir Filistin devleti kurulması ve Kudüs kentinin BM Vesayet Konseyi tarafından idare edilmesini öngören plan kabul edilmiştir. Bu karar gereğince, Filistin manda bölgesinde İngiltere çekildikten sonra 14 Mayıs 1948’de İsrail adıyla bir Yahudi Devleti kurulmuştur. Yahudiler ayrıca Filistin Devleti kurulması öngörülen toprakları işgal etmişlerdir. Bu arada Kudüs kentinin Batı bölümü 1948 yılında, Doğu bölümü de 1967 savaşında İsrail tarafından, uluslararası toplumun muhalefetine rağmen işgal edilmiştir. 1967 savaşından sonra bölünmüş Kudüs’ü birleştirdiğini ileri süren İsrail, 1980 yılında da Kudüs’ü “ebedi başkent” ilan etmiştir.

Bu çalışma, Devletler Hukukuna göre, halen İsrail işgali altında bulunan Kudüs’ün statüsünün ne olduğunu tespit etme amacı taşımaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde Kudüs kentinin üç tek tanrılı din bakımından önemi üzerinde durulacak, ardından Filistin ve Kudüs’e ilişkin Birleşmiş Milletler teşkilatı kararları analiz edilecektir. Müteakip bölümlerde ise Barış Süreci döneminde Kudüs’ün statüsü sorgulanacak ve ardından Devletler Hukuku hükümlerine göre fiili durumun ne olduğu tespit edilmeye çalışılacaktır.

1. Tek Tanrılı Dinlerde Kudüs’ün Yeri

Kudüs, Tek Tanrılı yahut ilahi dinler olarak adlandırılan Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık bakımından kutsal bir kenttir. Dünyada insan yerleşimi en eski kentlerin başında gelen Kudüs, tarih boyunca kültürlerin ve medeniyetlerin kesişme noktasında yer almıştır. Antik çağlardan beri değişik etnik kökene mensup halklar ve siyasal gruplar, kenti ele geçirmek için birbirleriyle kıyasıya mücadele etmiştir.

Yahudiler Kudüs’ü de içine alan bölgenin kendilerine Tanrı tarafından tahsis edildiği inancına sahiptirler. “Vadedilmiş Topraklar” olarak da bilinen bu ütopyanın gerisinde Tevrat metinleri yer almaktadır. Yahudilerin kutsal kitapları Tevrat’a (Ahdi Atik) göre, Kudüs dünyanın en güzel kentidir ve dünyadaki güzelliklerin onda dokuzu bu kenttedir. Yahudi kavminin kökeni Hz. İbrahim’e dayanmaktadır. Hz İbrahim’in ardından Yahudi kavminin başına önce Hz. İshak ve müteakiben de Yakup geçmiştir. Tekvin’e göre, Yehova (Tanrı) Yakup’un ismini İsrail olarak değiştirmiştir. Bu sebeple Hz. Yakup’un çocukları İsrailoğulları olarak isimlendirilmektedir. Öte yandan, Hz Yakup’un dördüncü oğlunun ismi olan Juda, zaman içerisinde Yahudi kavramına dönüşmüştür. Ancak İbrani dilinde Kudüs için Yaruşelayim denilmektedir. Bu isim, Batı dillerine Jarusalem olarak geçmiştir. (Harman, 2002, Cilt 26: 323-328).

Yahudiler, Süleyman Tapınağı’nın (Mabed-i Süleyman) kalıntılarına büyük önem vermektedirler. M.S. 70 yılında Roma İmparatoru tarafından yıkılan tapınağın ayakta son kalıntısı, günümüzde Yahudilerin ibadet yeri olan Ağlama Duvarıdır. Yahudiler, ibadet ederken Süleyman Tapınağının yıkılmasını hatırlarlar ve dualarını “gelecek yıl Kudüs’te” ifadesi ile sonlandırırlar. Özellikle dindar Yahudiler, bu tarihi bağlantıya büyük önem vermekte ve buradan Siyonist ideolojiye temel teşkil edecek ütopik fikirler üretmektedirler. İslam ansiklopedisine Kudüs maddesini yazan Harman’a göre, Kudüs ismi Aramice kudşadan gelmektedir. Bu kelime, şehri değil mabedi ifade etmektedir. Yine kentin ismi olarak geçen İliya, Romalıların kullandığı Aella kelimesinin değişim geçirmiş halidir. Bir başka görüşe göre ise, 10. Yüzyıl başında Karal bilginleri kentin tamamına Beytülmakdis, mabedin bulunduğu alana da Kudüs adını vermişlerdir.

Kudüs, aynı zamanda Hıristiyanlık için kutsaldır. Hz. İsa, Kudüs’de dünyaya gelmiş ve aynı yerde çarmıha gerilmiştir. Kutsal Gömüt ve Veladet Kilisesi bu kentte bulunmaktadır. Markos İncili’ne göre, Hz. İsa, Galile bölgesinde halka tebliğ faaliyetine başlar ve onların olumsuz tavrı üzerine Kudüs kentine yönelir. (Harman, 2002, Cilt 26: 326) Ancak Kudüs’e ulaşmadan şehrin dışında çarmıha gerilir. Bununla çelişen başka anlatımlar da vardır. Yuhanna İncil’inde, Hz. İsa’nın Kudüs’e birkaç kez geldiğin bilgisi yer almaktadır. Ayrıca İncil’de Kudüs kentinden cennetten bir diyar olarak bahsedilmektedir. “...Bir nehir çıkar cennetten ve cennetin bahçesini sular; sonra dört kola ayrılır (...). Bunlardan üçüncüsünün adı Dicle’dir, Asur’un doğusuna doğru akar. Dördüncüsünün adı Fırat... “Efendi Tanrı, insanı aldı ve Cennetin bahçesine koydu; toprağı eksin ve ona sahip olsun”. (Parlar, 1997:11)

Müslümanlar bakımından da Kudüs, Mekke ve Medine’nin ardından üçüncü kutsal kenttir. Kudüs, Hz. Ömer zamanında fethedilmiş ve buraya mukaddes bölge anlamında “El Kuds” denilmiştir. Kur’an’da Kudüs ismi geçmemektedir. Kuran’ı Kerim’in İsra Suresinin ilk ayeti (17/1) şu şekildedir: “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Türkiye Diyanet Vakfı, Kuranı Kerim Meali, 2000: web). Müfessirlerden Fahreddin er Razi, İsra suresinin bu ayetinde geçen “El Mescidül Aksa” ile Kudüs’te bulunan Mabed-i Süleyman’ın veya Filistin topraklarının kastedildiği görüşündedir. Elmalılı Hamdi Yazır da aynı görüşü paylaşmaktadır; ayette geçen el-Mescidül Aksa’nın, çevresi mübarek kılınan yerin Büytülmakdis olduğunu ileri sürmüştür. (Hak Dini Kuran Dili, IV: 3144-3145) Buna karşılık, ayette geçen Aksa Mescidi’nin Cirana vadisinde bulunan Mekke’ye en uzak mescit olduğunu öne sürenler de vardır. Yıldız’a göre, ayette geçen Mescid-i Haram’ın Kâbe olduğu bilinmekte, ancak Mescid-i Aksa’nın neresi olduğu ise tartışmalıdır. Olayı coğrafî zeminde değerlendirenler bakımından iki farklı mekândan söz edilmektedir. Birincisi; Beytü’l-Makdis yani Kudüs’tür. Diğeri de Mekke’ye yaklaşık 30 km uzaklıkta Cirane vadisinin kuzeyinde olduğu söylenen müşriklerden kalma bir mescittir. Bu görüş ayrılığının temel nedeni, Mescid-i Aksa’nın ayetin nazil olduğu vakitte henüz mevcut olmamasıdır. Zira Mescid-i Aksa ilk olarak Emeviler (661) zamanında inşa edilmeye başlanmıştır. (Yıldız, 2016 )

Bununla birlikte, açık ve kesin olan husus şudur: Medine döneminde Müslümanlar 16 ay boyunca namazlarını Kâbe yerine, Kudüs’e yönelerek kılmışlardır. Hz Peygamberin sağlığında bu emri vermiş olması, Müslümanların bu şehri dini bir merkez olarak görmelerine neden olmuştur. Kudüs, tarih boyunca onlarca millet ve inanç mensubunun idaresi altında kalmıştır. Emevilerin ardından. Haçla seferleri döneminde Kudüs, 90 yıl Hıristiyanların idaresi altında kalmış ve 1187’de Selahaddin Eyyübi tarafından yeniden fethedilmiştir. Eyyubilerin ardından kentte bir süre kendilerini Hz Fatma soyundan gelen şeklinde tanımlayan Fatimîler hakim olmuştur. Kudüs’ü de içine alan Filistin toprakları 1517’de Osmanlı Devletinin kontrolüne geçmiştir. İngiliz mandası kurulduktan sonra kent üzerinde Yahudi hükümranlığı tedricen artmaya başlamış ve manda yönetiminin ardından kurulan yeni kurulan İsrail Devleti, kenti işgal etmiştir.

İslam dünyasında Kudüs hassasiyetinin gelişiminde rol oynayan kişilerin başında İngiliz mandası döneminde Kudüs Müftüsü olarak görev yapan Hacı Emin Hüseyin gelmektedir. Ayrıca, 1970’li yıllardan itibaren Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yasir Arafat, fetvalarıyla İslam Dünyasını yönlendiren ünlü din bilgini Yusuf El Kardavi ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı liderlerini de saymak gerekmektedir. Kudüs hassasiyetinin artmasında bir önemli dönüm noktası da İran devrimi olmuştur. 1979’dan sonra İran, ABD ve İsrail karşıtı kesif propaganda savaşında “Kudüs’ün kurtarılması” söylemini kullanmıştır.

Kudüs’ün İsrail tarafından işgal edilmesi, aynı zamanda İslam dünyasında uluslararası işbirliğinin kapılarını aralamıştır. Eylül 1969’da Mescid-i Aksa’nın kundaklama girişimin ardından 25 ülkenin devlet ve hükümet başkanları, Fas’ın Rabat kentinde toplanarak Kudüs’teki kutsal yerlerin korunması için neler yapılabileceğini tartışmıştır. İslam Konferansı adı altında başlayan işbirliği bu çaba, giderek İslam Konferansı Örgütü’nün kurulmasını sağlamıştır. (Baba, 1993). Günümüzde ismini İslam İşbirliği Teşkilatı olarak değiştiren örgütün 57 üyesi vardır ve dünyada BM’nin ardından en fazla devletin üye olduğu ikinci uluslararası örgüttür. Ana tüzüğünde İslam İşbirliği Teşkilatının amaçları sıralanırken üye devletler arasında ekonomik, ticari, siyasi ve kültürel işbirliğini arttırma, siyasal anlaşmazlıklara çözüm bulma, İslam dünyasının “kollektif sesi olma” dışında, Filistin halkına destek sağlama da yer almaktadır. Tüzüğe göre, örgütün amaçlarından birisi de, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını uluslararası platformlarda destekleme ve başkenti Kudüs olan bir Filistin devleti kurulması için çaba göstermektir. (Organization of Islamic Cooperation, webb)

Kudüs’ün de içerisinde bulunduğu topraklar Filistin toprakları, 1300 yıl boyunca Müslüman idaresi altında kalmıştır. Kenan ili olarak da bilinen bu bölge üzerinde Yahudi hükümranlığı 600 yıl ve Hıristiyan yönetimi de toplam olarak 423 yıl sürmüştür.(Ataöv, 1980: 34)

 

HARMAN, Ö.F, (2002), Kudüs maddesi, İslam Ansiklopedisi, Cilt 26, s. 233-328

PARLAR, S. (1997), Ortadoğu- Vadedilmiş Topraklar, Mephisto Kitabevi, İstanbul.

YILDIZ, Ö. (2016), İsra Olayı ve Miraç Anlatısı, İktibas Dergisi

BABA, N.A. (1993), “Organization of Islamic Conference- Conceptional Framework and Institutional Structure”, International Studies, Volume: 30, s.35-51

ATAÖV, T., (1980), “Kudüs ve Devletler Hukuku”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 35, Sayı. 1, s. 29-54.

NOT: 3 bölüm olarak yayınlanacak olan bu makale 2017 yılında yayınlanmıştır