Bir dönem, sevgi kelebeği imajı vermek için muhalif kanalları dahi gezerek “Herkes hata yapar...” benzeri savunma histerisiyle günü kurtarma telaşesindeki Ertuğrul Özkök, şahsına münhasır Genel Yayın Yönetmenlerinden en güzidesidir! Gerçi kendisini sadece bir Genel Yayın Yönetmeni olarak kısıtlamak onu hafife almak olur. Hele ki kendisini Beyaz TV’de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanın Oğlunun karşısında “Osmancım aklında ne varsa sor” samimiyetiyle ifade etmeye çalışıyor olmasını değme mizah öykülerinde bulamazdık. Güya karşısında kendisini zora sokabilecek bir gazeteci(!) varmışçasına konuşma çabası muhteşem bir drama yeteneğiydi.
Gelelim zatı-ı alilerinin dünden bu güne kendisini yetenekli Bay Ripley haline getiren becerilerine…
Büyük Patronu Aydın Doğan’ın kimisi kanlı kimisi alengirli süreçlerden sonra eline geçirdiği Milliyet ve Hürriyet gazeteleriyle birlikte, 80, 90 ve kısmen 2000’lerin girişinde muazzam bir yönlendirme gücü yakaladılar. Öğrencilerinden Fatih Altaylı bu süreci Turgay Ciner’le sürdürürken, yoldaşlarından Serdar Turgut’un Mehmet Emin Karamehmet’le yol arkadaşlığı kısa sürdü.
Aslında özde Doğan Grubu genelde ise medya içindeki bu savrulmaları biz zaman içinde AK Parti ve Erdoğan üzerinden, yandaş veya karşıtlık makaleleri olarak bolca okuduk. Bir dönem aynı mevzide çarpışan kalemşörlerin zaman içindeki ayrılıkları sonrası, kişisel kavgalarını manşetler üzerinden ya da köşe yazılarından bolca gözlemledik.
Herkese verecek bir cevabı/savunması vesairesi bulunan Ertuğrul Özkök sıkıştığında ise Büyük Patron Aydın Doğan tarafından hem de muhataplarıyla çatır çatır tartışılarak koruma altına alınacaktı. (Ertuğrul Özkök’ü Jonglörlükle suçlayan hatta bunun kendi ifadesi olduğu söyleyen Emin Çölaşan’ı Aydın Doğan ekranlarda azarlarken ki görüntüler hafızalarımızda mevcuttur).
90’lardaki medya gücünü hem manşetlerde hem de ekranlarda çok iyi kullanmasını bilen Özkök’ün en sağlam ilişkisi her zaman Aydınlık ve dolayısıyla İşçi Partisi heyetiyle olacaktı. Farklı yayın organlarından güç kuvvet devşirme konusunda pek bir maharetli olan Doğan Grubu hakkında Aydınlık heyetinin sessizliği ise gerçekten ilgi çekicidir. Belki de bu öykünün ana fikri, günümüzün bir çok kalemşörünün dönemsel olarak bahse konu heyetle birlikte geçirdikleri zamanlarda gizlidir. Öyleye ya! Bakınız hepsi sözde devrimciydiler bir dönem. Geçmişin devrimcileri sonradan liberalleşip, CNN üzerinden Türkleşti(!) ve CNNTÜRK doğdu. Sonra Avrupalı can dostlarıyla birlikte kendilerini uluslararası yayın organı olarak pazarlayan Doğan Yayıncılığın temel felsefesi, Holdingin ticari faaliyetlerini zarara uğratacak güç odaklarının önce itibarsızlaştırılması sonrasında ise kamuoyu nezdinde düşman addedilmesinden ibaretti. Ancak şunu da belirtmekte fayda var; Türkiye’de bağımsız basın diye bir şey olmadığı gibi, her biri bir siyasal ya da ticari gücün gölgesinde yaşayan Pravda’dır. Bu konuda en çok faydalandıkları ise kimisi haysiyet celladı, kimisi özel hayat dedektifi Yalçın Küçük, Soner Yalçın gibi on bin beş bin yüz on altı tane ilgili veya ilgisiz kişi ve konuyu birbirine bağlayıp ortaya Belize Çukuru derinliğinde boğulma tehlikesi yaşatan yazar müsveddeleridir. “Onun anası bunun amca kızı olduğundan dolayı on yedinci göbekten falanla ikiz kardeş oldukları rivayet edilir ve bütün bunlar Amerikan ajanlarınca eğitilip yönlendirilir” gibi saçmalıklar bilmem kaç milyonuncu kez yazılıp çizilmektedir. Bunlara göre; güya Erdoğan siyasete girdiği günden beri Amerikan yönetimince yönlendirilmekteymiş. Düşünsenize Türkiye için Erdoğan’ı yetiştiren(!) ABD nedense Vietnam için kimseyi yetiştirememiş. Gel de gülme…
Soner Yalçın’ın öğrencileri olan ODATV heyeti de nerde dedikodu var peşine düşüp bir de kitaplaştırmakla meşguldür. Hele ki tamamının Amerikan Diplomatlarının merkeze ilettiği dedikoduları Wikileaks sitesinden indirip sadece Türkçeleştirerek kitaplaştırmaları ve bunu da bir maharetmiş gibi pazarlamaları da ABD emperyalizmine karşıtlık zemininde hayat bulanlar için ayrıca trajikomiktir. İlk sıçrayışından günümüze dek Pavlov’un şartlı refleks deneyini her aşamada yaşayan/yaşatan Aydın Doğan’ın, bu kalemleri nasıl kullanıp sonra tedavülden kaldırdığına, bunalıma girmesinler diye ne şekilde iş kolları oluşturduğuna baktığınızda resmin tamamı ortaya çıkarabilirsiniz.
Büyük Patronun beklentilerini gerçekten takdire şayan öngörüleriyle birleştiren Özkök’ün Medya Tiranlığı, doksanların ürkek siyasi, ticari ve benzeri profillerince hep uzak durulması ve gerektiğinde biat edilmesi gereken bir güç odağıydı. Hürriyet’te manşet olmanın bütün kapıları açtığı ya da kapattığı dönemlerde FETÖCÜ gazete ve TV’leri, sağlığı hatta varlığı bile şüpheli durumdaki Ecevit’e övgülerle doluyken, devlet sadece Ankara’ya sıkışıp kalmış, havada uçan ana yasa kitapçıkları üzerinden dövizle yatıp, altınla kalkan ama her ikisine de dokunamayan yığınlar bir çıkış kapısı arıyordu. Yurttaşlar olarak bizler, Ecevit ne zaman taburcu olacak diye heyecan içinde haber bültenlerini takip ediyorduk.
Bu sırada boş durmayan Yetenekli Bay Ripley yağmalanan ve zarar eden kamu kurumlarının listelerini ve haberlerini bolca ekranlara taşırken, projelerinin siyasal derinliği görevini M.Ali Birand yönetimindeki 32.Gün heyeti üstleniyor, ticari veya insani boyutlarını ise Uğur Dündar ekranlara taşıyordu. 2000 yılında ise mucizevi bir ihale düzenlenecek ve dönemin en karlı kamu şirketlerinden biri olan POAŞ’ı (Petrol Ofisini ) Aydın Doğan ve ihale ortağı İş Bankası girişimi alacaktı. İş Bankası malumunuz özel sermaye ile değil kamusal destekle ve özellikle Türk insanının hatta Pakistanlı garip gurebanın gönderdiği paralarla kurulmuştu. Günümüzde bir çok ihalede kamu bankalarının desteğini eleştiren Doğan Holding heyeti, nedense kendileri ihale alırken bankaları ortak kabul etmekte pek bir heveslilerdi. İlginç olansa Aydın Doğan’ın neden kendi grup şirketi Dışbank yerine İş Bankasını ortak seçtiğiydi. Haysiyet cellatlığıyla nam salmış kalemşörlerin gözünden kaçmış bu ayrıntıyı ne ilginçtir ki Aydınlık heyeti de atlamıştı!
Gerçi medya savaşlarında eski silah arkadaşları olan Fatih Altaylı ve Serdar Turgut gibi medya organizatörleri kendilerine bulaşanları temizlemek adına kısmen dillendirse de detaylar hep bir yerlerde gizli kaldı. Sözde Batı projesi olan Erdoğan, siyasi yasağından kurtulmak ve yol arkadaşlarıyla devam edeceği partinin kuruluşu için uğraşırken, POAŞ’ı sindirmekle meşgul olan Aydın Doğan ve İş Bankası arasında yine trajik bir ortaklık söz konusuydu. Dışbank’ı 1994’te İş Bankası’ndan alan Aydın Doğan bu alışverişten memnun kalmış olacak ki; birlikte POAŞ’ı da almıştı. Sadece bir dip not; Bu ihale sürecinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun İş Bankası Yönetim Kurulu Üyesiydi. (1999-2002)
İşkilli bir mevzu vardır demiyor, Erdoğan’ın nasıl bir Amerikan projesi olduğunun(!) izlerini sürüyorum sadece.
Koç Grubunun bayilikleriyle başlayıp devam eden ticari yaşamında İş Bankası’nın ihale kardeşliğiyle yürüyüp giden Aydın Doğan için biricik Genel Yayın Yönetmeni; Yetenekli Bay Ripley “Özkök”, her dönem mücadele için gereğini fazlasıyla yapacak ancak hiç bir zaman Aydınlık heyetiyle FETÖCÜ’leri karşısında almayacaktı. Çaktırmadan usul usul dümen sularında yüzecek ya da yüzdürecekti.
İşin sırrı çok satanlarda gizliydi aslında. Peki kim bu çok satanlar? Doğan yayıncılığın veya Paralel çetenin ismini parlattığı yazarlar elbette. Bunlar o kadar çok satarlar ki; sokaktaki adamın haberi olmaz ama ekranlardan hiç kaybolmazlar. Sorsanız demokrasi aşığıdırlar. Ancak bir şartları vardır, demokrasi ancak işlerine gelirse tercihtir, gelmezse ordu göreve ya da darbenin zamanı geçiyor diyecek kadar cunta heveslisidirler.
“Kaygılanma, böyle bir medya yapılanması karşısında Milli Medya çabaları var” diyeceksiniz biliyorum. Sadece şu kadarını söyleyeyim ki; o yapılanma safhasını bile domine edecek bir Medya Tiranlığı var karşımızda. Ve emin olun sizin Milli Medya çabaları için sayacağınız isimlerin kahir ekseriyeti o tiranlığın birer kulu olmak çok eleştirdikleri garsonluğu layıkıyla yapmak için dünden hazır. Ve dahi bu tiranlığa saldırılarının en temel sebebi de o garsonluk için kapı çalmaktan başka bir şey değil. Nitekim yıllardır söylediğim bu tezimi haklı çıkarırcasına şimdi birbirine düştüler; hem de Erdoğan ve İslamcılığı kendilerine zırh yapacak kadar detaylarını sonra yazacağım ilkesiz bir kavgayla…