FETÖ’nün CIA menşeli bir yapılanma olduğu, örgütlenme modelinden kamudaki egemenlik alanını genişletmeye varıncaya kadar tamamının CIA planlamasına yaslandığını inkar eden var mı?
Öyle “dini referans alan söylemler” eşliğinde kendine taban oluşturma sürecini bahane edip de “gayrimüslim bir yapı (CIA) nasıl İslami hassasiyetlerden beslenen örgütlenme modeli kurar” gibi itirazlarla gelmeyin sakın.
Hiç kuşkusuz ki; İslam coğrafyasında toplumları dinden uzaklaştıran projelerin sahipleri, İslam’ı Müslümanlardan daha iyi öğrendiler. Dahası Müslümanların psikolojik tepkilerini, reflekslerini kendi projeleri yönünde konsolide etmek için Müslümanlar içinden devşirdikleri papazlarına imam/vaiz cübbesi giydirdiler. İşte FETÖ de bu bağlamda bir projenin ürünü olarak Vatikan’dan Tel Aviv’e ve Washington’a kadar geniş bir alana ajanlık faaliyeti yürütmek için CIA merkezli küresel aklın sadece Türkiye değil İslam coğrafyası içine ektiği fitne tohumlarından biriydi.
Böyle bir yapının, 15 Temmuz’da ortaya çıkan yönüyle sınırlı olacağını düşünmek, YEDEK BİR PARALEL YAPILANMA tesis etmediğini düşünmek fazlaca safdillik olur. Zira örgüt liderinin seneler önce söylediği, “Bir gün bana Ankara’da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından öyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacak hiçbir şey kalmayacak” sözlerine bakılırsa, 15 Temmuz örgütün “Ankara’da bin evi olduğuna” inandığı için devletin paçasından tutuşu değil asla. Üstelik 15 Temmuz ihanetini ikindi sularında MİT’e haber veren “itirafçı subayın”; “Kendilerinden olduklarını düşündüğüm personelin bir kısmını çağırmamışlar. Kendilerinden olanları sakladıkları için göreve çağırmadıklarını düşünüyorum” sözleri adli ve istihbari kayıtlarda dururken…
Örgüt liderinin bir başka sözü daha var 80’lerin sonlarından itibaren...
Örgütün kozmik unsurlarına hitaben, “sizler asrın sahabelerisiniz” dediği, devletin de bildiği bir durum.
Şimdi cevap bulunması gereken soru ise, FETÖ’nün uyuyan hücrelerinde gizlenen o “asrın sahabeleri” kimler ve nerede oldukları, kim tarafından kumanda edildikleri?
Bunların ipuçlarına çok zaman rastladık. Mesela; 17/25 Aralık’tan sonraki mücadele sürecinde rastladık. Örgütün kamudaki uzantılarına dokunmaya çalışan her eli etkisizleştirdiler, hem de en cevval FETÖ savaşçısı pozlarıyla.
7 Şubat MİT Operasyonu’nu es mi geçeceğiz?
Asıl hedefi Recep Tayyip Erdoğan olan o operasyonun bürokrasi ve medya ayağını mercek altına alın. Nasıl da avuçlarını ovuşturmuş, o operasyonun parçalarını operasyon karşıtlığı kamuflajıyla nasıl da paylaşmışlardı.
15 Temmuz sonrası yürüyen mücadele sürecinde de rastladık.
2000’li yıllarda örgüt mensuplarıyla ilgili tuttuğu tutanaklar halen Emniyet Hukuk arşivinde olanları, 15 Temmuz gecesi silah deposunun anahtarını vermeyen, bayrak asmayan amir ve memurlarla ölümüne bir savaşa tutuşanları, aynı gece hainlerin kontrolündeki tankın namlusuna çıkarak gövdesini siper edenleri, Tuzla’da geçit vermek istemediği darbecilerin kurşunlarıyla yaralananları, daha buraya yazmadığım onlarca yüzlerce vatan evladını FETÖ çuvalına koyanlar, MİT ve KOM arasındaki süreçte ByLock listelerine adeta özel olarak seçilmişçesine binlerce FETÖ düşmanını ekleyip FETÖ’den işlem yapanlar ve yaptıranlar… Bütün bunlar “masumane hata” olarak örtülebilir mi? 15 Temmuz gecesi emniyetin kritik bir biriminde, o birim mensuplarını koridora toplayıp “darbenin başarılı olacağı” uyarısı yapanlar halen görevdeyken, buna tanıklık edeceklerin KHK ile ihracı ve “iftiraya kurban gittikleri” en üst makamlarca tespit edilmesine rağmen iade listelerine girmeyi bir türlü başaramamaları “basit bir kusur” olarak ya da “kurunun yanında yaşın yanması” diye örtülebilir mi?
Ya bırakın 17/25 Aralık’ı 15 Temmuz’dan sonra yargı mekanizmasına alınan kimi hakim ve savcı adaylarının “FETÖ ile irtibatı” nedeniyle ihracı söz konusuyken, bunu basit bir “istihbarat kusuru” olarak mı geçiştireceğiz?
Alt alta sıralayacak o kadar çok örnek var ki…
Maksadım bu örnekleri çoğaltmak değil; “FETÖ’nün uyuyan hücrelerinde gizlenen o ‘asrın sahabeleri’ kimler ve nerede oldukları, kim tarafından kumanda edildikleri” sorusunun cevabını ararken, FETÖ kamuflajıyla işletilen ihraç mekanizmasının açtığı alanı kimin doldurduğu üzerinde kafa yormak.
Bu noktada; örgütün Emniyet başta olmak üzere kamunun en kritik noktalarına sızdığı dönemin en dikkat çeken ismine, Kemalettin Özdemir’e ve onun sisteme soktuğu ancak onunla birlikte FETÖ yapılanmasından koptuğu görüntüsü veren Emniyet, Yargı ve bürokrasideki kadroların üst çatısı olarak anılan KÖZ’e dikkat çekmekte yarar var. Kabul edelim ki; 15 Temmuz’dan sonra gözaltına alınıp tutuklanan ve itirafçı olduğu yönündeki iddialar medyaya yansıyan, FETÖ’nün en kozmik isimlerinden birinin MİT Elektronik ve Teknik İstihbarat Başkanlığında görevlendiriliş hikayesinin baş aktörü de Kemalettin Özdemir’di.
Bu gerçekleri göz ardı edersek; yargının içinde halihazırda 2 bine yakın olduğu tahmin edilen hakim ve savcılarla Emniyet’te varlığını sürdürmeyi başaran binlerce uyuyan hücrenin, 15 Temmuz’un ihbarcı subayının, “Kendilerinden olanları sakladıkları için göreve çağırmadıklarını düşünüyorum” diye dikkat çektiği TSK’daki unsurlarıyla koordinasyon içinde girişebileceği yeni bir ihanete karşı hazırlıksız yakalanabiliriz.
Bakın örgütün 7 Şubat MİT operasyonunun medya ayağında yer alanlar dahil bir takım kesimlerin itibarsızlaştırmaya çalıştığı Çatı İddianamesinin dava sürecinden, Kemalettin Özdemir’in merkezinde olduğu bazı diyaloglar aktarmak istiyorum size…
FETÖ’nün Emniyet İmamı olduğu yönündeki iddiaları ısrarla reddeden Özdemir, Ankara’da görülen ve “şüpheli” olması beklenirken ilginç bir şekilde “tanık” yapıldığı FETÖ Çatı Davasının 12 Ocak 2017 günü yapılan dördüncü oturumunda, mahkeme başkanı ve duruşma savcısıyla dikkat çeken bir diyaloğa giriyor.
Bu diyaloglarda devletin kendisine koruma verdiğini aktaran Özdemir, Mahkeme Başkanı Selfet Giray’ın, örgütün “Emniyet İmamlığını yapıp yapmadığı” yönündeki sorusuna, “Bu görevi yapanlar da vardı. Ben onların ağabeyiydim” cevabı verip örgütteki pozisyonunu zımnen kabul ediyor.
Özdemir’in duruşmadaki ifadelerinin bütünü, bugün FETÖ’nün 15 Temmuz darbe ve işgal girişimi yargılamalarında örgüt mensubu üst düzey isimlerin mahkeme heyeti ve şehit ve gazi yakınlarıyla alay edercesine yaptıkları “stratejik savunmalarını” aratmayan cinsten. Ki zaten duruşma savcısı İsmail Şafak da bu duruma isyan ederek; “Öyle bir anlatıyorsun ki, bağın yok, yerin, konumun belli değil. Oysa önceki ifadelerinde Baş Yüceler Meclisi'ne iştirak ettiğini söylemişsin. Sen bu kadar bilgiye sahipsin, ama anlattıklarınla en azından benim aklımla alay ettin” ifadelerini sarf ediyor. Zira Özdemir’in, duruşmadaki “tanık ifadelerini”, ‘yurt dışına kaçanların FETÖ ile bağlantılarını ortaya koyup, kaçamayıp yakalanan ve davada sanık olanları suçsuz ilân eden’ bir strateji üzerine oturttuğu ap açık ortada.
Şimdi yine başa dönelim ve “asrın sahabeleri” diye tanımlananlarla, okuyucu, yazıcı, Milli Görüşçü gibi farklı gömlekler giydirilerek kamufle edilen “uyuyan hücrelere” yoğunlaşalım.
Özdemir’in, Çatı Davasının duruşma savcısını bile isyan ettiren “stratejik ifadeleriyle” kimleri ve neyi gizleme çabası sergilediği üzerinde kafa yoralım. Ve bugün FETÖ ile mücadelenin en ön safında görünmesine karşın, bütün yolların Özdemir ve KÖZ’e çıktığı bilinen Çatı İddianamesini itibarsızlaştırma operasyonunun aktörlerini bir kez daha hatırlayalım…
Bütün bu fotoğraftan sonra, "ASRIN SAHABELERİNİN ülkeyi KÖZ gibi yakacak Yargıtay Planı” başlıklı bir önceki yazımda aktardığım çekinceleri bir kez daha gözden geçirelim.
CIA’nın yapılandırdığı bir örgütlenmenin, 15 Temmuz’da ortaya çıkan yönüyle sınırlı olamayacağı, dokunanın KÖZ gibi yanacağı zaman ayarlı YEDEK BİR PARALEL YAPILANMA tesis ettiği ihtimalini de yabana atmayalım.
Sizce de -tedbir alınmazsa- durum gerçekten vahim değil mi?