DUMURA UĞRAMIŞ İNATÇI DEVLET AKLIYLA FETÖ’NÜN MAĞDURİYET TABANINI GENİŞLETME STRATEJİSİ ARASINDA SIKIŞAN 'GERÇEK MAĞDURLAR'

ZİHNİ ÇAKIR

15 Temmuz’un hemen akabinde, kendimizi suyun akışına kaptırmadan, AVAZ avaz bağırdık; FETÖ kendine yönelik mücadeleyi akamete uğratmak için bir yandan hasımlarını FEETÖ çuvalına atarak onlardan intikam alıyor bir yandan da mağduriyet tabanını genişletiyor dedik. Daha da ileri gittik; kimi kurumlarda FETÖ ile mücadelenin sinir uçları, 17/25 sonrasında farklı grup ve yapılar içine gizlenerek kendini kamufle eden FETÖ’cülerle, iktidarın beslendiği muhafazakar-milliyetçi tabana hasım gruplara emanet edilmiş diye de uyardık.

Bu arada FETÖ’nün Yargı ve emniyet tabanlı organizasyonlarla, mağduriyet tabanını genişletmesi ve mağduriyetlerin toplumun her kesimine dokunacak seviyeye gelmesi için geçmişte uyguladığı “kurgulanmış gizli tanık”müessesinden “sahte ihbar” yöntemine ve dahi “oluşturulmuş dijital” tekniğine kadar bir çok yolu deneyebileceği uyarısını her fırsatta haykırdık.

Ne var ki; süreçte sesi en çok çıkanlar geçmişte FETÖ’ye “aşk ve sadakatını” en yüksek sesle dillendirenler olduğu için, fikirleri itibar görenler, düne kadar FETÖ’nün fikirlerini yaygınlaştırma misyonu üslenenlerden oluştuğu için duyuramadık sesimizi.

Devletin dumura uğramış inatçı aklı ile FETÖ’nün mağduriyet tabanını genişleterek kendine yönelik mücadeleyi akamete uğratma stratejisi, HATALI BYLOCK TASPİTLERİ, ALBATROS, GARSON ve bir ALTIN VURUŞA dönüşen ANKESÖR üzerinden başarıya ulaşarak, “kurunun yanında yaş da yanar” diye izah edilemeyecek seviyede akıl almaz bir mağdur kitle oluşturdu.

15 Temmuz sonrası FETÖ’ye yönelik mücadeleyi sadece “FETÖ mücadelesi” olarak görme ahmaklığına düşen herkes, FETÖ’nün planlı bir strateji ile ürettiği mağdurlar üzerinde tepinerek FETÖ düşmanı olduğunu ispatlamaya çalıştı adeta. Buna önlerine gelen soruşturma evrakları ve iddianamelerde adalet yerine muktedirlere yaranmayı önceleyen Yargı mensuplarından dün FETÖ ile cilveleşerek makam sahibi olanlara, örgütün türlü kumpasının aparatı olmaktan hiç imtina etmemiş emniyet ve istihbarat bürokrasisine kadar bir çok kesimi eklemek mümkün.

Oysa o süreç, 15 Temmuz’un yarattığı travma ve dumura uğramış devlet aklının stratejik hatalarıyla FETÖ mücadelesi olmaktan öte bir egemenlik savaşına evrilmişti daha ilk başlarda.

Geçmişin çoklu iktidar yapısı içerisinde kendine alan edinen kesimler, askeri ve sivil vesayet artıkları, Ergenekon-Balyoz süreciyle kaybettikleri mevzilerini tekrar kazanacak fırsata dönüştürmüştü FETÖ ile mücadeleyi. Bu tahkimatı yapmak için de tıpkı FETÖ’nün farklı grup ve yapılar içerisinde kamufle ettiği uyuyan hücreleri gibi kendilerine tehdit olarak gördükleri isimleri, düşmanlık besledikleri kişileri, geriletmek istedikleri potansiyel muarızlarını FETÖ çuvalına atmakta hiçbir beis görmediler. Diğer yandan; geçmişte FETÖ’ye düşmanlığı, örgütün dini bir yapılanma olduğu saikine dayananlar, bu kez FETÖ’yü, muhafazakar/mütedeyyin tabanı tasfiye edecek bir sopa olarak kullandılar.

FETÖ’nün planlı bir strateji ile oluşturduğu mağduriyet tabanının, iktidarın oy tabanını besleyen muhafazakar/milliyetçi kesimlerden oluşmasının en sağlıklı izahı bu ayrıntıda gizli aslında.

Bütün bu çarpıklıkların neticesiyle, geride bıraktığımız 40 ay sonunda hemen her günün konusu “FETÖ’yle mücadele mağdurları”

Başrolünde de damadını tereyağından kıl çeker gibi kurtaran Bülent Arınç ile FETÖ ile mücadeleyi Ergenekon ve Balyoz dahil belirli süreçlerin rövanşı olarak gören isim ve kesimler…

Üstelik gündemi oluşturan hiç kimsenin asıl derdi gerçek mağdurlar da değil.

Hepsinin ortak derdi bu kez de skora oynayan yüksek bürokrasinin, örgütle cilveleşerek makam ve mevki sahibi olduğu gerçeğini örtmeye çalışan güvenlik ve istihbarat bürokrasisinin, dün FETÖ’ye sadakat ve aşkını en üst perdeden haykırmanın suçluluğu ile hareket eden kudretlilerin, süreci bir rövanş ve nefret saçmaya dönüştüren vesayet artıklarının ürettiği ve kahir ekseriyeti milliyetçi/muhafazakar tabandan oluşan mağdurlar üzerinde tepinip “makbul FETÖcüleri” kurtarmak.

Böyle bir ortamda; ömrü FETÖ’cülerin zulüm ve baskısıyla geçmiş, FETÖ ile mücadelesi bugünün muktedirlerinin FETÖ ile cilveleştiği yıllara dayananların FETÖ’cü diye ihraç edilmesini, gözaltına alınıp tutuklanmasını anlatmak, o insanların sesi olmak elbette kolay değil.

KHK meselesinin, “devletin bir bildiği vardır” desturundan yola çıkılıp "KHK ile ihraç edilen herkesin FETÖ'cü olduğu" ya da “KHK’lar bir faciadır” söylemi zemininde “KHK ile ihraç edilen herkesin masum olduğu”yönündeki tartışmalarla çıkmaza girdiği bir dönemde KHK ile ihraç edilmiş mağdurlara sahip çıkmak tabii ki çok zor.

Dahası; dün FETÖ’yü öve öve makam sahibi olanların bugün FETÖ’ye söve söve o makamları koruduğu bir dönemde, böylesine insani bir mücadele nedeniyle “FETÖCÜ” yaftası yeme riskini iliklerimize kadar hissederken işimizin kolay olmadığının da bilincindeyiz.

Ama bunu yapmak zorundayız. Hiçbir hesap gütmeden, hiçbir güç ve odağa yaslanmadan sadece insani reflekserle, mesleki sorumlulukla hareket ederek, FETÖ’nün planlı bir stratejiyle, askeri vesayet artıklarının da rövanşist dürtülerle ürettiği gerçek mağdurların sesi olmaktan vazgeçmeyeceğiz.