Üç tane karar alma şekli vardır. Doğru, Yanlış ve “En İyi” karar… Uygulamalı Yöneylem araştırmalarının temelinde de en iyi kararı verme stratejisi yatar. Kısa vadeli kararlar ilk ikisidir (Doğru – Yanlış). Uzun vadeli olanı ise En İyi karardır. Batılı Beyaz Adam ile dünyanın geri kalanını ayıran da karar alma mesafeleridir.
Örnek olay üzerinden gidersek; Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı kimin vahşice katlettirdiği belli iken, ABD ve Avrupa olaya görünürde sert fakat içerikte çok farklı bir bakış açısı geliştirip Suudi Arabistan veliaht prensini dolayısıyla Suudi devletini doğrudan suçlamak yerine sadece “işaret” ederek, katilin bulunmasını için işbirliği istediler. Doğru karar yerine “en iyi” kararı vererek “iş birliğini” arttıracak adımlara zorladılar. Suudilerde hemen mesajı alıp, ABD ve Avrupa’ya milyar dolarlık silah siparişi vererek suçlunun ifası hususunda üstüne düşeni yaptı.
Bütün bunlar Suudi prensin kendisine ikram edilen kahveyi sırf Türk markası olduğu için reddettiğini okuduğumda aklıma geldi. Duygusal travmalara saplanmış iç ve dış politik kariyerimiz sayesinde kiminle mezhep kiminle din kiminle de etnik sebepler derken içeride birbirimizle, dışarıda ise dünyanın kalanı ile kavgalıyız. Hep mi böyleydik(?) Ne yazık ki…
Peki ne zaman en iyi kararı vereceğiz? Çerçeveyi büyütüp, problemi modellemeyi öğrendiğimizde. Peki bunu nasıl başaracağız?...
Saçma sapan politikalar (diplomatik, siyasi, ekonomik, eğitim, tarım vb) ve incir çekirdeğini doldurmayan tartışmaların odağında kalmış biçare ülkem travma sonrası stres bozukluğu içinde çırpınırken, ülkeyi düşündüğünü iddia edenler aslında ideolojik beklentilerinin karşılanması için demokrat rolünü oynamaktadır. Siz dahil bu yazıyı okurken eğer yazının muhatabının diğer ideoloji olduğunu düşünüyorsanız hala kısa mesafeli karar almakla meşgulsünüzdür.
“Beyaz Adam” (Batılılar) karar verme mesafesini ufkun ötesine taşırken, biz günü kurtaracak kararlarla meşgulüz. İşbu sebeple de her daim güncelde doğru karar verdiğimizi düşünürken, yakın gelecekte yaptığımız yanlışın bedelini ödüyoruz. S-400 konuşulduğu günlerde doğru bir karar gibi görünürken çok değil bir sene sonra başımıza bela oldu. S-400 iyiydi ve/veya kötüydü başka bir şey lakin hepimiz bu hususta bir karara vardık. Şimdi en fazla ihracat yaptığımız ülke (Almanya) başta olmak üzere finansal açıdan tamamen bağımlı olduğumuz –hem bankacılık hem de dolar üzerinden– ABD ile kafa kafaya geldik. Açıkçası ABD dahil “Beyaz Adamdan” pek hazzetmediğim bilinir ve fakat iktidarın tavrı Batı’ya karşı tamamen duygusal/doğru karar şeklindedir. Elbette başta Fetö/PKK olmak üzere terör örgütlerine dair samimiyetleri bizi haklı kılıyor kılmasına da, ne bekliyoruz “Beyaz Adamdan” (?). Akşamdan sabaha istediğimiz her örgütü terör listesine almalarını mı?
Her durum ve koşulda doğru kararı veriyor olsalardı zaten bugün dünyanın geri kalanının kendilerine muhtaç olmasını sağlayamazlardı. Güncelde IMF’i zinhar istemezük diye dert yanıyoruz da bizi bu duruma IMF’mi getirdi yoksa kendimiz mi hesapsız kitapsız para harcayarak bu hale geldik(?). Hadi bu hale bir şekilde geldik diyelim, ne demeğe IMF’yi asla istemiyoruz diye çıkışlar yaptık.
Sonuçta ekonomimizin sıcak paraya bağımlılığı ortada… Bu kadar güçlü bir kuruma karşı meydanlarda aleyhte konuştuktan sonra “Beyaz Adama” gidip, IMF olmadan bize borç vermesini isteyeceğiz. Yahu adamlar alacak – verecek ilişkisinde Doğu’nun sürekli sorun çıkarmasından ötürü bu kurumsal yapıyı (IMF) kurmadı mı(?)
Bir önceki yazıma (Öğrenmenin maliyeti) eklemeyi unutmayıp bu yazıya sakladığım bir ayrıntı daha var. En iyi kararı veremeyen herkes öğrenmenin bedeli olarak yüksek faiz öder.