AK Parti, 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde yüzde 34.3’lük oy oranıyla iktidara geldiğinde devasa bir ekonomik ve siyasi enkaz devraldı. Bunun yanında mutsuz bir toplum, umutsuz bir gençlik ve ötekileştirilmiş baskı ve zulme tabi tutulmuş milyonlarca insan gerçeği vardı karşısında.
Onu iktidara taşıyan temel sosyolojik gerçeklik ise; hem milli gelirin adaletsiz paylaşımı hem de inancı ve yaşam biçiminden dolayı ötekileştirilen kitlelerin mağduriyetiydi. Devleti esir alan vesayetçi anlayış da cabasıydı.
O vesayetçi anlayış, AK Parti iktidarının 5’inci yılında bile ona Cumhurbaşkanı seçme özgürlüğünü çok gördü.
O vesayetçi anlayıştan güç alan yerleşik medya düzeninin, insanları inancından ve inancının gereği olan kılık kıyafetinden ötürü neredeyse kamu hizmetinden mahrum bırakacak derecede baskılayan yasal düzenlemeleri ortadan kaldırmayı amaçlayan TBMM iradesine başkaldırısına bile tanıklık ettik. Başörtüsü ile ilgili düzenleme için Ertuğrul Özkök’ün attığı “411 el KAOSA kalktı” manşeti hala hafızalarımızdaki tazeliğini korur hatta.
Büyük badireler, kapatma davaları derken; AK Parti 3 Kasım’da iktidara geldiğinde eğitim, sağlık, adalet ve emniyet başlığı altında 4 temel sütun üzerinde yükseltme sözü verdiği ülkede, yapısal düzenlemelerle bir yandan devralınan siyasi enkaz kaldırılırken, yatırımlar ve piyasada oluşturulan güvenle ekonomide de ciddi iyileşme sinyalleri geliyordu.
Ekonomideki iyileşme, ülkeyi, milletin hassasiyetlerini gözeterek yönetme gayreti ve toplumun istisnasız tüm kesimlerine rahat nefes alabileceği bir atmosfer oluşturma çabası 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AK Parti oylarını yüzde 46,6’ya taşıdı. 12 Haziran 2011’de bu oy oranı yüzde 49,8’e yükseldi.
2011’deki bu rekor sonrasında küresel aktörlerin dalga dalga gelecek olan saldırıları başladı. Ortadoğu’yu, kan ve gözyaşına dayalı kontrollü gerilim stratejisiyle yöneten küresel akıl, bu coğrafyada Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik her geçen gün büyüyen hayranlık ve bu ülkelerin Türkiye’yi model alma yarışından duyduğu rahatsızlığı, Türkiye’nin yükselişini durdurma hamlelerine dönüştürdü. Bu bağlamda bir yandan PKK ve FETÖ eliyle içerde kaos ve gerilime sebep olacak olayları kaşırken diğer yenden de dışardan kurgulanan siyasal ve ekonomik saldırıları devreye soktu. Bütün bu saldırılara rağmen ülke IMF esaretinden kurtarılırken, kişi başına düşen milli gelir oranı da Türkiye tarihinin en üst seviyelerine çıktı.
Türkiye artık küresel akıl için önemli bir tehdit halini almıştı. İşte bu tehdit, FETÖ’nün 15 Temmuz kanlı darbe ve işgal girişimiyle ortadan kaldırılmak, ülke teslim alınmak istendi. Ancak o gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da çağrısıyla sokağa dökülen milyonlar bu girişime de gövdesini siper etti.
Halkın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güveni artarak devam ederken Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra AK Parti kadrolarının halktan uzaklaşması, “hasbiler” ayak oyunlarıyla bir bir küstürülürken, teşkilatlara “hesabilerin”doldurulmaya başlanması Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik güven ile AK Parti’ye teveccüh oranı arasındaki makası da açtı. Üstüne bir çok İl yöneticisinin, 15 Temmuz travması atlatılmamışken FETÖ’cü iş adamlarının davalarında savunma avukatı olarak boy göstermesi eklenince bu makas kapatılamaz bir hal almaya başladı.
Bu atmosferle girilen 24 Haziran 2018 Milletvekili Genel Seçimlerinde AK Parti 42,6 oyla 14’üncü seçimden de zaferle çıkmasına karşın, yüzde 7’lik bir kayıpla sadece Anayasa yapacak çoğunluğu değil Meclis çoğunluğunu da kaybetti.
24 Haziran 2018 Milletvekili Genel Seçim sonuçlarıyla ilgili yapılan değerlendirmeler sonrası “milletin verdiği mesajın alındığı ve gereğinin yapılacağı” açıklandı. Ancak oy oranındaki erimenin sorumlularıyla “verilen mesajı”raporlandıranlar aynı olmalı ki; milletin beklentilerini karşılamak yerine bu beklentileri boşa çıkaran adımlar birbirini izledi.
2019 Mart seçimleri için Belediye Başkanı adayı belirleme sürecinde, seçmene inat isimler dayatılırken, bazı Büyükşehirler başta olmak üzere bir çok yerde temayül yoklamaları ve anketlerin manipüle edildiğine dair kuşkuları da arttıran isimler aday olarak açıklandı.
Bu ortamda gidilen Mart 2019 Belediye seçimlerinde Ankara ve İstanbul başta olmak üzere bir çok Büyükşehir il ve ilçe hem de ders niteliğindeki sandık sonuçlarıyla kaybedildi.
Mesela o şaibeli anket ve temayül yoklamaları ile adaylığı engellenip bağımsız aday ya da başka parti adayı olarak seçimlere giren ve ipi göğüsleyen bir çok Başkan’ın AK Parti’ye katılması bile kendi başına irdelenmesi gereken bir durum olarak çıktı karşımıza. Ancak ilginçtir, bu kadar somut bir duruma dair tek bir kişi bile şu ana kadar hesap vermiş değil.
Ayrıca hem Ankara hem İstanbul’da millet ilçelerde tercihini AK Parti’den yana kullanırken, Belediye Başkanı tercihini muhalefet adaylarından yana kullanması, soğan, poşet metaforundan öte seçmen sosyolojisi açısından tahlil edilmesi gereken bir durumdu.
Belli ki; 2018’de verilen o mesajın doğru alınmadığını düşünen seçmen, sandık sandık ibretlik tercihlerle verdiği mesajı netleştirmişti.
Bu seçimlerin üzerinden de neredeyse 2 yıl geçmek üzere. Ve gelinen noktada, şu ana kadar yapılan kongrelerdeki isim tercihleri ve izlenen yöntem, ya milletin mesajının hiç alınmadığını ya da o mesajın İl ve İlçe yönetimlerinin belirlenmesinde en etkili rolün yüklendiği “il koordinatörleri” eliyle perdelendiğini gösteriyor.
Bu arada son dönem yapılan anketlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oy oranı yine yüzde 50’nin üzerinde. Ne var ki; AK Parti’ye oy veririm diyenlerin oranı 2002’de iktidara geldiği yüzdelere doğru iniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güvenle AK Parti’ye teveccüh arasındaki makas yüzde 20’lere tırmanıyor.
Üstelik bu erime seçmen için başka bir alternatifin olmadığı atmosferde yaşanıyor. AK Parti’den uzaklaşan seçmen mevcut siyasi adreslerden birine yönelmiyor, kararsızlar kategorisine ekleniyor.
Dahası anamuhalefet partisinin yüzde 25’ten yüzde 16’lara gerilediği bir ortamda eriyor AK Parti oyları. Bu sebeple; seçmen için “alternatifsiz” bir ortamda yaşanan bu oy kaybına dur demek, yeniden güçlü bir iktidar partisi haline dönüşmek çok da zor değil.
Öncelikle “içerde paylaşımın” ürünü olan manipülatif anket sonuçlarıyla avunup, seçmenin kendisinden uzaklaştığını görmezden gelmekten vazgeçmeli AK Parti.
Genel Merkez’den başlayıp taşra teşkilatlarına kadar uzanan hesabilerle yolları ayırıp hasbilerle kucaklaşmalı.
AK Parti, çiftçiye, esnafa ve dar gelirliye dokunacak kanalları yeniden işler hale getirmeli.
FETÖ ile mücadele sürecinde, kimi planlı kimi örgütün hücresel yapılanmasından kaynaklı “kurunun yanında yaş da yanar” tanımlamasını da aşan mağduriyetler, bir an önce fark edilmeli ve giderilmeli.
İnsanoğlunun fıtratıdır; güçlenip zenginleştikçe çevresinde “güçlüler” ve “zenginlerden” bir bariyer oluşur. Hal böyle olunca, toplumun sosyal ve ekonomik baskılarla küsmüş güçsüz kesimi ve yoksul kesimiyle bağ kurması mümkün olmaz. AK Parti Genel Merkez kadrolarından İl ve İlçe teşkilat yöneticilerine kadar herkes onları çevreleyen ve milletle bağını koparan bu kesimlerden bir an evvel arınmalı.
Bütün bu restorasyonlar, köklü bir Adalet reformu, savunma sanayiindeki millileşme hamlesinin daha üst seviyelere çıkarılması, eğitimdeki karmaşanın kalıcı bir sisteme oturtulması ve Milli Eğitim sisteminin gerçek anlamda millileştirilmesi ile desteklenmeli.
İnanın bunların hayata geçirilmesi durumunda yüzde 50-55'lere ulaşmak asla imkansız değil. Çünkü bu millet değerleriyle, inancıyla savaş halinde, iktidar uğruna bölücü terörle ittifaka girebilen gözü dönmüş siyasi figür ve adreslere, ne vaadederse etsinler dönüp bakmaz bile...