Ey CHP, CIA hacetiyle gireceğiniz gerdekten doğsa doğsa PİÇ doğar!

ZİHNİ ÇAKIR

CHP, FETÖ, PKK ve DHKP-C gibi tüm örgütler 24 Kasım’da ABD’de yapılacak olan Zarrab davasına kilitlenmiş durumda. Öyle ki; ana muhalefetin başındaki zat, elinden gelse TBMM çatısında dinlettiği “FETÖ montajlarıyla” yalancı tanıklık yapacak. Ana muhalefetin sözcüsü imkan bulabilse davanın “Büyük Jürisinde” üye olacak. Yeter ki; 17/25 Küresel Casusluk ve Yargı Darbesi girişiminin ana kumanda merkezindeki son aşamada Erdoğan ve Türkiye’ye “çökebilmenin” önünü açacak bir karar çıksın. Peki muhalefetin siyasi şeref ve haysiyetini askıya alarak kilitlendiği 24 Nisan’da yargılanacak olan ne?

Malum; hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. O yüzden konunun arka planının yeniden hatırlatmakta yarar var. Zarrab ve dava dosyasındaki isimlere yöneltilen suçlamanın ortak yönü ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoyu delmek. Ancak bu suçlamaya karşın dava dosyasındaki Türk vatandaşlarının tamamı FETÖ’nün 17/25 Aralık operasyonlarının hedefindeki isimler. Türkiye’deki adı “yolsuzluk” olan OPERASYON, ABD’de “İran’a yönelik ambargoyu delmek” adını almış.

ABD’nin 70’lerde temellerini atıp Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra faaliyete geçirdiği “nüfuz casusluğu” müessesinin elemanları da olan FETÖ’nün yargı ve emniyet içindeki unsurları 17/25 Aralık soruşturmasının startını 2012’de verirken, eş zamanlı olarak ABD senatosunda, ambargo baskısını arttırmak adına, İran ile petrol alım satımında altın karşılığının kullanılmasına karşı karar alınıyordu. Ne tesadüf ki; aslında ABD adına nüfuz casusluğu yaptığı şimdi daha iyi anlaşılan 17/25 Aralık soruşturma savcıları ile adli kollukta görevli müdür amir ve polisler, “yolsuzluk” sosu ekledikleri soruşturmayı “altın ticareti” zeminine oturtmuş, Halk Bankası’nı da bu ticaretin sirkülasyon merkezi olarak soruşturmaya eklemişlerdi.

Bunun sebebi de 2013 yılı Nisan ayında anlaşıldı. Amerikan Kongresi’nin Temsilciler Meclisi kanadı, nükleer programı bahanesiyle ABD tarafından İran’a uygulanan tek taraflı yaptırımlara rağmen Türkiye’nin Halkbank üzerinden İran’la ticaretini arttırdığı iddia ediliyor, bu kapsamda Türkiye aleyhine bir imza kampanyası başlatılıyordu. Washington’un en güçlü lobi örgütlenmelerinden AIPAC’ın ön ayak olmasıyla yürütülen kampanyaya 47 milletvekili destek veriyordu. Dışişleri Bakanı John Kerry ve Hazine Bakanı Jack Lew’e gönderilen mektupta, “Sizden Halkbank’ın İran’a altın transfer edilmesindeki işlemlerini yaptırıma tabi faaliyet olarak ele almanızı istiyoruz” ifadeleri dikkat çekiyordu. 17/25 Aralık Küresel Casusluk ve Yargı Darbesi girişiminin yargı ve emniyet ayağı, Yahudi lobilerinin başını çektiği grupların Halkbankası’na yaptırım talebine riayet edenlerin başını çekiyor olmalı ki soruşturmaya Halkbankası ve yönetimini de ekliyorlardı o tarihlerde.

Ve 17 Aralık 2013 günü, 71 şüpheliden 24’ünün tutuklandığı 38’inin de adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığı yolsuzluk temalı operasyonla birlikte belli medya çevreleri ile siyasi merkezlere soruşturmaya dair bilgi ve belgelerle kahir ekseriyeti “montaj” mamülü tapeler servis ediliyordu. Toplumun kahir ekseriyeti de operasyonun maksadının yolsuzluk olmadığının farkındaydı.

FETÖ’nün bu operasyonu, birinci sırada Türkiye’deki ekonomik istikrarın getirdiği kontrollü büyüme ve toplumun ekonomik refah seviyesini arttırıcı hamlelerden rahatsız olan küresel güç odaklarıyla ABD ve Siyonist lobilerini memnun ediyordu. Öyle ki; Washington ve Tel-Aviv başta olmak üzere batılı başkentlerde, düzenlenen operasyonun hükümeti götüreceğine olan inançla, kadehler bile tokuşturulmuştu.

Olay sadece, “kara para aklama aracı” olarak kullanıldığı algısı yaratılan, Genel Müdürünün evinde “toplumda infial oluşturacak miktarda para” bulunduğu izlenimi verilen Halkbank’ı itibarsızlaştırmakla da sınırlı değildi.

Bu yönde oluşturmak istedikleri algının en basit kurgusu “Ayakkabı Kutularındaki Paralar” ifadesindeki kelimelerin baş harflerinin “AKP” şeklinde denk düşmesiyle kendilerini ele veriyorlardı. Bir nevi sübliminal mesaj yöntemi söz konusuydu.

İsterseniz Halkbank üzerinden birkaç önemli veriyi daha ele alalım. İran ile Batı arasındaki nükleer konusundaki müspet görüşmeler sonrasında ortaya çıkan duruma göre Tahran'ın yıllık 20 milyar doları bulması beklenen petrol gelirleri için tek köprü Halkbank görünüyordu.

Kuzey Irak'ın yıllık 26 milyar dolarlık petrol gelirinin adresi de Halkbank’tı. İşte tam da bu iki gelişmeye bir de şu bilgiyi ekleyelim:

‘United Against Nuclear Iran' (UANI-Nükleer İran'a karşı birlik) kuruluşu, Aralık ayı başında bir rapor yayınladı. Raporda Halkbank ile İran arasındaki para ilişkisini sorgulayıp suçlamalar yönelttiği çok açıktı. Kurucuları arasında eski Mossad Başkanı Meir Dagan, CIA eski Başkanı Jim Woolsey, ABD Hazine Bakanlığı Terörizmin finansmanı eski uzmanı Avi Jorisch, eski büyükelçi Richard Holbrooke'un da olduğu UANI'ın ABD yönetimine Halkbank ile ilgili hazırladığı bir raporda ciddi uyarılarda bulunuluyordu.

Rapor’da en dikkat çeken bölümlerden biri de, İran'ın Ankara Büyükelçisi Ali Reza Bikdeli'ye atfedilen, "İran'ın petrol alışverişindeki para transferlerinde kilit bir noktada bulunan Halkbank'ın giderek daha kritik bir önem kazanacağı" tespitiydi. Yine, Cenevre'de devam eden İran-Batı müzakerelerindeki ilerlemeye paralel olarak Hindistan'ın Aralık (2013) ayı içinde Halkbank aracılığıyla İran'a para transferlerinin başlayacağı hatırlatılıyordu. Bu çerçevede Halkbank aracılığıyla ödenmesi gereken paranın hacmi ise raporda 5,3 milyar dolar olarak yer alıyordu.

Ortadoğu’daki enerji zenginliğinin batıya aktarılması noktasında Türkiye’nin köprü olmasına tahammül edemeyenlerin görmezden geleceği, tepki vermeyeceği rakamlar değildi bunlar. Mesela Siyonist sermayenin koçbaşlarından HSBC’nin bölgedeki rantına çomak sokmaktı bu aynı zamanda.

İşte 17/25 Aralık Küresel Casusluk ve Yargı Darbesi girişimi bu veriler ışığında hayata geçirilmiş, siyasi iradenin dahası dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dik duruşuyla püskürtülmüştü. İstanbul Emniyetindeki bir avuç ülkücü polis şefi ve memurun FETÖcülerin önüne gövdesini siper ederek sergilediği duruşu da unutmayalım.

Şimdi 24 Kasım 2017 günü ABD’de Büyük Jürili davada görülecek olan da 17/25 Aralık’ta akamete uğrayan Küresel Operasyonun saklı tuttuğu hesap değil de nedir? CIA’da egemen olan Neo-conların yarım kalan hesaplarını tamamlama hamlesinden başka bir tanımı var mı o davanın?

Ayrıca Zarrab itirafçı olmuş olmamış ne fark eder? Zarrab’ın davada söyleyeceklerinin bir anlamı olacağını mı zannediyorsunuz? Neticede, Türkiye ve Erdoğan’ı hedef yapacak sözler söylese bile “itirafçılık” diye lanse edilecek bu şeyin başlı başına bir “operasyonel iftiracılık” olduğunu anlamak için alim olmaya gerek var mı?

Şimdi şu yukarıda hafızalarımızı tazelememiz için 2012’den 17/25 Aralık’a kadar ABD Senatosunda, Kongrede geçen süreçteki detaylar, raporlar, yazışmalar ve rakamsal veriler bir tarafta dururken, 24 Kasım’da görülecek davadan iktidar devşirme planları yapan ana muhalefete “CIA’nın hacetiyle gireceğin gerdekten doğsa doğsa PİÇ doğar” deme hakkımız yok mu?

Var elbette; siyasi şeref ve namusunu askıya alanlar için hem de daha ağırını deme hakkımız var.