FETÖ İLE MÜCADELEYİ MAĞDUR VE MAZLUMUN SIRTINA YÜKLEYECEK KADAR MI ACİZSİNİZ

ZİHNİ ÇAKIR

1 Nisan 2018 günü Antakya Atatürk Stadı'nda düzenlenen AK Parti Hatay 6. Olağan İl Kongresi'nde konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, FETÖ'yle mücadeleyi kastederek,“Bu mücadelede yanlış yapanları, işi sulandıranları, suçluları koruyanları, asıl hainleri bırakıp gariban insanların üstüne çullananları görür, duyar, tespit edersek, onların da yakalarına yapışmaktan asla çekinmeyiz” demişti.

En üst makamdan ve en yüksek perdeden işitilen bu sözler, “yanlışlıkların” düzeltileceği, “işi sulandıranların” tasfiye edileceği, “suçluları koruyanların” bedel ödeyeceği “asıl hainleri bırakıp garibanların üstüne çullananların” da cezalandırılacağı bir dönemin başlayacağına dair umutları arttırmıştı. Öyle ki; geçmişi örgüte direnerek ve örgütle savaşarak geçmiş binlerce insan, devletin tepesi tarafından işaret edilenlerce “FETÖ çuvalına atılmış”, yine o en tepeden, en üst perdeden çıkan sesteki tespit gibi “üzerlerine çullanılmıştı”.

Ne var ki; Sayın Cumhurbaşkanının kendisinden başka kimse bu farkındalığa varmamış mı yoksa ona çok yakın kimi isimler sayın Cumhurbaşkanının işaret ettiği o “faillerle” iş mi tutuyor bilinmez. İşte o 15 Temmuz’un akabindeki mücadele sürecini fırsat bilip üzerine çullanılanların, asıl hainleri gizlemek için skor tabelasına dönüşen FETÖ çuvalına atılanların kalan kısmı da, devletin en tepesinin üst perdeden yaptığı bu açıklamadan sadece 99 gün sonra yine herkesçe malum olan FETÖ’cülerin içine eklenip KHK ile ihraç edildiler.

Empati yapabilecek vicdana sahip olan herkes bunun ne anlama geldiğini bilir…

Düşünün ki senelerce size zulmeden, ömrünüzü ona yönelik mücadeleye adadığınız, sırf biat etmediğiniz, saflarında yer almadığınız için, mesela Emniyet’te bir gün bile rahat bir şubenin kapısından girmediğiniz halde, düne kadar bu örgütle her türlü naneyi yiyenlerin, örgütün tüm etkinliklerinde boy gösterenlerin, örgütün en kudretli olduğu dönemlerde Personel, KOM, İstihbarat gibi kurtarılmış şube ve dairelerinde cirit atanların kanaatiyle o örgüt mensubiyeti yaftası yiyor ve mesleğinizi kaybediyorsunuz.

Yine örgütün benzeri görülmemiş işgal ve darbe teşebbüsü sırasında siz göğsünüzü siper etmiş, sabahın ilk ışıklarına kadar çatışmış, o anlarınız o ihanet gecesine dair hazırlanan kahramanlık videolarına geçmiş, kiminiz üniformalı teröristlerin namluları ve bombalarının hedefi olmuş, gazilik payesine kavuşmuşsunuz, ama o gece saklanacak delik arayanların nerede olduğuna dair en net delil olan PTS (Plaka Tanıma Sistemi) ve HTS kayıtlarını sildirme telaşına düşenlerin, o ihanet gecesinden 2-3 gün sonra göreve dönenlerin kanaatiyle FETÖ’cü yaftası vurulup hain diye bir kenara atılıyorsunuz.

Bunların hiçbiri hamaset falan değil ha…

Hepsi delilli ispatlı.

Bütün bunları bile bile bir insan nasıl susar, bir insanın vicdanı nasıl kör kalır!...

Hele darbeye doğrudan iştirakten yargılaması süren birinin ağabeyinin yargıda en kritik makamda olduğu, bir diğerinin Büyükelçi olarak atandığı, başkalarının -bürokrasinin yeniden yapılandığı şu dönemde- önemli makamlara getirildiği, 15 Temmuz’a kadar FETÖ ile her herzeyi yiyenlerin muteber sayıldığı, örgüt sermayesinin, kodesten kurtarılması için kurulan FETÖ borsalarının bile yargı eliyle bir bir kapatıldığı bir dönemde haklarında açılan soruşturma ve davalardan AKLANANLARIN, yapılan araştırma ve soruşturmalarda itirafçı kılığındaki FETÖ’cü iftiracıların/GİZLİ TANIKLARIN beyanlarından başka bir şey bulunamamasına (zaten yok) rağmen daha düne kadar örgütün yatak odası müdavimi olanların KANAATİYLE FETÖ çuvalına konulup işsiz ve aşsız bırakılmasına hangi vicdan kör kalabilir?

 

***

Bütün bu tabloya rağmen bana mağduriyetleri “yazma” diyorlar…

Kimi devletin eline verdiği yetkiyi kullanarak “yazma” diyor, kimi cübbesinin kudretine güvenerek…

Hatırlı dostlar üzerinden gelen mesajlar karşılık bulmayınca bu “yazma” talebini fiiliyata dökerek bile “sus” diyeni var.

Genel savunmaları belli: FETÖ’nün ekmeğine yağ sürüyormuşum…

Hiç biri de çıkıp, “FETÖ ile mücadeleyi mazlum ve mağdurların sırtına yükleyecek kadar mı aciziz” diye sormuyor.

Nasıl yazmayım!

“Ben 701 sayılı KHK ile ihraç olmuş bir Polisin eşiyim. Otogarda simit, oyuncak satarak okuyan ben, ‘polisle evlenmem’ derken arkasından gururla baktıran, ‘oh be iyi ki Polis olmuş bu adam’ dediğim, emeğine hayran olduğum bir polisin eşiyim. Yazdıklarım yaşadıklarımızı ne kadar anlatılır bilmiyorum. Zor durumdayız demek yeter mi bilmiyorum. Ama daha ötesi, zamanın unutmamıza fırsat vermediği ağır bir yük. Ben her sabah işe gitmek için evden çıkarken yüreğimle dua ediyorum: Allah’ım bu evden onu yine işine göndermeyi nasip et’ diye. ‘Üzülme daha iyi işler yapar, belki daha iyi olur’ diyorlar. Anlamıyorlar beni. Derdimiz para değil hakkıyla yaptığı mesleğini tekrar yapması. Ekip arabasında onu gördüğümde göğsümün kabarması. Üniformalarının dolabımızı ağzına kadar doldurmasını istiyorum. İçimde kalan son umutla güzel bir haber bekliyorum...

Görev yaparken, ‘aman insanlar devlete küsmesin Polisi yanlış tanımasın, sevdirelim’ diye çabaladı hep. Küçük bir ilçede yaşıyoruz. Yolda giderken memurundan esnafına işi gücü olmayana kadar herkes selam verip, ‘abi var mi bi ihtiyacın diyor’. Dalga geçiyorum hep ‘Belediye Başkanı gibi adamsın be Emin’ diye. Sonra diyorum, ‘ne çok sevdirmişsin kendini ne çok sevmişler seni’. Can eşim o benim Zihni bey. Bir annenin evladına yandığı gibi yanıyorum. Sofrada çok sevdiği bir şey varsa ben yemiyorum o daha çok yesin diye. Nasıl dayanılır daha bilmiyorum...” diye haykıran bir mazlumun sesine nasıl tıkayım kulaklarımı, kalem tutan ellerim nasıl kayıtsız kalsın?

Uğradığı bunca zulme, bunca işkenceye rağmen, “Neden ve niçin kurban seçildim bilmiyorum, ama bildiğim tek şey; bundan önce de 15 Temmuz gecesi de bundan sonra da bin canım varsa binide bu vatana feda olsun” diye çığlık atan vatan aşıkları karşısında sessiz ve duyarsız kalıp nasıl inkar edeyim aslımı?

15 Temmuz gecesi bırakın dik duruşu nerede oldukları konusu bile muallak olanların, 15 Temmuz’a kadar FETÖ ile her türlü herzeyi yiyenlerin ödüllendirildiği bir dönemde, o gece devletin otağına halel gelmesin diye canı pahasına mücadele eden birinin, “Külliyede yanı başımda onlarca insan şehit oldu. Hem bu hainlerle savaşıp şimdi bu hainlerle aynı muameleyi görmek çok acı, Allah’a inancım olmasa yaşamak zor geliyor artık” diye kulakları çınlatan çığlığına kulak tıkasam huzur-u mahşerde nasıl veririm bunun hesabını?

“Darbenin olduğu zaman 2,5 yaşındaki oğlum 5 gün hastaneye yattı Konya ilinde. Oğlumun yürümeye hali bile yoktu çıktığında. Konya’da izindeydik. Darbe olunca eşim apar topar bizi de alıp görevine dönmek için yola çıktı. 40 gün eve bile gelmedi doğru düzgün. Hatta yola çıkarken ben korktum,‘FETÖcüler bizi durdurur bir şey yaparlar, gitmeyelim’ dedim. Ama eşim korkmadı. Sonuç ihraç oldu. Ölmeden ölümü yaşattılar bize. 5 yaşında oğlum var, 5 aylık da hamileyim. Ne yaparlarsa yapsınlar bir gün adalet yerini bulur. Bizi vatan ve millet haini yapamayacaklar. Vatan bizim, millet bizim hainlik onların olsun” diye haykıran bir anneye bir eşe ve bu verdiğim örneklerde temsil olan binlerce gözü yaşlı masumun sesine ses olmaz, vicdanımı köreltirsem, bu canı ve bu vicdanı veren Mevla’ya nasıl hesap veririm.

Nasıl yok sayarım mahkeme-i kübrayı…

Üstelik“öyle bir mahkeme ki; Hakim'in kendisi Şahit…"

Kimse yazdıklarımı ajitasyon falan diye değerlendirip benim de üzerime çullanmasın.

Bu iki yılı aşkın zamandır gün geçmesin ki dinlediğim ya da okuduğum binlerce çığlığın sadece birkaçı.

Ve Rabbim ömür verdikçe, elim kalem tuttukça bu sesiz çığlıkların sesi olmaya devam edeceğim.

Bu mazlum ve mağdurların derdiyle dertlenmekten vazgeçmeyecek, bu mazlumların üzerine çullanan FETÖ artıkları ve YEDEK PARALEL YAPILARIN oyununu bozmaya, kumpaslarını başlarına geçirmeye devam edeceğim inşallah.