Dünyanın neresine giderseniz gidin “Hukuka” ihtiyacınız vardır. İş bu sebepten ötürü Yargı’da kadrolaşmak bütün yerel veya ulusal güç odaklarının hevesidir. Çünkü bütün güçler bu bu karar alma mekanizmasının alt kollarıdır. Siyasetçinin hem de en güçlüsünün dahi bir sandıktan başka bir sandığa kadar kudret-i ömrü mevcuttur. Ancak savcı ve hakimler için bu süreç emekliliğe kadar sürer gider.
Fetullah Gülen bu gerçeği en erken fark eden terör ele başlarından biridir. Peki nasıl başladı? 90’lar itibariyle üzerine gelinmeye başlanınca paniğe giren sözde sivil toplum karakteri özde ise uluslararası komplonun kuklası olan Gülen başladı sahip olduğu avukat ordusuyla üzerine gelen kim varsa dava açmağa başladı. Ancak onun hayatında ki kırılma noktası Nuh Mete Yüksel’di. Dönemin Ankara DGM Başsavcısıyken Fetullah Gülen’e örgüt kurmak ve yönetmekten dava açtığında sene 2000’di. Bir virgül koyarak kısa bir bilgi vermem gerekiyor. Bu tür örgütlerin ABD’deki Scientology tarikatı da dahil bütün örnekleri için en iyi sindirme yöntemi dava açarak baskı kurmaktır. Bizde de başta Adnan Oktar/Adnan Hocacılar olmak üzere pek çoğu aynı taktiksel düzlemde saldırganlaşmıştır. Nuh Mete Yüksel’in kendisi aleyhinde açtığı davaya kadar örgütsel ihtiyaca göre yargıya militan yetiştirmeyi yeterli gören Fetullah Gülen, aniden karar değiştirerek eleman (Savcı-Hakim) devşirmeğe karar verdi. Bunun ilk ve erken dönem örnekleri biraz sorunluydu. İlginçtir Nuh Mete Yüksel’in kendisi hakkında açtığı davadan çok korkan Fetullah Gülen’in talimatıyla Yüksel’e kurulan kaset kumpasının uygulayıcısı da bir avukattır ve 300 bin Amerikan Doları karşılığında hem kadını ayarlamış hem de görüntülerin çekilmesi için mekanı olmuştur. Şimdi muhabbet tellalı diyeceğimde siz p....nk anlayın, işte düşünün bu örgütün ne menem bir şey olduklarını. Daha ne diyeyim demeden konuya geri döneyim.
Nerde kalmıştık... Bu isimler arasında ne çok ön plana çıkan da pek tabii Zekeriya Öz’dü. Kariyer özeti ya da öz geçmişi olarak not düştüğü hiç bir yerde bahsetmediği Aydın – Çine Savcısı iken Rüşvet almak, rüşvet aldığı şahıs tarafından rehin alınmak ve bütün başarılarını taçlandırdığı eylem olarak tarihe geçen ancak teklifinin reddedilmesiyle hayal kırıklığına uğradığı bir isteği vardır ki, 17-25’in gözü kara dürüst savcısı imajı için çok ilginçtir. Bilindiği üzere her adliyede olduğu gibi Çine Adliyesinde de “Adaleti Güçlendirme Vakfı” vardır ve adli sicil kaydı dahil pek çok işlem karşılığında alınan paralarda bu vakıfa aktarılır. Nazlı Ilıcak’ın askere, siyasilere ve bilumum muhalife kurulan kumpasları kutlamak için kar topo oynadığı bu Zekeriya Öz, bu paraları hiç etmek için bir diğer savcı Ayhan Uğurdan’a teklif götürdüğünde, Uğurdan kendisini Hakimler Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK) şikayet ediyordu. Rezilliklerle dolu Çine kariyerinden sonra Bitlis’in Mutki ilçesine sürülüyordu. Zaten kendisi de kariyer başlangıcı olarak her zaman Mutki’yi göstermiştir.
Fanatik sol örgütlerin tersine Hücre Tipi Örgütler kişisel zaafları ya da yüz kızartıcı suçu bulunan kişileri kullanmaktan asla çekinmezler. Ki Zekeriya Öz’de bu açıdan çok kullanışlı bir örnekti. FETÖ örgütü de bu malzemeyi değerlendirmekte geç kalmadı. 2004 yılında İstanbul Cumhuriyet Savıcısı olarak atandığında kendisine bu görevi layık görenleri mahçup etmyeceğini göreve başlar başlamaz da gösterdi. 2003 yılında İstanbul’u kana bulayan saldırıların organizatörü olarak tutuklu yargılanan “Louai Saka”yı Kandıra F Tipi Cezaevinde 4 CIA ajanına sorgulamasına izin veren savcı olarak Okyanus Ötesinden emir aldığını ispat edecekti. Kirli işleri yapan Zekeriya Öz’ün rüşvet ve pahalı tatillerinin finansörleriyle kurduğu karanlık ilişkiler 17-25 aralık operasyonlarından sonra ortaya çıkınca görevden alınmış ve mızrak çuvala sığmayınca 12 mayıs 2015’te meslekten ihraç edilmiştir. 10 ağustos tarihinde yurt dışına kaçan Zekeriya Öz’ün aynı yıl paylaştığı bir fotoğrafta önünde durduğu ve milyon liralarla ölçülen bir araba ile kurduğu kumpasların mükafatını aldığını da göstermiştir. Bu resim aslında bir diğer bilinçaltı (Subliminal) mesaj da taşımaktadır. Yurt içinde kalan militanlara, hizmetlerinin karşılığının Haçlı Koalisyonu tarafından ödeneceğini de ima eder.
Eni konu Zekeriya Öz’de bir kukladır ve ipleri onu oynatan bir başka kuklanın elindedir. Şimdilerde “itirafçı” olduğu savıyla, medyamızca büyük bir tezerühatla karşılanan İbrahim Okur alt takım hakim ve savcı kuklalarını oynatan, kuklacıdır. Başta İbrahim Okur olmak üzere söz konusu örgütün yapılanması içinde olan militanların itiraflarının hiç bir işe yaramadığını yakın zamanda göreceğiz. De, ben sebebini açıklayayım. Hücre tipi örgütlenmelerde “Militan”ın temel görevi, yürüttüğü/yaptığı eylemin olası sonuçlarından kendisinden önce örgütünü korumak zorunluluğudur. Diğer örgütlerin tersine bu prensibin sebebi her militanın örgütle kurduğu aidiyet bağında kendisini zayıf/hiç olarak görmesi olduğu kadar, olası kurtarma operasyonları için değerliliğini de kanıtlamasıdır. Zaten ifadeler ezberlenmiş gibi aynı şeyi tekrar eder; “Falan tarihten sonra bu yapıyla ilişkimi kestim”...
Bizim ahali sözde itiraflarla gelen çözülmeleri öyle büyük bir heyecanla karşıladı ki, sanırsınız iş bitti, örgüt çöktü. İfadeyle yani beyanla başlayan beyanla biter. Maalesef zaman boşa harcanmış davalar sulandırılmıştır. Örgüt 15 temmuz sonrası girdiği şoktan çıkmış ve şuan süregelen davalarda ayak oyunlarına başlamıştır. Herkes FETÖ’cü ama kimse değil... Mahkemeye çıkan tanığından sanığına kadar herkes birbirini FETÖ’cülükle suçlarken işaret parmakları savaşırken Adalet Bakanlığı da seyirci koltuğundan olayı takip etmektedir.
Ne diyorsun sen diyecek olursanız? Hatırlayınız efendim, Apo yakalandığında (1999) daha doğrusu bize emanet edildiğinde öylesine mutlu olmuştuk ki, PKK’ye toparlanması için gerekli bütün zaman ve imkanı vermiştik. Çünkü biz Havucu ele geçirdiğimiz de mutluluktan zıplarken, arka planda nelerin döndüğünü gözden kaçırırız. Şimdi de o itirafçı oldu, bunun etrafında ki çember daraldı diye sosyo psikolojik orgazmın tavan yaptığı histerik heyecanı yaşıyoruz.
İlk yazının sonunu şöyle bağlayalım, biz darbeyi engelledik ama darbeye giden süreçleri ortadan kaldırmadık. Veyahut şöyle diyelim mi? Kumpas davalarıyla ordumuzu çaldılar, kumpas operasyonlarıyla emniyet ve yargının bize ait olmadığını gösterdiler, son olarak da darbeyle neler yapabileceklerinin kısa demosunu izlettiler. Bundan sonrasında ne olur bilmemiz mümkün değil de en azından tahmin edebiliriz! Çünkü elimizde yeterince kanıt var artık. Önce Adalet duygusunu sarsacak sonra ekonomik krizlerle toplumu sıkıştıracaklar, derken sürekli sokaklara itilen kitleler vasıtasıyla provakasyonlara imza atacaklar. Böylece Cumhurbaşkanının arkasında ki desteğin kendiliğinden erimesini sağlayacaklar. Tıpkı daha önce denedikleri gibi...
Nisan 2016’dan günümüze “Asimetrik Savaş – Darbe Günlükleri” belgeselimi çekerken neden asimetrik diye soranlara şunu söylemiştim; “Cephesiz bir savaştayız artık. Bu savaşta asker yok. Çünkü her yer fiili bir cephe. Ekonomi, siyaset, sivil toplum, eğitim, sağlık ve diğer hepsi... Kırk yıl boyunca sinsi sinsi devletin içine yerleşen FETÖ/PDY terör örgütü, üniformalı ve üniformasız militanlarıyla Türkiye Cumhuriyetine karşı tarihin en tehlikeli saldırısını başlatmıştır. Herkes bir militan ve her yer eylem alanı. En kötüsü de eylemcilerin o an ki kimlikleridir. Asker, polis, hakim, savcı, öğretmen derken liste uzayıp gidiyor. Buarada amaç sosyal güdülenmeyi bir tehlike olarak gösterilmesinin gerçekliğini bize sorgulatmak, kendisi için ise savunma alanı oluşturmaktır. Yani mesleklerin tehlikesizliği hatta önemi üzerinden, hukuki mücadeleyi yıpratmaktır.”
Peki örgüt ihraç edilen savcı ve hakimlerle ne kadar kan kaybetti? Kaybettiklerinin yerine FETÖ rh(-) kan takviyesi yapıldı mı? İtiraflar hazır mıydı? Kayyumların listesi nerde hazırlandı? Hepsi yazı dizimizin ikinci bölümünde cevap bulacak!