FETÖ'yü yargılayan hakim bile FETÖ'den gözaltına alınmışken bu tepki niye?

ZİHNİ ÇAKIR

Sanırım 15 Temmuz’un o kaotik atmosferi dağıldıkça, tıpkı 7 Şubat MİT operasyonu sonrasından 17/25 Aralık’a, 17/25 Aralık’tan MİT tırlarına baskına ve MİT tırlarına baskından 15 Temmuz’a gelen süreçte olduğu gibi bir rehavet, bir nemelazımcılık, bir “benim adamım” yaklaşımının esiri olmaya başladık.

FETÖ’nün en sistematik örgütlendiği birimlerin Emniyet-Yargı-TSK olduğunu muhalefet dahil inkar edebilecek kimse var mı? Yok. Öyleyse bu kurumlar içindeki uyuyan hücreler ve kripto üyelerle ilgili gerçeklerin yazılması neden herkesi bu kadar rahatsız ediyor? Neden herkes kendine yakın birileri olduğunda, hatır-gönül ilişkisini önceleyip FETÖ şüphesini örtme telaşına düşüyor?

Emniyetteki hücre yapılanmasını, uyuyan hücreleri, FETÖ’cülerin korunup kollandığı sinir uçlarını açığa çıkarmaya çalıştığım her yazımdan sonra en ahlaksız kampanyalar, üstelik FETÖ ile mücadele ettiğini söyleyenlerce yürütüldü, yürütülmeye devam ediyor.

FETÖ’nün meşruiyet zemini olan sendikalar ve sermaye örgütlenmeleri gibi STK’ların FETÖ batağındaki perişan halini üstelik somut örneklerle yazınca, adeta adliye koridorlarına mahkum ediliyoruz.

Muhatapların yazılarımız ve haberlerimize erişimin durdurulması talepleri, haber ve yazıları bile okuma gereği duymayan mahkemelerce kabul ediliyor. Ceza soruşturmaları da cabası…

Yargı’daki halen 1600 civarında olduğuna dair ciddi kuşkular bulunan FETÖ hücrelerini deşifre etmek için verdiğimiz mücadele sürecinde gelen tehditlerin ise haddi hesabı yok.

Doğru yanlış bilemiyorum, lakin sosyal medya üzerinden yazılan mesajlar ve dostlar aracılığıyla yollanan haberlerden, kimi adliyelerde hakkımızda kumpas çalışmalarının sürdürüldüğünü bile öğreniyoruz. Tabii ki bundan ürkecek, korkacak, geri adım atacak değiliz. Yürüttüğümüz mücadelenin özünde, FETÖ’cülerin tasfiyesinden boşalacak alanı doldurmak falan gibi bir kaygımız yok en başta. Çocuklarımızın, çocuklarınızın yaşayabileceği tam bağımsız, huzurlu bir ülke mücadelesi gördüğümüz için bu çetrefilli ve bir o kadar da tehlikeli mücadelenin ortasındayız. Bu sebeple, bizi susturmak, etkisiz hale getirmek için mesai harcayanlara tavsiyem başka yollar denemeleri. Zira bu can bu bedende olduğu sürece doğru bildiklerimizden şaşmak gibi bir omurgaya sahip olmadık hiç bundan sonra da olmayız.

Yazdıklarımızı, “yalan, iftira, algı operasyonu” gibi parantezlerde itibarsızlaştırma telaşında olanlara gelince.

Yazdıklarımız ve söylediklerimizden sonra sergileyeceğiniz ve çoğu zaman bel altı seviyeye kadar indirdiğiniz saldırılarınız gerçekleri örtmeye şimdiye kadar yetmedi bundan sonra da yetmez. İşte bunun son örneğini de dün yaşadık.

Dünkü yazımda, FETÖ’den tutuklu bir hakimin itiraflarında yer alan ve “FETÖ’nün toplantılarına birlikte katıldıklarını” belirttiği bir başka hakimin, bir çok üst düzey yargı mensubunun itirazlarına rağmen belli kişilerin referansıyla, FETÖ yargılamalarının görüldüğü önemli bir mahkemenin heyetine atandığını yazdım. Aman Allah’ım, sen misin yazan… Akıllara zarar baskı, normal bir insan psikolojisinin dayanması zor pres.

Tıpkı 8 Aralık 2016 günü yine bu sütunda yayınlanan, “Adliyelerde 'FETÖ'nün yerini 'Paralel' almaya başlamış, HİZMET denmesi yakındır” başlıklı yazımda olduğu gibi. Peki ne demiştim o yazımda? Adliyelerde durumun hiç iyiye gitmediğini ifade etmiş, psikolojik üstünlüğün FETÖ mensuplarına geçtiğine dair işaretler gelmeye başladığına dikkat çekmiştim. Aynı yazıda, FETÖ ifadesinin bile artık kullanılmaz hale geldiğini, örgüte dair bir geriye dönüşle “hizmet” ifadesinin kullanılmasının da yakın olduğunu belirtmiş, kimi ByLock şüphelileriyle ilgili gereğinin yapılmadığını belirtmiştim.

Neler demediler ki? Adliyedeki mücadeleye fitne sokmakla suçlandım. Hakim ve savcıları ve dahi HSYK’yı zan altında bırakmakla itham edildim. FETÖ mensupları tarafından FETÖ ile mücadele edenlere çekilen operasyona alet olmakla suçlandım. İftira ve yalan goygoyları da gırlaydı. Peki ne oldu dersiniz?

Nihayet o yazıdan 60 gün sonra, dün, HSYK aldığı kararla bazı savcı ve hakimleri açığa aldı. İşte onlardan biri, 8 Aralık tarihli yazımda ifade ettiğim “Yargıda Birlik Platformunun en önemli isimlerinden” dediğim yargı mensubuydu. O yazımda aynen şu ifadeleri kullanmıştım:  “Yargıda Birlik Platformunun en önemli isimlerinden biri bile, hatta bazı illerin Cumhuriyet Başsavcılarına kadar ByLock listesindeymiş.”

Buyurun o yazımın linki: http://www.avazturk.com/yazar-adliyelerde-feto-nun-yerini-paralel-almaya-baslamis-hizmet-denmesi-yakindir-696.html

Söz konusu bu yazıda işaret ettiğim Cumhuriyet Başsavcılarına gelince… Bunlardan biri ile ilgili yaptığım araştırmalarda ulaştığım sonuç, ByLock kullanıcısının kendisi değil oğlu olduğu yönünde savunma yaparak –şimdilik- kendini kurtarmayı başarmış.

Bunlar sadece naçizane araştırmalar sonrasında ortaya çıkan somut veriler.

2015 yılına kadar gerek siyaset içerisindeki hücreleri gerekse Yüksek yargıdaki mensupları eliyle üyelerini yargıya yerleştiren bir örgütün sadece HSYK seçimlerindeki blok oyuna karşılık gelen sayıdan 1600 kadarı halen yargının çarkları içerisinde. İdari yargı ayağına neredeyse girilmedi bile.

Bütün bu gerçekler ortadayken, hiçbir çıkar gözetmeden gözü dönmüş bu örgütü deşifre etmek için verilen mücadeleyi ahbap-çavuş ilişkilerinden kaynaklı reflekslerle itibarsızlaştırmaya çalışmak kime ne yarar sağlıyor acaba?

15 Temmuz gecesi elinde keleşle darbesavandan tutun da sosyal medyada kahramanlaştırdıklarımıza varıncaya kadar bir çok uyuyan hücrenin FETÖ ile ilişkileri daha yeni ortaya çıkarılabiliyorken, bütün bağlantıları FETÖ’ye çıkanları hem de yargı çarkı içerisindeki hücrelerini yazmamız kimleri neden rahatsız ediyor? Üstelik önümüzde FETÖ yargılamasını yaptığı halde FETÖ’den gözaltına alınan hakim örneği varken.