Yıllardır bir darbe daveti olarak gösterilen “411 el kaosa kalktı” manşetinin mucidi Ertuğrul Özkök, son dönem çıkar çevrelerinin dilinde pelesenk olan “siyaseti dizayn ve başbakan devirip başbakan getiren medya ve fitne” tartışmalarının hedefinde kendilerinin olmadığını anlayınca, üzerindeki yükün kalktığını yazmış.
Özkök, bu kanaate varmasının sebebi olarak, komşusu ve “partneri” Akif Beki’nin, “Başbakan getirip Başbakan götürme hayalleriyle yatıp kalkıyorlar.
Hem de bencillikte, çıkarcılıkta, küstahlıkta, pervasızlıkta, arsızlıkta eskisine rahmet okutacak kıvama gelmişler.
Ama bu kez merkez medyasının bünyesinde ya da muhalif medya suretinde değiller.
Bu kez bizzat iktidar medyası kılığında” diyerek “hay bin lanet” okuduğu yazısını göstermiş.
Özkök’ün üzerindeki yükü alan Beki’ye ait o yazıda, Başbakan Davutoğlu’nun, Meclis Grup toplantılarında geleneksel hale getirdiği “fitnesavar” konuşmasının ardından salon çıkışında karşılaştığı bazı merkez medya mensuplarına, “Bu lafları sizler üzerinize alınmayın” dediği notu da düşülmüş.
Muhtemeldir ki; Ertuğrul Özkök’ü “kangırta kangırta keyfini çıkarmaya” iten de Akif Beki tarafından Başbakan Davutoğlu’na atfedilen “sizleri kastetmedim” ifadeleriydi.
Akif Beki, Başbakan Davutoğlu’nun yakın çevresi ve onların ilintili olduğu “maaşlı” sosyal medya hesapları tarafından sebebini anlayamadığımız bir şekilde köpürtülen “siyaseti dizayn ve fitne” söylemleri eşliğinde yürüyen tartışmaların kendilerini ilgilendiren kısmını da, “…bu son vesayet girişimi de yıkılırsa memleketin huzura erecek, milli iradenin rahata kavuşacak olmasıdır” şeklinde ifade etmiş.
Doğan Medyası özelinde merkez ve muhalif medyanın üzerindeki yükü aldığı yazılan “Son vesayet girişimi” oldukça süslü bir cümle.
Peki nasıl bir vesayet girişimi diye merak etmemek elde değil.
“Fitne” diye tanımlanan ve Akif Beki’de “son vesayet girişimi” şekline dönüşen tartışmalar, 4 maddede toplanıyor:
- Başbakan’ın “PKK 2013 Mayıs’ına dönerse” beklentisiyle gündeme oturan Çözüm Süreci noktasındaki itirazlar,
- PKK ile ilişkili vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması noktasında MHP’nin açık irade beyanı varken süreci uzatmadan atılması gereken adımlar yerine “bir defaya mahsus anayasa düzenlemesi” gibi uzun ve çetrefilli bir yolun seçilmesi,
- Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi konusunda siyasi iradenin kararlı bir duruş sergilememesi ve Erdoğan’ın bizzat ifade ettiği “çift başlılık” görüntüsü,
- Paralel Yapı ile mücadele noktasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yalnız bırakılması…
Bunlara, siyaset kurumu ve parlamento üzerindeki tahakkümünü kaybetmek istemeyen vesayetçi anlayışlarla “makul uzlaşı” arayışlarını da eklemek mümkün. Bu nedenledir ki bu tartışmaya o anlayışların AMİRAL GEMİSİ olan merkez medya yukarıda alıntıladığım yazılar ve daha fazlasıyla bodoslama daldı.
Eleştiri sınırlarını bile zorlamayan bu tartışmaları o bodoslama dalış sonrasında bir vesayet girişimi olarak değerlendirmenin kendisinin bir “FİTNE” olduğunu not düşeyim öncelikle.
Gelelim “son vesayet”, “siyaseti dizayn”, “Aziz davayı medya üzerinden dizayn”, “fitne” gibi başlıklar kullanılarak yöneltilen suçlamalara…
Ertuğrul Özkök’ün “kimi havuz medyası” ve “Saray gazetecileri” diye kategorize ettiği bizlerin, ne Davutoğlu’nu AK Parti Genel Başkanlığı’ndan indirmek ne de AK Parti’yi medya üzerinden dizayn etmek gibi bir derdi ve uğraşı yok. Bu süreçte, AVAZTÜRK olarak sergilediğimiz duruşta, ne Davutoğlu’nun koltuğunu tartışmaya açmışlığımız var ne de AK Parti yönetimine dair değişimi işaret eden önerimiz. Arkamızda “AK Parti’yi dizayn etmek ya da sayın Başbakan’ın koltuğunu tartışmaya açmak gibi hesabı olan kişi ya da ekip” de yok, dahası AK Parti cenahında böyle bir olgudan bahsetmek bile imkansız. Üstelik bunu en iyi bilen de, “hepimizi takip ettiğini” söyleyen ve elinde bu takiplerden mütevellit “özel veriler” bulunan sayın Başbakan’ın ta kendisi.
Gerçek vesayet medyasının balıklama atladığı ve bodoslama daldığı tartışmalarda “kimi Havuz Medyası ve Saray Gazetecileri” olarak tanımlanan geniş yelpazenin içerisinde, hayatım boyunca bir kere bile bir araya gelmediğim Gazeteci Nasuhi Güngör’ün, “Davutoğlu ile bu iş yürümez” mealindeki sözleri dışında herhangi bir ifade de yok. Bu bir eleştirel yaklaşımken, hadi bunu zorlama ile sayın Başbakan’ın koltuğunu tartışmaya açmak diye değerlendirelim ama bundan bir “son vesayet ya da siyaseti dizayn” çıkarmak mümkün değil.
Batı medyasının ve uluslararası kuruluşların Cumhurbaşkanı Erdoğan için kullandığı galiz küfürler ve yok saymalarla dolu “devleti dizayn” girişimleri karşısında ölüm sessizliğine bürünülürken, yapıcı ve katılımcı eleştirilerden “siyaseti dizayn” çıkarma zorlayıcılığıyla nasıl bir kazanım elde edilmek isteniyor bilmiyorum. Ama en büyük kazanımı, kendini kamufle edebilme ve üzerindeki yükü atma fırsatı yakalayan merkez medyasının elde ettiği mutlak.
Son yazımda “Fitne ateşinde gölgelenenleri” yazarken, bunların “çoluk çocuk sahibi anaların, AK Parti’nin en zor dönemlerinde hiçbir menfaat beklemeden mücadelesine omuz veren bayanların başörtüsünden namusuna varana kadar tüm değerlerine dil uzatacak kadar edepsizleşen bir kaç sosyal medya şarlatanı ve onların ‘kurumsal destekçileri’ ile sınırlı” olmadığını, “sanal bir kavgadan ikbal rantı devşirme derdine de düşenlerin de olduğunu” ifade etmiştim.
Belli ki yakılan bu FİTNE ateşinin gölgesine üşüşenler kervanına Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz ve Akif Beki gibilerle, küresel operasyonda ‘TARAF’ını kaybedince yeni bir merkezde ‘KARAR’ kılanların kalemşörleri de katılmış.
Yeni Türkiye’nin tesisini akamete uğratmak için operasyonel göreve haiz medya mahallesinin bu ateşin gölgesine üşüşmesi elbette normal.
Yeni bir çözüm sürecine heveslenenlerin, Erdoğansız Türkiye hayali kuranların, terörle ilişkili vekillerin pervasızlıklarından medet umanların, yeni bir anayasa ve Başkanlık sisteminden uykuları kaçanların, bunlara dair hassasiyetlerini dile dökenleri bu ateşle yakmak istemesi de sürpriz değil.
Ama bu ateşe benzin döken, bu ateşte gölgelenen “bizim mahalle” mensupları neye ve kime hizmet ediyor anlamak mümkün değil.
İnsan ister istemez şu soruyu soruyor kendine: Acaba bugün üzerindeki yükün hafiflediğini söyleyen asıl vesayet blokuyla aranan “makul uzlaşı” şartlarından biri de, onlara karşı direnen “kimi havuz medya mensupları ve Saray Gazetecilerinin” tasfiye edilmesi mi?
Bu sorunun cevabını bulduğumuz gün, kimin neyi dizayn etmeye çalıştığını, kimin hangi maksatla FİTNE ateşine benzin döktüğünü, kimin kendine kimleri yeni müttefik olarak belirlediğini tüm çıplaklığıyla görürüz.
Onları gördüğümüz gün de kimi tasfiyeler ve dizayn süreçleri eşyanın tabiatı ve Yeni Türkiye arzusunun sonucu olarak kendiliğinden işler.
Selametle kalın efendim…