Bana ne Paris'ten
Newyork'tan Londra'dan
Moskova'dan Pekin'den
Senin yanında
Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı?
Sezai KARAKOÇ
Dünyanın, yeni düzene, sürgüne gönderildiği günlerden geçerken, sürgün ülkelerden kaçacak başkent kaldı mı bize bilmiyorum. Bu günleri en az hasarla atlatma kaygıları ile boğuşurken kimileri, kimileri yeni düzeni anlatma derdinde, kimileri ise yeni düzenden kaçmanın umuduyla Nuh’un gemisine sıkıca sarılmakta. Sahi Nuh’un gemisi nerede?
Charles Bukowski’nin "Her insanın, hayatında kaçmakla direnmek arasında bir seçime zorlandığı anlar vardır" dediği anlardan geçiyor insanlık. Kim bilir kaç kere daha aynı tercihe zorlandı insanoğlu? Kaçanlardan mı kaldı, zamanı aşan kelimeler, münebbih cümleler; yoksa direnenlerden mi kaldı, bu uyarı babındaki öğretiler, dini doktrinler? Kaç tufan daha yaşanmalı kimbilir? Kaç Sodom Gomore ateşler altında kalmalı? Kaç Mehdi savaşmalı, kaç Mesih gökten inmeli? Zülkarneyn kaç kere gelmeli, Yecücle Mecüc kaç kere insanlığı tehdit etmeli ki insanlık hatalarını tekrar etmemeli diye düşüncelerin içinde bir öyle bir böyle çalkalanıyorken hala eski düzenin materyalleri ile eski usul yol ve yöntemler kullanıyorum yazarken. Kağıdı kalemi elime alıp müsvedde bir kağıda yazıyorum önce tüm düşüncelerimi.
Tarihten bahsetmek için tarihte kalmış olması gerekmeyen dönemlere şahitlik ediyoruz. Tarihi argümanları geleceğe taşıyacağımız bir yazıya başlıyorum demek ki. Ne kadar geçse de geçmiş, hep gelecekte bir yerde gizleniyor. Bu durumu Einstein; “geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek arasındaki fark sadece bir illüzyondan ibarettir, ama bu illüzyon çok güçlüdür” diyerek açıklıyor ve tarihten bize sesleniyor. Var mısınız kulak vermeye sese?
İnsanların evlerine kapandıkları bu dönemde pek çok sıkıntıya da göğüs germek zorunda kaldıkları aşikar. Gerek psikolojik, gerek ekonomik problemler, sosyolojik bir problem haline dönmekte aceleci davranıyorlar sanki. Bir taraftan insanlar ertesi günün ekonomik kaygılarını çekerlerken öbür taraftan sanala kaymış olan sanal para üzerinden vurgunlar sürüyor. İmtihanı hep fakirlikte arayan bizler sormuyoruz kaç kişi Karun olmakla imtihan edilecek bu günlerde. Herkes Karun olma derdinde ne de olsa, Musa olmak kimin hayalinde, kimin elinde?
Ya Lut Kavmi? Sadece Semavi Dinlerdeki bir kıssadan mı ibaret, yoksa günümüz şehirleri hep Sodom ve Gomore mi? Cennetle Cehennem arasındaki köprü, gökkuşağı, pek çok kültürde benzer anlamları ifade etmekte. Batı kültüründe umut şans olan gökkuşağı; İran’da renklerine göre gelecekle ilgili anlamlar çıkarılan bir çeşit takvim niteliğinde. Yeşili bolluğu, kanın rengi olan kırmızı savaşı temsil etmekte, vesaire. Yine Rusya’nın kuzeyinde benzer bir şekilde düşünülerek “güneşin dili” denmiştir gökkuşağına. Türk mitolojisine baktığımız zaman ise; Umay Ana’nın yeryüzüne inmek için kullandığı bir yoldur gökkuşağı. Bolluktur, berekettir, hayallerin ötesidir. Ancak günümüzde gökkuşağı deyince insanların aklına bunca kültürel birikimden hangisi gelmekte? Üstelik dünyanın her yerinde! (!) İnsanlar artık gökkuşağına bambaşka bir anlam yüklemekte. Doğa kendi dengesini kurmuş ve renklerini oluşturmuştur aslında. Zihnimizin bildiği, hayal edebildiği, gördüğü her şey için belirli oranlarda yer açmıştır bağrında. Bu oranların dışındaki her şeyi bir miktar tolere edecek kadar da yüce gönüllüdür aslında. Ancak doğadan aldığımız her şeyi bizden geri almak gibi de bir prensibi vardır. Genelde bunu dere yataklarına ya da doldurulan denize inşaatler diktiğimizde düşünürüz ama doğanın dengesini bozan tek şey çarpık kentleşmelerimiz sanmamız da bir çeşit çarpıklık değil mi? Çarpık zihniyetlerimiz de bozmaz mı bu dengeyi? Gökkuşağının, renklerine gizlediği bolluğu, bereketi, şansı; özgürlük ve onur gibi erdemli sözcüklerle bir zihniyete kurban etmedik mi? Hangi lavlar hangi şehirleri yok edecek şimdi?
Önce zamanı yarattı Yaradan. Bu zamanın geçmişten geleceğe düz bir çizgi gibi algılamak hangi medeniyetten bize armağan. Hani tekerrürden ibaretti zaman. Tekerrür kelimesini kullanmayı bıraktığımız zaman mı düz bir çizgi şeklinde hareket etmeye başladı tüm bu anlar bütünü? Ya zamanın da hareketi mekanın hareketi gibiyse? O zaman kaç ashabı kehf, zamanın arkasına kaç kere daha saklanacak? Kaç kere daha uyuyacak, kaç kere uyanacak insanlık yeniden? Mitler ve mitolojiler sadece geçmişin kahramanlarının hikayeleri değil mi acaba? Günümüzde de aramızda geziyorlar mı yoksa? Onların da sürgünleri mağaralarına mı? Günümüzün mağaralı nerelerde? Hint kutsal kitaplarından, Talmud’a, Yeni Ahit’ten Kuranı Kerim’e pek çok inançta devrin putlarına boyun eğmeyen “Ashabı Kehf”, günümüze hangi putlara boyun eğmediği için ibret olarak geleceğe taşınacak acaba. William Fulkner’inde dediği gibi “Geçmiş asla ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir”. Peki ya günümüz putları nelerdir hiç sorar mı insan kendi nefsine? İlle de taştan mermerden oyulmuş birkaç figür müdür? Yoksa gereğinden fazla ehemmiyet gösterdiğimiz herşey, tapılacak duruma getirdiklerimiz, olağanüstü sıfatlar yüklediklerimiz, ölçüsüz saygımızı takdim ettiklerimiz de put değil midir? “Asra yemin olsun ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.” ASR 1-3.
Hani kopmamıştı kıyamet maya takvimine göre? Eğer kopmadıysa 2012’de kıyamet; yeni dünya düzenine ne hacet? Toplumsal cinsiyetsizlik, küresel ısınma, pandemi, önce maske sonra aşı savaşları, uluslar arası güç savaşları, küreselciler, ulusalcılar, Agartha, Shambala, yapay zeka, yapay et. Kopmuyorsa da kıyamet, bir yol ayrımında olduğumuz aşikar. Belki de hep beraber Kıyam et’menin vakti gelmiştir.
Hakkı tavsiye edenlerden olabilmek dileğiyle sevgiyle kalın…