AK Parti’de yaşanan gelişmelerle ilgili her şey yazılıp çizildi.
Ana muhalefet merkezli bir kesim, yaşananın demokratik teamüllere aykırı olduğu yönünde ısrarcı. Bu ısrarcılığı sergileyenlerin referans aldığı zatın, bulunduğu makamı, her sürecine ‘tanıklık’ ettiği “bel altı bir kaset operasyonuna” borçlu olduğunu göz önünde bulundurursak, pek bir hükmü kalmıyor iddialarının.
Cumhurbaşkanını siyasete müdahil olmakla suçlayan, yöntemin iradeye müdahale olduğunu savunan DAĞ ŞARLATANLARI için zaten çok söz söylemeye gerek yok. Atacakları adımları, Kandil-Brüksel-Washington koridorundan çıkacak talimatlara dayandıran, sadece iradesini değil ruhunu ve karakterini de teröre teslim etmiş pervasızların, değerlendirme cüreti bile sorgulanmaya muhtaç bir durum.
Olağanüstü Kongre kararının ilanı ile birlikte, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sorgulayan, suçlayan, edepsizce imalarda bulunan SURET-İ HAKTAN görünen bir güruh da var. Bunlar, bugün gelinen noktaya aylar önce dikkat çekip, bu noktaya zorlayan yanlış politikaları eleştirdiğimiz için bizlere FİTNECİ ve HAİN damgası vuran sosyal medya şarlatanlarından ibaret. Dolayısıyla yok hükmünde saymak yeterli.
Ve son olarak işi duygusal bir boyuta taşıyarak, “ama” diyenler de var tabi. Bunlar için söyleyebileceğim tek şey; alınan kararla, ilerde telafisi imkansız “amaların” önünün kesildiği. ABD ve AB’nin, yaşanan gelişme sonrası düştüğü “müttefiksizlik” travmasına bakarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AB’nin vizelerin kaldırılmasına yönelik şartlarını eleştirirken kullandığı “Biz yolumuza gidiyoruz, siz de yolunuza gidin. Kiminle anlaşabiliyorsan onla anlaş" ifadelerini doğru okuyarak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır zannedersem.
GELELİM BUGÜNE...
Günlerdir tartışılan son tahlilin ilk evresinde tercih ettiğimiz çizgiyle, kimilerine göre önemli bir risk almış olsak da, biz bunu AVAZTÜRK’ün varoluş gayesinin yansıması olarak sayıyoruz. Çünkü bizi var eden ve en yalın cümlelerle ifade ettiğimiz en temel ilke, “Ülkenin, devletin ve milletimizin bekasını ilgilendiren noktalarda, aydın ve gazeteci refleksinden ziyade, bu ülkenin sıradan bir Müslüman evladı gibi hareket edip, tavrımızı da bu perspektifte koymaktır”.
Ayrıca o dönem risk aldığımız yönünde görüş beyan edenlere, riskin, kaybetmenin de bir seçeneğe dönüştüğü hesaplamanın sonuç olasılığı olduğunu hatırlatmak isterim. Oysa bizim böyle bir hesaplamayı yapmamızı gerekli kılacak ne siyasetle ne de siyasetçiyle ilişkimiz var.
Haliyle kaybedecek bir şeyi olmayan, ülkenin, devletin ve milletin bekasından başka bir hesap gütmeyen yapı diyebiliriz AVAZTÜRK’e.
Öyle olmasa, partisinin Grup Toplantısındaki hedef gösteren açıklamaları sonrasında üzerimize çullanan sosyal medya şarlatanları karşısında dik durmayı nasıl başarabilirdik!
HER ADIMIMIZI "TAKİP ETTİLER"
Öyle olmasa, elindeki devlet imkanlarını sonuna kadar kullanan birkaç işgüzar danışmanın, telefon görüşme trafiğimizden mail ve sosyal medya hesaplarımıza ve hatta ofisimizi fiziki takibe aldırmaya kadar varan pervasızlıkları karşısında pes etmeden mücadeleyi daha da kararlı bir şekilde sürdürebilir miydik!
İnandık. İnandığımız doğrultuda volümü her gün biraz daha yükselterek ‘AVAZ’ımız çıktığınca haykırdık gerçeği.
Gerçekleri ortaya koyarken, gizli pazarlıkları ifşa ederken, yeni ve tehlikeli ittifakların perdesini aralarken sergilediğimiz duruş, hamdolsun ki yapılması gerekenler sırasıyla yapılmaya başlandıkça daha iyi anlaşıldı. ÜST İRADENİN, perde arkasında oynanan oyunu boşa çıkaran hamleleri birbirini izledikçe AVAZTÜRK’ün manipüle edilmek istenen misyonu da doğru anlaşılmaya başlandı.
Kimse buradan siyaseti dizayn gibi bir absürt sonuç çıkarmasın. Gazetecinin görevinin siyaseti dizayn değil, siyaset dışı araçlar devreye sokularak gerçekleştirilmek istenen mühendislik çalışmasının öznelerini ortaya çıkarıp, siyasetin kendi mecrasında ilerlemesine katkı sağlamak olduğunun bilincindeyiz.
Küresel sistem merkezli mühendislik çalışmasının en temel hedefinin ERDOĞAN olduğunu, bütün planların ERDOĞANSIZ bir Türkiye tesis etmeye göre oluşturulduğunu inkar edebilir misiniz?
SCHULZ'UN O SÖZLERİ SÜKUT EDİLECEK SÖZLER DEĞİLDİ!
Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un, bu gizli niyeti açık eden, “Biz Erdoğan ile bir anlaşma yapmadık, biz Türkiye Cumhuriyeti ile anlaştık. Biz Davutoğlu'nun başbakanlığındaki Türk hükümeti ile anlaştık. Oldukça ciddi bir ortak” ifadeleri sizce yenilir yutulur ifadeler miydi?
Bu ifadeler, ERDOĞAN’ın refiklerinin sükunetle karşılayabileceği sözler miydi? Hiç lafı gevelemeyeceğim; sözünü ettiğim o mühendislik çalışmasının ERDOĞANSIZ Türkiye planının bir dışa vurumu olan bu ifadelere, o planın figüranlarından başka kimse tepkisiz kalamazdı.
Kimse yaşanan süreci, neidüğü belirsiz bir blokta yazılan ve son derece nobran bir üslubun hakim olduğu metinle ilişkilendirmesin.
Sayın ERDOĞAN’la ilgili onlarca bloktan, söz konusu bloktaki yazıdan çok daha sert üstelik hakaret ve itibarsızlaştırmanın nirvanaya çıktığı yazılar yayınlandı. Eğer bir dizayn amacı vardıysa tam da o bloklardaki yazılarda ERDOĞANSIZ bir Türkiye ve AK Parti dizayn amacı vardı.
Ha buna rağmen, illa o metin üzerinden yürüme ısrarcılığında olanlarsa evvela o metindeki iddiaların cevabını bulsun bizahmet.
Bir sonraki yazımda, sayın Davutoğlu’nun, “Benim tercihim değildi, koşulların zorlamasının bir sonucuydu” dediği gelişmeyi tetikleyen unsurları tek tek ele alacağım.
Lakin sayın Davutoğlu’nun, en çok da CHP ve Akın İpek’te karşılık bulan helallik talebine yazımı bitirirken iki kelam etmek istiyorum.
BEN HAKKIMI HELAL ETMİYORUM
AK Parti’nin kurucu ve doğal Lideri Sayın ERDOĞAN’ın onaylamayacağından şüphe duymadığımız ve devletin, ülkenin ve milletin bekasını ilgilendiren, “PKK’nın 2013 Mayıs’ına dönmesi durumunda her şeyin konuşulacağı” çıkışı, vize serbestisi için tavizler verilmesi gibi yanlış söylem ve politikalara yönelik eleştirilerimizi, üstelik maddi manevi her şeyimizle destek olduğumuz AK Parti’nin Genel Başkanı olarak, o partinin Grup toplantıları ve törenlerinde FİTNE diye nitelendirip, yine parti tarafından desteklenen sosyal medya aktörleri ve onların klavye şarlatanlarını bin bir türlü hakaret ve iftira ile organize bir şekilde üzerimize salan sürecin sorumlusu olan sayın Davutoğlu’na ben şahsım adına eğer doğmuşsa bir hakkım, o hakkımı helal etmiyorum, asla da etmeyeceğim.
Ayrıca sayın Davutoğlu’nun ERDOĞAN’ın emaneti olan koltuğunu hiçbir zaman tartışma konusu yapmadım, sorgulamadım, lakin tercih ettiği yöntemlerin dayattığı sonuçla gidişini de AK Parti ve ülkenin uçurumun eşiğinden dönüşü olarak görüyor, öyle okuyorum...