Bugün kendi adıma bütün ezberlerimin dışına çıkıyorum. Haddim olmadığını düşündüğüm bir konuda yazmak istiyorum. Bir filmi gerçek anlamı ile anlamak için en az 5 kere izlemesi gereken biri olarak, bir sefer izlediğim bir filmle ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyorum sizlere. Film yeryüzüne yaklaşmakta olan bir kuyruklu yıldızın, ya da dünyanın, ya da insanın, ya da insanlığın hikayesini anlatıyor bize. Yukarı bakma. Nereden okumak istersek oradan yorumlanacak, oradan anlaşılacak pek çok şey bulabiliyor insan filmde. Ancak ilk olarak; benim bile tek seferde verilen bütün mesajları anlayabileceğim kadar basit bir senaryoda, bunca ünlü Hollywood yıldızı nedir diye geçiyor içimden. Benim için ikinci merak konusu ise; nasıl oluyor da şirketlerin bizleri nasıl esir aldığını, iletişim sektörünün bizleri nasıl kontrol ettiğini bu denli gözler önüne serebiliyor bir iletişim aracı olan sinema alanındaki dünyadaki en büyük şirket. Acaba bir hedefi bu kadar açık gösterirken, bambaşka bir hedefi de, yani daha büyük bir hedefi mi gizliyorlar filmin içinde. Sonuçta sinema bir kitle iletişim aracıdır ve sandığımız kadar sadece insanları eğlendirmek ve oyalamak için değildir. Bunun tek kanıtı ise bir film milyonlarca dolar harcamalarıdır. Asla sadece biletlerle tahsil edilemez bu bedel. Bu bedeli farklı şekillerde de ödediğimiz aşikar. En basiti düşünce şekillerimiz değişiyor izledikçe. Beklentilerimiz değişiyor, duygularımız değişiyor, algılarımız değişiyor. Bu değişiklikler bizi acaba nereye taşıyor?
Film karakterler üzerinde özetleyerek başlayalım isterseniz. Başrolde tehlike. Tehlike kuyruklu bir yıldız. Hızla dünyaya yaklaşıyor. 66 milyon yıl önce dinazorları yok eden kuyruklu yıldızdan daha büyük bir kuyruklu yıldız. O kadar büyük ki bütün dünyayı yok edeceği varsayılıyor. Gerçek ve bir korku nesnesi. Ve filmin sonunda dünyayı yok ediyor.
Bilim kadını; kuyruklu yıldızı keşfediyor ve acil önlemler alınması gerektiğini düşünüyor. Tepkisel ve duygusal. Histerik bir imajı var. Bu histeri içinde bir mesaj barındırıyor olmalı elbette. Toplum bu histerikli yaklaşıma karşı 2 ye bölünüyor. Yaklaşan kuyruklu yıldızdan korkanlar ve onun varlığına bile inanmayanlar. Bu kadın karakter üzerinden herkes filmde figüran olmaktan çıkıyor asıl karakter oluyor birden. İki kutup kadınla şekilleniyor. Güç, hak, haklılık, merhamet, zaaflar… Haklı kim? Kim haksız? Kim güçlü, güçsüz kim? Zaaflarımız neler ve neler değil? Velhasıl maçın skorunu bu kadının histerisi belirliyor.
Bilim adamı; yakışıklı, biraz tutuk, sakin, aile babası. Arada bir karakter. Temkinli, insanların sorun çözmeye odaklı olacaklarına inancı daha kuvvetli. Tv ye ilk çıkışında tüm topluma sempatik geliyor çünkü onların istediği dilden konuşuyor. İnsanların aslında sadece kendi gibi olanlara pirim vereceklerinin bir protatipi. İnsanların sadece istediklerini söyleyen kişileri dinlediklerinin açık bir örneği.
Diğer bilim adamı; Herşeyin farkında ama etkisiz. Bütün irtibatlarını tek seferlik bu gerçek için kullanıyor sanki. Beyaz saray bilimsel danışma kurulunda ama pek de danışılmadığı aşikar. Sanki bazı kadrolar sadece konjektür gereği oluşturuluyor ve doldurulmuş gibi yapılıyor.
Komutan; neden dikkatimi çekti bilmiyorum. Ama bedava suyu, bilim adamlarına para ile satıyor. olmasına rağmen küçük payları da isteyen aç gözlü biri. Kimden ne koparabilirse. Çözüm sürecinde dahili yok. Bir ülkenin ordusu özelleşince neler olabileceğini bize gösteriyor belki de.
Tv program sunucuları; bir kadın bir erkek. Kadın olan etkin zengin bir aileden geliyor. İstediği her şeyi elde etmiş, kendine güvenli ama tatminsiz, haz odaklı. Erkek olan daha sakin. Sanki her şeyin farkında ama değiştiremeyeceğini kabullenmiş. Reyting uğruna herşeyi çarpıtabilen gerçeklerden uzak bir haber anlayışı ile hareket eden bir yayın organının gönüllü temsilcileri. Bunu da açıklamaya gerek yok sanırım .
Başkan; kadın, hırslı, genel sekreteri oğlu. Acil bir durumda ilk kurtarılması gereken kişiler arasında iş ortakları var ancak oğlu yok. Ailesiz biri. Bilim adamları ile iş adamları arasında kalınca bilim adamına sahip iş adamlarını tercih edecek kadar ihtiraslı. İnsanların geleceği ile ilgilenmiyor nasılsa insan sadece tüketilmesi gereken bir kaynak. İş adamları için verdiği kararlar yüzünden insan ırkı yok oluyor.
İş adamı; cep telefonu şirketine sahip. Kendi bilim adamları var. Kuyruklu yıldız için önlem alınmasını gerektiğine inanan bilim adamına “Senin ne zaman öleceğini biliyorum” diyebilecek kadar kişisel veriye sahip. Kişisel verilerimizi asıl korumamız gereken yer mi hedef gösteriliyor acaba? Daha çok para kazanmak için yapamayacağı şey yok. İşlerin kötü gitmesi halinde Nuh’un gemisini inşa edecek kadar serveti var. Ve yukarı bakmamayı bilimsel temellere oturtabilecek kadar manipülatif.
Sanatçılar; yukarı bakan tarafta.
Başkanın oğlu; her şeyini annesi ile elde etmiş ancak filmin sonunda anlaşılacağı gibi annesini elde edememiş biri.
Özet; biz, oradaki her bir karakteriz, kuyruklu yıldız da dahil olmak üzere çünkü sonumuzu ancak kendimiz getirebiliriz. Filmi izlerken görünen mesaj; siyasiler insanları yönetir ancak iş adamları tarafından yönetilir ve iş adamları da kendi çıkarları için dünyayı yok edebilirler. Çok net değil mi? İşte bu şüphe uyandırıcı (!) Ya filmin iki sonu varsa ve bir diğerinde kuyruklu yıldız çarpmıyorsa dünyaya (?) Biz bazen de görünmeyen mesaja bakalım istiyorum. Bizi bir histeriye sürüklerken hayatımızda yeni alanlar mı açıyorlar? Yeni korku alanları. Her korku alanı bir yönetim alanıdır. Bu günden sonra histerik şekilde hareket edin yoksa yok olursunuz mu demek istiyorlar? Lütfen küçük dünyalarımızdan çıkarak muhasebe edelim. Siyasi fikirlerimizden sıyrılalım, ülke sınırlarını aşalım ve dünyaya açılalım. Bizi nereye sürüklemek istiyorlar? Dünya, aslında filmdeki gibi çift kutuplu mu? Karakterimiz ne olursa olsun sadece bir kutba mı ait olabiliyoruz? Bunu iyiler ve kötüler diye ayırmak her iki tarafa da haksızlık olmaz mı? Kötülük iyilikle birlikte sunulmaz mı? İyilik ise kötülük ile birlikte daha anlamlı. Bu kutuplardan biri bizi yüksek ihtimalle bir histeriye hazırlıyor. Kabul etsek de etmesek de son 2 yılımızı bir histeri içinde geçirdik zaten. Tam da sırası sanırım değil mi hazır bulunuşluğumuz bu boyuttayken yeni endişeleri sahaya sürmenin? Son 2 yılda başlangıçtaki düşüncelerimizle şimdiki düşüncelerimiz arasında ne gibi farklar var? Korkumuz nereden nereye evrildi? Şimdi nasıl bir konu yada konularda yukarı bakmamızı ya da bakmamamızı isteyecekler? Filmde histeriye kapılmayan taraf yanılıyor ama herkes kaybediyor. Acaba günlük hayatımızda da histeriye kapılmazsak kaybeder miyiz ya da hepimiz mi kaybederiz? Yoksa bu gerçekten sadece bir histeri midir? Hiç düşünenle düşünmeyen bir olur mu?
Saygı sevgi ve hürmetle….