FETÖ’nün ByLock tuzağıyla mağdur edildiği delillerle sabit olmasına karşın halen çözüm bekleyenleri isim isim yazdığım yazı serisinin arasında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun çok tartışılan açıklamalarını konuyu yakından ilgilendirdiği için irdelemek kaçınılmaz oldu.
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programına konuk olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “15 Temmuz sonrası başlayan yargılamalarda beraat edenlerin neden devlet görevine dönemediğine” yönelik soruya, Anayasa’nın 70. Maddesini es geçip, "Elbette ki güvenmeyeceğim. Herkes devletin içine girmek zorunda mı?" diyerek cevap vermiş.
Aslına bakarsanız sorunun öznesi, FETÖ’nün mağduriyet tabanını genişletme stratejisine kurban edilmiş ancak yargılamalar sonucu mağduriyeti tescillenmiş olanlar… Yoksa bu ülkede kimse FETÖ mensubu olanların memuriyete dönmesi gibi bir talepte bulunmaz, bulunmuyor da. Esasen Bakan Soylu da bu gerçeğin farkında ama buna rağmen, Anayasa ile güvence altına alınmış bir hakkı tamamen keyfiyet içeren bir ifadeyle gasp ettiklerini itiraf ediyor.
Önce Soylu’nun “güven” merkezli itirazıyla başlayalım.
Soylu, ismi herhangi bir sebeple FETÖ ile anılmış olanlara “güven(e)meyeceklerinden” dem vuruyor. Onun bu bakış açısını destekleyen en çok örnek de Emniyet’teki ihraçlarda görülmüştü zaten. FETÖ’nün finans ayağından Ali Çelik başta olmak üzere örgütün üst düzey yöneticileriyle 17/25 Aralık öncesine de ait telefon irtibatı olanlar ihraç edilmiş ve bunlara dair yürütülen soruşturmalarla yargılamalarda bu “irtibatın” altı çizilmişti.
Peki madem “telefon görüşmesine dayalı” bu “irtibat” bu denli önemli bir kriter, buyurun alın elinize Rus elçi Karlov suikastı dava dosyasını.
Dosyaya, FETÖ’nün firari elebaşı Fetullah Gülen’in veliahtı olarak bilinen Şerif Ali Tekalan’ın binlerce görüşmesini içeren HTS kayıtları girmiş. Üstelik 2012 den başlayan bu kayıtlarda siyaset kurumu ve iktidar cenahının milat olarak kabul ettiği 17/25 Aralık 2013 sonrası da var. 2016’ya kadar yapılan görüşmelerle mesajlaşmalar tek tek yer alıyor.
O binlerce kayıttan en dikkat çekici olanlar ise 1 Aralık 2013 ve 31 Aralık 2014 tarihleri arasında.
Kimler yok ki…
Mayıs ayında VakıfBank Yönetim Kurulu Başkanlığına atanan eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, eski Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, geçtiğimiz günlerde Prag Büyükelçiliğine atanan Egemen Bağış, AK Parti Burdur Milletvekili Bayram Özçelik, AK Parti İzmir eski Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, eski Bakan Faruk Özak, AK Parti Ankara eski Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu eski Başkanı Ahmet İyimaya, YÖK Başkanı Yekta Saraç, eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, eski Vali İbrahim Şahin, son Başbakan Binali Yıldırım’ın danışmanı Ömer Sertbaş…
Bu kişilerin teki için bile FETÖ yaftalamasından bulunmak haddim de değil hakkım da değil lakin kimse kusura bakmasın ama DEVLETİN GÜVEN HİSSİ kişiye göre değişmez, değişmemeli. Örgüt yöneticisi olduğu 15 Temmuz’dan sonra öğrenilmiş isimlerle 17/25 Aralık öncesine dayalı telefon irtibatları bile kişilere yönelik “güvensizlik” gerekçesi sayılırken, örgüt elebaşının veliahtı olduğunu sağır sultanın duyduğu biriyle telefon irtibatı olanların sırf nüfuzlu diye, sırf sizden diye “suçlamadan muaf tutulması” ne hukuka ne de vicdana sığar.
Kamu görevi sırasında, örgütle hiçbir irtibatı olmamasına rağmen ya Anayasa aykırı FİŞLEME listesiyle ya da örgütün kurgulanmış GİZLİ/AÇIK tanık beyanlarıyla kamudan ihraç edilip haklarındaki soruşturma ve davalardan aklanmış olanların kamuya dönüşüne itiraz için kullanılan “Herkes devletin içine girmek zorunda mı?" ifadesi de ayrı bir facia.
FETÖ ile hiçbir irtibatı olmamasına, bir kısmının geçmişi FETÖ ile mücadeleyle geçmesine ve dahi 15 Temmuz gecesi örgütün ihanetine canını siper ederek karşı koymasına karşın Emniyet’te her süreci kuşkularla dolu GARSON fişlemeleriyle ihraç edilenler başta olmak üzere haksız yere ihraç edilenlerin OHAL Komisyonundan red cevabı almalarının arka planı İçişleri Bakanı Soylu’nun bu ifadesinde saklı aslında.
Anayasa 70. Maddesindeki “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.
Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” ifadesiyle güvence altına alınan hak, tamamen keyfiyete dayalı bir anlayış tarafından üstelik FETÖ yaftası vurularak gasp ediliyor.
Öncelikle belirteyim ki; devlet kimsenin babasının çiftliği değil. Ayrıca FETÖ ile mücadele, kendi ajandasını dolaşıma sokmak isteyen yeni paralel yapılara alan açacak aparata dönüştürülüyorsa buna devletin bekasını düşünen, ortak kaygısı bu vatan olan herkes itiraz etmeli.
Evet kabul ediyorum, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da dediği gibi; FETÖ -küresel sistemin kontrol ettiği ve devleti teslim almaya çalışan- bir istihbarat örgütüdür. Yargının, emniyetin, istihbaratın, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, medyanın, üniversitelerin hatta örgütlü tüm teşkilatların içine giren, hayatın bütün alanlarını etkilemeye çalışan, kimini insanlık maskesiyle, kimini sivil toplum örgütü maskesiyle, kimini elindeki yargı veya devletin birtakım güçleri vasıtasıyla etki altına almaya çalışan bir yapıdır FETÖ. Bu nedenle bu yapıyla mücadelede zerre miskal esneklik gösterilmemeli, bu yapıya itaat etmiş, devlet hiyerarşisi yerine örgüt hiyerarşisini kabullenmiş kimsenin gözünün yaşına bakılmamalıdır.
Bununla birlikte; birilerinin bu mücadeleyi, yargıyı, emniyeti, istihbaratı, Türk Silahlı Kuvvetlerini, medyayı, üniversiteleri hatta örgütlü tüm teşkilatları ele geçirmeyi hedefleyen, hayatın bütün alanlarını etkilemeye çalışan “yeni paralel yapılara” alan açacak aparata dönüştürmesine de fırsat verilmemelidir.
Sırf bu sebepten de olsa; örgütle mücadele sürecinde, örgütün bir planı sonucu mağdur edilen ve emsal olarak gördüğüm bir kısmını yeni yazımda da isim isim yazmaya devam edeceğim TSK, emniyet ve sivil bürokrasideki binlerce vatansever kamu görevlisinin mağduriyeti bir an önce giderilmeli, kamu görevine dönmelerinin yolu açılmalıdır.