Bende kabahat;
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine?
Can yücel
Sanıyoruz ki; en cesur insanlar geceleri mezarlıkta dolaşanlar, ya da kimsenin cevap vermek istemediği bir soruya cevap vermek için sınıfta parmak kaldıranlardır. Sanıyoruz ki; mor sadece kırmızı ile mavinin karışımdan oluşan bir göz yanılgısı ya da sadece gözlerimizdeki reseptörlerin algısıdır. Sanıyoruz ki; itibar zeki olana verilir ya da itibarı olan diğerlerinden daha zekidir. Bu hafta ki yazımızda cesaret zekanın ürünü, zeka birçok rengin karışımı, mor ise cesaretin tam tanımı olarak karşımıza çıkıyor ve itibar atfettiklerimiz hayatımızda yerini alıyor.
Prof Dr. Bünyamin Balamir hocamın “Nostalji “Çorum’da Başlayan Hayat ve Sanat” isimli sergisinde, renklerin ve çizgilerin arasında gezerken, bana eşlik eden duygunun cesaret olduğunu fark ettiğimde yazmam gerektiğini hissettim. Bir başka ifade ile sadece çizen için değil, gezeninde cesur olması gereken retrospektif sergide gezebilmenin cesareti ile kalemi elime aldım. Karakalem çalışmalarıyla başlayan sergideki eserler, Necip Fazıl’ın “O’nun Sanatı” şiirindeki gibi varlık ve yoklukla aynı zeminde harmanlanmıştı sanki. Ne de olsa beyaz tüm renklerin varlığı, siyah ise renklerin yokluğu değil miydi? Bir karakalem çalışmasında; resmi, kalem çizer sanıp, çizgileri var ediyor ve böylelikle bütün anlamı çizgilere yüklemiyor muyuz? İşte tüm bu algıya inat gezerken fark ettiğim başka bir şey de; boşluklardı. Belki de bırakılan boşluklardı; sanatı sanat yapan, asıl olan, göze ve gönle hoş anılar bırakan. Bu yüzden Necip Fazıl’ın şiiri zihnimin derinliklerinde yankılandı. “Yok bir vardır geçit vermez dar mı dardır” ve bu dizeler içimde defalarca kere tekrarlandı. Görmezden geldiğimiz, beyaz boşlukların farkında olmadan yaşadığımız bu ömür, bize hep kendini bir sıkışıklık ve bir darlık olarak hatırlatacaktı. Yine “Var bir yoktur yusyuvarlak dönen oktur.”diyor ya şair şiirinde. Yokluğun içindeki varlığın fark edilmesi beyazın içindeki renkleri fark etmek gibidir belki de. Bu farkındalık; bilginin, bilmenin farkındalığı ile aynı ızdırabı taşır diye tercüme ediyorum şimdi içimde, kendimce ve sessizce. Varlık ve yokluk evrenin hammaddesi ise, ve dünya bir karakalem çalışması ise, o zaman karakalemle çizilmiş ömrümüzde beyazdaki renkleri görmek sadece bizim elimizde. Kaderin “irade” kısmı gizlenmişti sanki eserlerde.
Can yücel 20 yaşını, 35 yaşını, 40 yaşını bir akşam yemeğinde karşı karşıya getiriyor ve kişinin kendi ile hesaplaşmasını gözler önüne seriyor “Davet” şiirinde. Anlayamıyoruz; kişinin kendiyle hesaplaşmasının ne kadar cesurca bir hareket olduğunu, başkalarıyla hesaplaşmanın cesaret sayıldığı şu günlerde. Kişinin; kendini, bütün yaşlarını, bütün evrelerini aynı anda, aynı yerde toplayabilmesi ne kadar da cesurca bir hareket oysa. Bünyamin hocamın sergisinde de aynı cesaret ile karşılaştım ve cesaret mor renkle taçlandırılmıştı sanki sergide. Öyle ki karakalem çalışmalarındaki beyaz tuvalin bütününe renkler olarak dağılmaya başlamıştı sergiyi gezdikçe ve zaman geçtikçe morun harika bir tonu ile hocamız imzasını atıyordu koca bir ömre. Çünkü bir ömrün ölçü birimi, geçen zamandan ziyade, kısıtlı zamana sığdırılmış yaşanmışlıklarda gizli değil midir sizce de? Her bilginin bir renkle kodlandığı bir evrende olduğumuzu düşünürsek, imzamız olan rengin ihtişamı dünyayı algılama şeklimizin nişanı olamaz mı? O bilgiyi gerekli oranlarda aynı kapta karıştırıp ortaya çıkardığımız renk bir zeka ürünü değilse ne?
İşte tam da bu yüzden bir sanatçının içindeki yolculuğu gözler önüne sermesi sadece bir özgüven meselesi değil, elbette inanılmaz bi zeka göstergesidir de. Bütün yaşanmışlıkları, öğrenilmişlikleri, bütün kavgaları, acıyı ve ızdırabı ya da aşkı; bazen tek bir cümle ile bazen tek bir renk ile bazen tek bir çizgi ya da nota ile aktarabilen bilgelerdir sanatçılar. Tam da burada ömrünü çeşitli maskelerin altında, kendi olamadan geçiren insanların ortalama dünyasında, en cesur insanlar kendileri ile hesaplaşanlardır demekle haddi aşmış olmamayı umuyorum. Sadece ortaya bir ürün koyabilen insanların kendileriyle hesaplaşabilecek doneleri olduğunu görüyorum. Bazen bu doneler; bir renk, bazen bir nota, bazen bir kelime olabiliyor. O zaman bize sistem tarafından unutturulmaya çalışılan; her kelime, her renk, her ses bizim asıl ihtiyacımız olandır. Bu yüzden insanoğlu bu dünya savaşının kazananı olmak istiyorsa üretmeye mahkumdur ve unutturulmaya çalışılan her şeye karşı uyanık olmak zorundadır.
Her gün hangi saatte kalkması gerektiği belirlenmiş, belirli araçlar kullanarak gitmesi gereken yerleri planlanmış insanlar; kendileriyle hesaplaşmaya vakit bırakmayan bu sistemin küçük vasıtaları olarak kalmaya mecburdurlar. Atması gereken imzayı, para harcama yetkisi sanan insanların dünyasında; cesaret, zeka veya mor; göze, gönle ve kulağa hoş gelen şeylerden ibarettir sadece. Ama bu hayatta aslolan, ihtiyacımız olan, imza atabilmektir bir renge. Düz bir mantıkla gidersek; normal insanların içinde size itibar atfediliyorsa bu normalden üstün olduğunuz için değildir, belki de bu sadece en normal olduğunuz içindir? İçimizde bir yer bunu bildiği için ise insanoğlu bulunduğu pozisyonlar ile anılmayı tercih eder, sürekli kendisini başkalarına anlatma ihtiyacı hisseder ve anlaşılamamaktan şikayet eder durur. Kendisine biçilmiş bir ömürde, başkaları için görevlerini yerine getiren çarklardan ibaret olmak insanda çeşitli olumsuz etkiler de doğurur. Ruhumuzun bu durumu kabullenebilmesi için geliştirdiği savunma mekanizmalarından biridir belki de statüler. Sosyal bir topluluğa, cemiyetlere, cemaatlere, meslek odalarına, sendikalara, futbol takımlarına teveccüh gösterme nedenimiz bu kendini ispat çabasıdır buradan bakılınca. Farklı olma çabası yerine farklı hissetme, farklı hissettirilme kaygısı aslında kelepçelerimizdir sadece. Maslow “kendini gerçekleştirmek” derken buna işaret etmiştir ama sistem bizden bu bilgiyi sadece sınavlarda kullanmamızı ister. Küçük küçük yetkiler verir, pozisyonlar ithaf eder, sistematik sıraya koyar, ama asla sizin siz olmanıza yani kendinizi gerçekleştirmenize izin vermez. İşte bu yüzden her şeye rağmen kendi olabilenler aramızdaki en cesurlardır ve cesaretlerini zekalarından alırlar. Kendi morunu bulabilen, kendi olabilen, kendi imzasını atabilen insanlardan olabilmek dileğiyle. Renklerle, seslerle, sözlerle kalın…