KHK'larda, 26 Nisan'da ve 1803 polisin hak gaspında beliren Emniyet'teki karanlık eller!

ZİHNİ ÇAKIR

Emniyet ve yargıda yuvalanan Paralel Yapı olgusunu sorgulamak için ne 17/25 Aralıkı ne de 15 Temmuzu beklemiş biriyim

Tamam, “paralel yapı olgusunu” sol cenahın muhafazakar eğilim önkabulüne oturtarak geliştirdiği cemaat yapılanması” itirazlarıyla aynı perspektifte sorgulamadığımız doğrudur. Ama onların, devletteki “cemaat yapılanmasına” olan itirazlarının ana çekirdeğini de “var olduğunu zannettikleri dünya görüşü ve yaşam biçimi, yani dindarlık” oluşturuyordu. Mesela; o cenahın tamamı eğer o yıllarda “Fetullahçıların” dini bir yapılanma olmadığının bilincine varabilseler, yapının devlet içinde örgütlenmesine yine de itiraz ederler miydi, yoksa ittifaka mı girişirlerdi?

Bu soruya cevap vermeden, başka bir grubun, Sebataycıların pozisyonunu hatırlayalım. Bu grup, “Fetullahçıların” dini sadece bir sömürü aracı olarak kullandığını çok iyi bildiği için devlet içindeki örgütlenme sürecinde ittifak etmeyi seçmiştir.

90’larda devlet için en büyük tehdit olan PKK ile Doğu Perinçek ilişkisine baktığınızda, PKK ile Hizbullah arasındaki çatışma alanlarında Perinçek tayfası ve sol cenahın durduğu pozisyonu doğru okuduğunuzda, hiç tereddütsüz, 80’lerin ortalarından 90’ların sonuna kadar devletin kılcallarına sızma stratejisini adım adım uygulayan “Fetullahçılar”la da ittifak ederlerdi diyebiliriz…

Sözün özü; ulusalcı tayfa ve sol cenahın “Fetullahçılara” yönelik itirazını tetikleyen olgu, bu grubun devlet içinde “illegal” yapılanması değil, yapının taban kazanmak için izlediği “dini söylem” stratejisiydi. Daha yalın bir ifadeyle, karşı çıktıkları şey dindarlıktı. Düne kadar itiraz edenlerin kahir ekseriyetinin, Fetullahçılar’ın, dini tahrip eden, dini değerlerin itibarsızlaştırılması projesinin bir parçası olduğu ortaya çıktıktan sonra bunlarla ittifak etmesi elimizdeki en somut delildir.

Kimse yanlış anlamasın; maksadım bu girift ilişkiler üzerine analiz kasmak ya da günah çıkarmak falan değil. Sadece devleti esas alan bir anlayışla, Emniyet ve Yargı başta olmak üzere kamusal alanlarda Fetullahçılar’dan yani FETÖ’den boşalan alanın yine FETÖ’den yedeklenen başka bir yapı tarafından ilmek ilmek “işgal edildiğine” dikkat çekmek istiyorum.

Bu hususta, önceki yazılarımda “Yargıtay Planı”nı yazmıştım. Tam da yazdığım doğrultuda 696 sayılı KHK’da Yargıtay’a 100 yeni üye seçiminin, bu seçim için yeterlilik süresinin 12-13 yıla tekabül edecek bir süre olarak tanımlanmasının düzenlendiği, yazımın mürekkebi kurumadan ortaya çıkmıştı.

Şimdi iktidar, o 100 yeni Yargıtay Üyesi’nin seçiminde gerekli titizliği gösterir ve tamamını “milli ve yerli” anlayışta yargı kadrolarından seçerek FETÖ’nün yedeklediği “yapı”nın silahıyla onu vurursa ne ala, aksi durum felaketin habercisi olur.

Benzer uyarıları Emniyet için de yapmıştım…

Emniyette bir takım karanlık ellerle zaman ayarlı uyutulmuş hücrelerin, ihraç ve açığa alma torbalarına “milliyetçi-muhafazakar-mütedeyyin” kadroları sokuşturup kendilerine alan açtığına, bu süreçte sol cenah ve “kimi” ulusalcı fraksiyonlarla ittifak ettiğine dikkat çekmiştim.

Birileri dikkate alıyor mu yoksa “çok olmaya başladı ha” mı diyor bilemem; ama hedef olmak pahasına da olsa bunları yazmaktan geri durmayacağım.

Şu anda deyim yerindeyse yargı ve güvenlik bürokrasisi adeta yeniden yapılanıyor. Böyle bir dönemde sessiz kalmak; ileride FETÖ’nün yedeklediği yapılanmaların egemenliği altında gelecek her türlü zulmü peşinen kabullenmek, en iyi ihtimalle sessiz kalarak dilsiz şeytanı oynamaktır.

Emniyet koridorlarında, “FETÖ’nün yarım bıraktığı işi biz tamamlayacağız, hadi insinler mescitlere de görelim” diyen birinin, Emniyet’teki açığa alma-ihraç sürecinde etkili bir konumda olduğunu göre göre tek kaygısı bu ülke olan kim susabilir? Hele bunların kahraman şehidimiz Polis Fethi Sekin’e de dokunmaya çalıştığı, 679 sayılı KHK’nın 6 Ocak 2017 değil de 4 Ocak 2017’de çıkmış olması durumunda Emniyet’ten ihraç edilen 2 bini aşkın kişinin içinde Şehit polisimizin de olacağı iddiaları ayyuka çıkmışken…

26 Nisan 2017’de açığa alınan 9103 polis memuru mesela… Hani şu FETÖ’nün harf ve renk gruplarıyla emniyet mensuplarını kategorize ettiği öne sürülen flash bellekten çıkan listelere göre açığa alınanlar…

Bu listelerde “FETÖ’nün kendi adamları kategorisinde” yer alan bir isim bugün önemli bir Bakan’ın koruması deniliyor. Üstelik 26 Nisan’dan sonra o göreve getirilmiş. Şimdi bu listenin bir operasyon olmadığı konusunda, o 9103 kişinin Emniyet içindeki kimi ellerce ters operasyona tabi tutulmadığı konusunda, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu dahil kamuoyunu kim hangi saiklerle ikna edebilir?

Hatırlatayım ki; son çıkan 696 sayılı KHK’da o 9103 kişilik açığa alma listesinden sadece 19 kişi FETÖ ile ilişkisi nedeniyle ihraç edildi.

Peki ya sözde bir FETÖ imamının bilmem neresinden çıktığı öne sürülen flash bellek üzerinden masum insanları listeleyip aylardır çaresiz bırakan o “karanlık elle”, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya bu açığa alma kararını televizyon ekranlarından açıklatıp tam da o an “işte bu, kimse bu listeyi delemez artık” diyerek “havaya kalkan el” aynı else…

2 yıllık Polis Meslek Yüksek Okulu eğitimini tamamladıktan sonra halen Çankırı’daki FETÖ Çatı Davası’nın en kritik sanığı olan İdris Şahin’in 2015 Nisan’ındaki Güvenlik Paketine verdiği önerge ile getirilen mülakat sonucu 1803 polisin haklarının gasp edilmesi da benzer “ellerin” mahsulü muhtemelen…

FETÖ’nün yedeklediği Paralel Yapılanma en çok Emniyette fink atarken, bugüne kadar yapılan araştırma ve soruşturmalarda, aralarında FETÖ ile ilişkilendirilebilecek bir elin parmağı kadar bile isim çıkmayan, tam tersi onları “yetersiz bulan” komisyon üyeleri FETÖ’den tutuklanan ya da ihraç olan o 1803 vatan evladının yerine kimler kimleri aldı/aldırdı?

Geçmişte “çift torba kurası” ile Emniyet’teki egemenliklerini tahkim etmeye başlayanlar, bugün yedekte beklettiklerinin şapkalarından son dakika mülakatı çıkarmış belli ki…

Bugünkü ve önceki İçişleri Bakanı’ndan milletvekillerine ve bürokratlara herkesin “evet hakkınız yenilmiş, gerekeni yapacağız” demesine rağmen 2,5 yıldır kimsenin dokunamamasının başka nasıl bir izahı olabilir?

Uzattığımın farkındayım; lakin konu hayati…

Bir delikten birkaç kez ısırılan Müslüman, ısırılacağı bir delik daha açılıyor ama ya gaflet ya delalet ya da ihanet içinde…

Biz bir kere daha bir kere daha gerekirse bir kere daha yanarız, yanmayı da göze almışız; ama bu KÖZ sizi yakmakla kalmaz, 15 yıllık kredibilitenizi bir çırpıda dip yaptırır dip.

Dibinizde yuvalanan düşmanın gözlerinize çektiği perdeyi sıyırıp, dostlarınızın samimi ikazlarına kulak kabartın yoksa hepiniz için çok geç olacak çok.