Kudüs’te birleştik, keşke Kerkük’te de birleşebilseydik

NUR SÜMEYRA

İsrail’in zaten 1980’de tek yanlı ilan ettiği ve BM’nin tanımadığı İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü resmileştirmesine yakın zamanda destek ABD Başkanı Donald Trump’tan geldi. Ve malumunuz üzere başta bütün İslam Alemi, bütün dünya ayağa kalktı.  

Bir kere müsterih olun, bu skandal kararda İsrail amacına ulaşamayacaktır. Fakat amacına ulaşmaması için bizim on adım geriden değil, artık birkaç adım –bari- ileriden meselelere yaklaşmamız ve bu yaklaşımlarda da son derece samimi olmamız gerekmektedir.

Şöyle ki.

Bir kere “samimi” kelimesinin üzerinde çok durmamız gerekiyor. Bu çerçevede İslam ve Müslüman derken temsiliyet noktasında nasılız, bunun üzerinde çok durmamız gerekiyor. Şeklen değil, özde neresindeyiz bu temsiliyetin? Savunduğumuz değerlerin neresindeyiz ve ne kadarının künhüne vakıfız ve ne kadarını üzerimizde taşıyabiliyoruz bunun tahlilini iyi yapmamız gerekiyor. Mesela “Kudüs” derken, meselenin hem tarihi arka planına hem de dini arka planına ne kadar hakimiz? Mesela “Kudüs” niye bizim için bu kadar önemli? Bunları bilirsek “Kudüs” derken daha samimi oluruz ve ne dediğimizi biliriz. Niye “Kudüs” dediğini bilmeden haykırmak slogandan ileri gitmeyecektir ve bugüne kadar da gitmemiştir. Sonuç küresellerin bu skandal kararı alması olmuştur. Biz daha evvelden samimiyetle “Kudüs” deseydik, bugün bu karar alınamazdı. (Biz derken bütün İslam Alemi’ni kastediyorum.)

İşte bu “biz” evvelden samimice “Kudüs” deseydik, birbirimize hiçbir zaman düşmezdik. İşte bu “biz” daha evvelden küresellerin sahneledikleri oyunların figüranları haline gelmeye karşı dursaydık, İslam Alemi bugün bu halde olmazdı.

Bundan kısa bir süre önce mesela değil tüm Türk Dünyası tüm İslam Alemi bir samimiyet testinden geçti. “Kerkük.” Fakat bu testi Müslüman Türk Dünyası dışında geçen olmadı. Hatta bu dünya içinde yer alan içimizdeki bazı İslami çevreler de geçemedi. Barzani’ye dolayısıyla İsrail’e ve ABD’ye, dolayısıyla küstahça Kerkük’te dalgalanan İsrail bayraklarına ses çıkarmadı ya da dolaylı destek verdi. Biz ne yazık ki Kerkük’te birleşemedik. Peki, niye önemliydi bu?

Önemliydi çünkü, şöyle haykırdık o günlerde, bu küstahlığın bir adım sonrası Diyarbakır’dır, İstanbul’dur. Kerkük’ü kaybeden İstanbul’u da kaybeder. Kerkük’ü kaybeden Anadolu’yu da kaybeder. İlave etmeyi unutmuşuz o günlerde. Şöyle de demeliymişiz: “Kerkük’ü kaybeden Kudüs’ü de kaybeder.” Dediler ki siz Kürtlere karşısınız, faşistsiniz. Oysa bilmiyorlardı ki, biz bunları ifade ederek asıl en büyük Kürt dostuyuz. Bilmiyorlardı ki Kürdün kara kaşı kara gözü için yapmıyor bu yardımları Siyonistler. İslam’ı boğmak için yapıyorlar. Bizi birbirimize düşürmek için yapıyorlar. Türk ve Kürdün bin yıllık kardeşliğini kıyamete kadar bozmak ve birbirlerini yok etmeleri için yapıyorlar. Akıllarına düşürdükleri ayrılık yani nifak tohumuyla Kürtlerin yok edilmesi için yapıyorlar. Çünkü Kürtler Siyonizm bayrağı ve himayesi altında ne kadar yaşayabilir? Bilhassa Müslüman Kürtler bu gerçeğe uyanınca ne olur? Zaten Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Kerkük ve benzeri sebeplerle karşı karşıya getirilmişken, bir de Siyonist onu abluka altına alınca kimden medet umabilir? Bak ne yapıyor Siyonist? Tüm İslam Alemi’ni karşısına almak pahasına Selahaddin’in yeniden fethettiği İslam’ın en önemli inanç merkezlerinden birini başkenti ilan ediyor. Ne diyor İsrailli Bakan, “hedeflerimize adım adım yaklaşıyoruz.” Nedir bu hedefler? Senin Kürdistan’ı kurman mı, Arz-ı Mev’ud mu? Yahu senin Kürdistan’ı kurman niye umurunda olsun? Bir kere sordun mu? Velev ki kurdun, arkanda bir Türkiye olmadığı zaman, o Kürdistan’ın bir anda Arz-ı Mevud olmasına kim mani olacak? O zaman vah ki ne yapmışız dediğinde ve gerçekten pişman olduğunda samimiyetine Yüce Rab inanacak mı? Çünkü sen samimiyet testini geçememiş olacaksın Kerkük’te. Çünkü sen Siyonist bayrağını alkışladın Kerkük’te. (Vatanperver Müslüman Kürt kardeşlerimi elbette konu dışı tutuyorum. Mesele zaten Kuzey Irak’ta cereyan etti.)

Şimdi soruyorum, eğer o bayraklar bu kadar küstahça dalgalanmasaydı, o sakallı mollaların bir kısmı (bir kısım Arap liderler ve din ileri gelenleri de her gün ABD’ye biat tazeliyor, dua ediyor, fark yok) Siyonist bayrakları öpmemiş olsaydı bugün İsrail bu kadar rahat davranabilir miydi? Bir ışık deliği görmeseydi ABD’yi de yanına katarak Kudüs’ün başkent olmasını resmileştirmeye bir adım daha atabilir miydi?

Çok şükür Kudüs bugün bizi sağcısı solcusu, bütün unsurlarıyla yeniden birleştirdi. Hiçbir onay yok İsrail’e. Çok şükür bu noktada samimi görünüyoruz. Fakat belki de kavram olarak “samimiyet”in anlamını bilmediğimiz için bu samimiyetin nerede başlaması gerektiğini kavrayamıyoruz. Bunu kavrayamadığımız için de suya yazılmış yazı gibi kalıyor samimiyetlerimiz. Esip yağıyor gürlüyor ve bir süre sonra da yeniden bu iklimden uzaklaşıyoruz. Mütemadiyen o iklimde kalmak için tepeden tırnağa samimiyet kuşatmış olmalı her birimizi. Bir kelime söylerken bile onun ağırlığını kavrayabilmeliyiz ki, kelimelerimiz bile kurşun olsun ağırlığınca yağsın zalimin üstüne. Mazluma da umut olsun. Samimi olursak hissederek çıkar o kelimeler ağzımızdan, ancak o şekilde bir ağırlığı olur. İşte bu samimiyeti yakalayabilmek için de bütün kelimelere ve kavramlara vakıf olmak gerekir. Nedir Kudüs? denilince Ömer’dir, Atsız’dır, Selahaddin’dir, Yavuz’dur diye haykırmak ve fakat bu isimlerin her birini tek tek en ince ayrıntısına kadar bilerek söyleyebilmektir. Nedir Kudüs? denilince “barış”tır! Ecdadımın asırlarca kurtla kuzuyu yan yana barış içinde yaşatmasına müstesna bir örnektir, üç dini de hatta bütün dinleri de İslam’ın himayesinde nasıl özgür kıldığına seçkin bir numunedir diyebilmektir.

Ne yazık ki bizim bütün İslam Alemi olarak en büyük eksikliğimiz söylediğimiz şeyi bilmememiz. Anlık söylemlerle günü kurtarmamız. Köklü söylemler için önce o kökleri kavramamız gerektiğini akıl edemememiz. Çok konuşup, aslında hiçbir şey dememiş olmamız. Bu yüzden de kâl’den hâl’e geçememiş olmamız. Ne yazık ki halimiz hiçbir şey anlatmıyor küresellere. Oysa halimiz ön planda olsa o bahsettiğim samimiyetle beraber, kâl’e de çok gerek kalmaz.

Sadece bir şeyleri ifade edebilmek için değil anlayış ve idrak yani leb demeden Çorum’u anlayabilmek için de işte bu bilgiye ihtiyacımız var. Kerkük derken Müslüman kardeşin, aslında Kudüs diyordur, Diyarbakır diyordur, İstanbul diyordur. Bu kadarcık bir izana sahip değilsen Kudüs’ün ne olduğunu sana kim anlatabilir?

Çok şükür ki, Kudüs’te birleştik yine de. Keşke Kerkük’te de birleşebilseydik. Hatta daha da geriye gideyim, keşke PKK keşke Fetö keşke Işid keşke DHKPC vesaire vesaire bütün ayrılıkçı konular üzerinde de birleşebilseydik. Eğer biz buralarda meselelerin künhüne vakıf bir bilgi ve samimiyetle birleşebilseydik bugün Kudüs meselemiz olmazdı. Umarım çok geç olmadan bu bilgi ve samimiyete sahip oluruz. Böylelikle istikbalde bir Mekke, bir Diyarbakır bir İstanbul sorunumuz olmaz. Çünkü bu günlük, bilgiye dayanmayan köksüz söylemlerin bizi sürükleyeceği akıbet bu olur.

Bunun için de İslam Alemi’nin bir numaralı konusu eğitim, ikinci konusu eğitim, üçüncü konusu yine eğitimdir. Sokaktaki adama Kerkük derken Kudüs’ü kastettiğinizi ancak bu şekilde izah edebilirsiniz. Bu sokak ister Kahire’de olsun, İster Mekke’de, ister Medine’de, ister Kudüs’te, ister Tahran’da, ister Horasan’da, ister Doğu Türkistan’da, ister İstanbul’da, ister Diyarbakır’da olsun. Bizim bu sokaktaki adamlara ve daha da mühimi onların bilgili ve eğitimli olmasına çok ihtiyacımız var. Tüm İslam Alemi bu adamları işte, bir sürü değil hakikatli Müslüman birer birey haline (sırasında kendi yönetimlerini bile sorgulayabilecek, Hz. Ömer’in kendini eleştirmesi için dostunu ikaz etmesi gibi) getirdiğinde Kudüs gerçekten özgür olacak.

Ne diyor bir Çin Atasözü? “Bir yıllık planınız varsa pirinç ekin, on yıllık planınız varsa ağaç dikin fakat yüz yıllık planınız varsa insan yetiştirin.”

Kerkük Kudüs’tür, Kudüs İstanbul, Anadolu’dur diyebilmek için fakat bunu bilgi ve samimiyet zeminine oturtabilmemiz için bu yetişmiş insanlara çok ihtiyacımız var.

 

(Not: Fakat şurayı da iyi idrak etmek zorundayız... Neden bütün bakanlıklar içinde sadece Eğitim Bakanlığının ve Savunma Bakanlığının önünde “Milli” ifadesi vardır? Demek ki devşirilmiş zihinleri yetiştiren ve insana ve hayata faydalı olmayan bir eğitim değil, milli bir şuur ve eğitimdir kasıt. Bunu da bilhassa belirtmek isterim.)