Ferahlıkla karşılama anlamına gelir Arapça’da merhaba. O zaman tarihe ev sahipliği yapmış eski bir başkentten, Çorum’dan tüm okuyucularımıza avaz avaz merhaba.
Selam!
Selam barış demektir Arapça, barışık olma halidir selamlama.
Ömrümüzün, gönlümüzün, yazgımızın karşılaşmasının ötesinde barışması için de kültürümüzün derinliklerinden bir selamlama; Merhaba.
Kültürümüzün derinliklerinden demekteki kastım, selamlamanın sadece köklü bir gelenekten geliyor olmasından dolayı değil maalesef. Günümüzde, neredeyse karanlıklarda kalmak üzere, ölmeye yüz tutmuş bir gelenek selamlama.
İslam ve selam aynı kökten yeşeren kelimeler iken yani ki aynı anlama gelirken; gittikçe islamlaştığımızı düşündüğümüz bu dönemde, selamdan uzaklaşmak, üstelik farkına bile varmadan uzaklaşmak bizim bir tercihimiz mi yoksa bir tehdit mi acaba? İnsanın, kişilerden, iletişimden uzaklaşmasından öte; kendinden, özünden uzaklaşması, kendine özüne yabancılaşması değilse nedir, nedendir bu anlamsız çaba?
Kalabalık sokaklarda, kalabalık caddelerde, kalabalık binalarda yaşarken aynı asansörde yükseldiğimiz insanların yüzüne bakmadan telefon ekranlarına baktığımız bu dönemde, kilometrelerce öteden, milyonlarca titreşimle belki de telefonun ekranlarından okuyan okurlarımız varsa onlara da yine yeni yeniden binlerce merhaba.
Konunun beni nereye götüreceğini bilmeden, Nazan Bekiroğlu’nun Yusuf ile Züleyha kitabında, Züleyha’nın Yusuf’a yazdığı mektupta hitabetten öteye geçememesi gibi merhabadan öte söyleyecek söz bulamayacağım bir yazıya başlıyormuş gibi hissediyorum.
Hikayede, nasıl Züleyha “Yusuf”diyor ve içinden binlerce “Yusuf”geçiyorsa, bu yazıyı yazarken benimde içimden binlerce “Merhaba” geçiyor. Demek ki yazma hikayesi bende bir “Yusuf”oluyor.
Yine aynı hikayede, aynalar köşkünde, Yusuf nasıl her yerde Züleyha’yı görüyorsa; ben de yazdıkça yepyeni bir köşede öyle kendimce, belki de Yusuf oluyorum, kelimelerse aynalarım oluyor ve kim olduğuma karar vermeye çalışıp Züleyha’yı arıyorum, Züleyha’yı görüyorum.
Belli ki kim olduğuma karar vermek niyetim. Ne yaptığıma, neler yaptığıma, aslında neler yapmak istediğime sorularımla değil bir selamlama ile ulaşmak derdindeyim. İşte tam da bu yüzden kişinin kendisiyle de barışık olma halidir merhaba . O zaman bir merhaba da bana. Yusuf olan bana, Züleyha olan bana, aynanın her iki tarafında da olan bana, Merhaba.
Yusuf’u arayan, Züleyha’yı bulan, kendi dilimce, kendi halimce, kendi kendime Merhaba.
Bunca selamlamadan sonra siz değerli okuyucularımıza kısaca yazmaya başlama hikayemi yazmak istedim.
Yazmak da, diğer bütün ‘Yaşam’a, yaşamaya dair eylemler gibi aslında bulmak değil midir ne de olsa. O zaman sizlerle birlikte kendimi bulmak için attığım bir adımdır bütün bu yazmalar, yazmadan önce okumalar, hatta yapılan bütün konuşmalar.
Evvel zaman içinde diyerek başlamam gerek sanırım aslında bir masal olmayan masalıma, çünkü üzerinden çok geçmemiş olmasına rağmen hatırlayamadığım zamanlarda, Anadolu’nun bu kendi halinde sefaya sürgün şehrinde (sefaya sürgün diyorum, çünkü bu sürgün şehri sanılan küçük şehirde, bir çok olanaklara kolaylıkla ulaşmanın sefasını yaşıyoruz), uydudan yayın yapan yerel bir kanalının kuruluş aşamasında ziyaretimize gelen Genel Yayın Yönetmeni ile sohbetimiz esnasında başladı her şey. O zamana kadar biriktirmiş olduklarımız, kendimizi bulma çabamız, yaşantımızın her anında defalarca kere karşımıza çıkan ama farkında bile olmadığımız konularla, farkında bile olmadığımız konularda çakıştı. Aslında her gün yaşadığımız ama farkında olmadığımız bir dünyaya kapılar aralayabileceğimiz bir televizyon programı fikri ortaya çıktı.
Hayatın fark etmediğimiz renklerini konuşacağımızı düşündüğümüz için programa “Bugünün Rengi”dedik ve 40’a yakın program çektik ardından televizyon ile olan hikayemizi bitirdik. Daha sonra hayatımızın bir döneminde yüz yüze gönülden selamlaştığımız sonrasında da irtibatta kaldığımız bir hanımefendi biraz da yazar mısınız teklifinde bulununca; eğitimini almamış olmanın korkusu, çok konuşmanın özgüveni ve okumayı sevmenin cesareti ile kendimi bilgisayar başında kelimeleri ard arda dizerken buldum.
Gönülden bir “selam”ın ışığında hayatımız yeniden renklendi böylelikle. Ve yepyeni bir kitleye yine yeni yeniden ve canı gönülden “merhaba”dedik. Şimdi yeniden aynı hanımefendinin yönlendirmesi ile avaz avaz merhaba diyoruz “AVAZTÜRK” okuyucularına.
Bir umuttu yazmak ve bir umuttu selamlaşmak… İşte bu yüzden bir umuttu merhabalaşmak.
Güne güzel başlamak, günü güzel geçirmek, günü güzel bitirmekti, sevmekti ve sevilmekti merhabalaşmak.
Çorumlu bir gencimizin yazdığı bir şiir de çok yoğun hissettim bu umut ya da umutsuzluk halini.
Hikayesini sonradan öğrendim Enes’in hikayesini, paylaşıp paylaşmamamı isteyip istemeyeceğini bilemediğim için yazamıyorum ama şiirini, hissedilmek anlaşılmak adına yazdığını düşünerek burada şiirine atıfta bulunmak istiyorum.
‘Merhaba’yı koyduğu terazi beni derinden etkiledi ve sabır, anne ve asker kelimeleri ile pekiştirdi.
Hayata Merhaba demekten asla vazgeçme Enes, bir gün ömrün boyunca beklediğin o Merhaba gelecek.
Sabır ile yoğrulup nasip diye bekleyişimsin.
Bu dünyaya MERHABA diyemeden elveda değişimsin.
Bir kadının anne olamayışı bir erkeğin asker olamayışı gibisin.
Enes Avcu
Esenlikle Kalın…