Doğruluğu kanıtlandığı takdirde mezopotamya tarinin yeniden incelenmesini sağlayacak olan bu araştırmayı, Kültür Bakanlığına ve Urfa Belediyesine yazılı olarak ilettiğini söyleyen Yıldız’ın tarihte yeni bir heyecan uyandıracağı düşünülüyor.
İşte Yıldız’ın o yazısı…
Son 20 yılın en büyük arkeolojik araştırma konusu olan ve UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine eklenen GÖBEKLİ TEPE’nin esrarı , 54 yıldır süren araştırmalara rağmen henüz kimler tarafından ve ne amaçla yapıldığı çözülememişti. Son yıllarda kazı alanında çıkan buluntuları inceleyen Alman arkeologlar, yapmış oldukları karbon testlerine göre M.Ö 9500 ve daha öncesine ait olduklarını düşündükleri bu muhteşem yapı hakkında herhangi bir fikir birliğine varamamışlardı.
İlk neolitik çağa ait olduğu düşünülen ve Şanlıurfa’nın 15 km kuzeydoğusunda bulunan bu görkemli yapı incelendiğinde henüz yerleşik hayata geçilmemiş bir dönemde ilkel insanların böylesine devasa bir tapınak inşa etmeleri karşısında hayrete düşen arkeologlar yüzlerce sorunun cevabını arıyorlardı.
* Kim di bu insanlar ve o dönemde böylesine devasa bir yapıyı nasıl inşa etmişlerdi ?
* Heykel ve rölyef sanatının henüz gelişmediği bir dönemde, bu devasa taşlar üzerine yaptıkları figürler neyi anlatıyordu ?
* Burası bir tapınak mıydı ? Yoksa insanların çeşitli etkinlik ve şölenlerini gerçekleştirdikleri bir panayır yeri miydi ?
* Neden o bölge seçilmişti ve tonlarca ağırlıktaki taşlardan yapılan bu eser kaç yılda tamamlanmıştı ?
* Göbekli Tepe’nin asırlar öncesinde, taş ve toprak dolgu kullanılarak üzerinin kapatılmasının sebebi neydi ?
Tüm bu soruların cevaplarını anlamak için öncelikle Göbekli Tepenin bulunduğu konumda onlarca arkeologun yıllar boyu sürecek kazı çalışmaları yapmaları gerekiyordu. Bu çalışmaların detaylı bir şekilde başlaması için alanında uzman olan Alman Arkeolog Klaus Schmidt kazı başkanlığına getirilmiş ve göbekli tepeyi kısa sürede şöhrete kavuşturmuştu. Yaptığı kazılarla birçok önemli detayı ortaya çıkarmış, bölgeyi dünya gündemine taşımış, fakat şüpheli bir kalp krizi sonucu 2014 yılında vefat etmişti.
Klaus SCHMİDT’in vefatının ardından kazı başkanlığına getirilen Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm ERCAN tarafından devam eden kazı çalışmaları sonucu herhangi bir gelişme sağlanamamış ve Göbekli Tepe bir sır olarak kalmaya devam etmişti. Hem Alman, hem de Türk arkeologlar tarafından çeşitli kitaplar, makaleler ve belgesellerle tüm dünyanın gündemine oturan bu olağanüstü mimaride ne yazık ki olaya netlik kazandırabilecek hiçbir bilgiye ulaşılamamıştı. Peki alanında birçok başarıya imza atmış olan, bu kadar yerli ve yabancı arkeologun bile çözemediği Göbekli Tepe kimler tarafından ve hangi amaçla inşa edilmişti ?
Tüm bu sırlarla dolu mimari yapı hakkında başlatılmış olan kazı çalışmalarını incelediğimizde ortaya çıkan mimari unsurlar ve figürlerden yola çıkarak heykel sanatına olan aşinalığın verdiği cüretle önce bölgede yaşayan kavimleri ve daha sonra Göbekli Tepe’ye inşa edilen dev sütunlardaki figürleri incelemeye başlamıştım. Mezopotamya tarihinin neredeyse tüm olaylarının binlerce yıl öncesinden kayıt altına alındığı ve günümüze kadar geldiği bir medeniyette, böylesine devasa bir yapıya ait hiçbir kayıtın olmaması düşünülemezdi. Bunun için de öncelikle Göbekli Tepenin de içinde bulunduğu Mezopotamya uygarlıklarının tüm yazılı metinlerinin araştırılması gerekiyordu. Özellikle Hititler, Asurlar, Babiller, Akad’lar ve özellikle bölgede 35 şehir devleti kurmuş, sert ve güçlü madenleri işlemiş, taş ve tuğla kullanarak çok katlı yapılar inşa etmiş olan Sümerler’in incelenmesi bu araştırma hakkında mutlaka ip uçları vermeliydi. Tüm bunların yanı sıra kutsal kitaplarda geçen öykülerin de, detaylı bir şekilde incelenmesi gerekiyordu. Çalışmalarıma başladığımda bölgede yaşanan olaylara ait birçok farklı medeniyetin yazıtlarında aynı öykülerin yazılmış olduğunu keşfettim. Tüm bu yazılı belgeler arasında en çok dikkatimi çeken olay Nuh Tufanı olmuştu. Çünkü kutsal kitaplarda anlatılan Tufan olayı ile Gılgamış destanı, sankrist yazıtları, Sümer, Akad ve Çin yazıtlarında geçen Tufan olayı neredeyse birbiriyle aynıydı. Genel anlamda anlatılan öyküye göre Hz. Nuh as, asırlar süren hayatı boyunca insanları iyiliğe, doğruluğa ve yaratıcının buyruğu altına girmeye davet etmiş, fakat kendisine inananların sayısı çok az olmuştu. Burjuva sınıfı olarak bilinen üst tabakanın insanları ise kendisiyle dalga geçmiş, hatta daha ileriye giderek ona zulmetmeye başlamışlardı. Nuh as. ise çareyi yaratıcıya sığınmakta bulmuş ve Allah’ın bu kavim hakkında hüküm vermesini niyaz etmişti. Rabbi ise onun bu niyazına karşılık vermiş ve kavmine büyük bir sel tufanının geleceğini haber vererek bu tufandan kurtulması için bir gemi yapmasını tembihlemişti. Allah tarafından kendisine verilen talimata göre Hz. Nuh büyük bir gemi yapacak ve kendisine inananlar ile birlikte, bölgede bulunan her tür hayvandan birer çifti gemiye bindirecekti. Gemiye binenler dışında ise bölgede ne kadar canlı türü varsa hepsi sel sularının içinde kalarak yok edilecekti. Tarihte birçok medeniyeti, işlemiş olduğu sapkınlıklarından dolayı helak eden Allah, Hz. Nuh’a vermiş olduğu vaadini de yerine getirmiş ve kendisine inanmayarak gemiye binmek istemeyen büyük bir medeniyeti yok etmişti. Böylelikle tufan felaketinden kurtulan Hz. Nuh ve beraberindekiler hakkında, tufandan sonraki yaşamları hakkında değişik rivayetler olsa da, birçok Mezopotamya kaynaklarında ve kutsal kitaplardaki delillere baktığımızda, tufan olayının ne derece doğru olduğu açıkça gün yüzüne çıkmaktaydı.
Bu kısa bilgilerden sonra tekrar Göbekli Tepeye dönüyor ve detaylı incelememize devam ediyoruz. Göbekli tepeyi hangi medeniyetin inşa ettiği konusuna geçmeden önce mimari yapısının en ince ayrıntılarına kadar doğru bir şekilde analiz edilmesi gerekiyordu. Çünkü ana merkezi oluşturan devasa sütunlu yapının çevresinde, 20’ye yakın odanın, birbirini takip eden duvar kalıntılarının muazzam bir taş ustalığının yanı sıra, müthiş derecede bir geometri ve mühendislik bilgisi gerektirdiğini görmekteydik. Odaların yuvarlak çember formları, duvarları birleştiren açılar ve sütunların dik durmasını sağlayan kaideler, üstün bir matematik uzmanlığı gerektiriyordu. Konuyu sadece bu yönden ele aldığımız zaman aklımıza ilk gelen medeniyetin Sümerler olduğu gerçeği ortaya çıkmaktaydı. Çünkü matematiğin temelini oluşturan dört işlem becerileri, daire ve alan hesaplamaları, ayları günleri ve saat hesaplamaları konusunda en maharetli kavim hiç şüphesiz Sümerlerdi. Ayrıca Sümerlerin yaşadığı tarih aralığı ile Nuh Tufanı’nın gerçekleştiği tarih aralığı birbiriyle uyum sağlıyordu. Mezopotamya’nın önemli şehirlerinden olan Şuruppak, Kiş ve Uruk kentlerinde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda büyük bir sel felaketinin izlerini barındıran dev çamur katmanları ve bu katmanların arasında o dönemde kullanılan çeşitli kap kacak eşyaları bulunmuştu. Yapılan karbon testleri ise yine aynı tarih aralığını işaret ediyordu. Nuh tufanı ile alakalı olarak dünyanın birçok bölgesinde toprak katmanı araştırmaları yapılmış, fakat Mezopotamya bölgesi hariç, hiçbir yerde Tufan’ın izlerine rastlanamamıştı. Bu durum tufan’ın evrensel değil, bölgesel olduğunun önemli bir delilini oluşturuyordu. Halen daha tartışmalı olan bu konuda hakkında Tevrat, tufanın evrensel olduğunu yazarken, Kuran’da bu olayın sadece Nuh kavmine yönelik olduğu, dolayısıyla bölgesel olduğu kanısı daha ağır basıyordu. Ayrıca yine Şanlıurfa, Batman, Viranşehir, Kızıltepe ve Nusaybin dolaylarında yoğun çamur tabakalarına rastlanmıştı. O halde Göbekli Tepe’nin de Nuh Tufanı ile bağlantısı olduğu düşünülebilirdi. Çünkü Göbekli Tepe tam da Mezopotamya denen bölgede, Fırat ile Dicle nehirlerinin ortasında kalıyordu. Devasa bir kent inşa eden bu medeniyetin ise Sümerlerden başkası olması düşünülemezdi.
Tüm bu ipuçlarından yola çıkarak yapının sütunlarındaki figürler incelendiğinde onlarca farklı hayvan figürlerinin Nuh as. tarafından gemiye alınan hayvanlar olduğu sonucu ortaya çıkıyordu. Çeşitli hayvan ve böcek türlerinin resmedildiği sütunlarda öküz, domuz, timsah, leylek, koyun, leopar, tilki, kurt, turna, aslan, kuş, örümcek, yılan ve akrep gibi birçok hayvan kabartmaları bulunmaktaydı. Özellikle akrep ve yılan figürlerine baktığımızda bu iki hayvan, diğer hayvanların içerisinde en önemli delili oluşturuyordu. Çünkü rivayete göre Nuh peygamber gemideki diğer hayvanlara zarar verebileceği düşüncesiyle yılan ve akrep’i gemiye almak istememişti. Fakat yılan ve akrep, ısrarla gemiye binmek isteyince, Nuh as diğer hayvanlara zarar vermeyecekleri konusunda onlardan söz istemişti. Bunun üzerine ‘’Senin ismini zikredenlere zarar vermeyiz’’ diye söz verdikleri için gemiye alınmışlardı. Bu rivayeti doğrulayan sahih hadislerden birisi ise şöyleydi ,
Hz. Muhammed sav, Eğer bir yılan ile karşılaşırsanız ‘’ Nuh ve Süleyman Aleyhisselama verdiğin ahid gereği bana dokunma’’ denilmesini tavsiye buyurmuşlardı.
Tüm bu delilleri ele aldığımızda Göbekli Tepe’de bulunan sütunlardan birinin üzerinde o kadar hayvan içerisinde, yılan ve akrep’in yan yana resmedilmesi asla tesadüf olarak görülmemeliydi. Ayrıca dönemim yazıtlarında Gılgamış Destanı anlatılırken olağanüstü güçlere sahip olan bir varlık olan ANKİ tarafından ZİUSUDRA adlı bilgeye bir tufan meydana geleceği haber verilmiş ve yazıtlardaki eski yer isimleri incelendiğinde şimdiki Kuzey Irak ve aşağı Mezopotamya civarlarını işaret ettiği anlaşılıyordu. Burada bahsi geçen olağanüstü gücleri olan ANKİ isimli varlığın Cebrail olduğu, bilge kişi olan ZEUSUDRA’nın ise Hz. Nuh as olduğu açıkça meydana çıkmaktaydı. Peygamberler her devirde kutsal kişiler olduğundan dolayı onların yüz kısımlarının resmedilmesi dini kurallar gereği hiçbir zaman caiz olmamıştı. Bu yüzden Göbekli Tepenin ana merkezindeki odada dikili vaziyette duran, en büyük sütundaki, baş kısmı resmedilmeden yapılmış olan insan figürünün Nuh Peygamber olduğu kanaatine varılması gerekiyordu. Diğer sütünlar üzerine işlenen sürü halindeki hayvan rölyefleri ise gemiye doğru gidişi ve ya gemiden sürü halinde çıkışı simgelemekteydi ve bu hayvanlar sadece Mezopotamya da yaşayan hayvan türleriydi. Ayrıca aslanlı bölümdeki bir taşın üzerine işlenen çıplak bir kadın figürü en çok dikkatimi çeken figürlerden biriydi. Bir heykeltıraş olarak vardığım izlenime göre bu kadın figürü kesinlikle diğer resimlerin yapıldığı dönemden beklide yüzyıllar sonra yapılmış olmalıydı. Çünkü diğer resimlerle olan sanat işçiliği ile, bu çıplak kadının yapımında kullanılan teknik birbirleriyle örtüşmüyordu. Acele bir şekilde ve kazıma suretiyle yapılmış olan bu kadın figürü, kendisine duyulan bir nefretin sonucu olarak, aşağılayıcı bir surette taşa işlenmişti. Bu mimari yapının içerisindeki tek kadın figürü olan bu resmin, bir tapınak içerisinde olması sadece bir tek anlam ifade edebilirdi. Bu da, o kadına tapınakta lanet okuyarak beddua edilmesi amacıyla yapılmış olma ihtimalini doğuruyordu. Resim sonradan yapıldığına göre, yapılış tarihinin, Sümerlerin son dönemlerine ait olması gerekiyordu. Tahminlerime göre resmin hikayesinde Sümerlerin yıkılmasına sebep olan SARGON isimli hainin annesi tasvir edilmekteydi. Çünkü dönemin yazıtlarındaki rivayetlere göre, Sümerlerin kendi halkından olan bir rahibenin gayri meşru çocuğu olan SARGON isimli şahıs, devletine baş kaldırarak çeşitli eyaletleri bir çatı altında topluyor ve AKAD krallığını kurarak, Sümerlerin Mezopotamya’dan silinmesini sağlıyordu. Bu da demek oluyordu ki, Sargon’un saldırılarına başladığı dönemlerde, onu gayri meşru olarak doğuran annesine lanet okunması amacıyla bu resim tapınak içerisine nakşedilmişti. Zaten resme baktığımızda emek verilmeden, değersiz bir işçilikle yapılmış olması ve doğum yapıyormuş gibi tasvir edilmesi, Sümerlerin ona olan nefret psikolojisini açıkça ortaya koyuyordu.
Ayrıca Sümerler, tarihi belgelerinin konup saklanmasına çok önem verdikleri için, Akad’ lar ile olan savaşlarının hemen öncesinde, bu tapınağa zarar gelmemesi için, Göbekli Tepe’nin üzerini tamamen kapatarak günümüze ulaştırmışlardı.
Peki bu mimari yapı gerçekten bir tapınak mıydı? Yoksa insanların çeşitli toplantılar veya alışveriş yaptıkları bir mekan mıydı ?
Elbette ki bu kadar figürün, tamamen dinsel bir olayın öyküsünü tasvir etmek amacıyla yapıldığını düşündüğümüzde, buranın bir tapınak olma ihtimali daha ağır basmaktaydı. Günlük olarak kullanılan bir yer olmaktan ziyade, belli aralıklarla ve özel günlerde kullanılan bir yapı olduğu ve inandıkları Tanrıya kurbanlar sundukları bir alan olduğu aşikârdı. Çünkü içerisinde yapılan kazı çalışmalarında ceylan, domuz ve koyun kemiklerine ait parçalar bulunmuştu ve bu parçalar orada kesilen hayvanların en etli kısımlarına aitti. Ayrıca büyük ana oda etrafındaki diğer küçük odalar şeklindeki tapınaklarda bile hiyerarşik statü sınıflarının olduğunu gösteriyordu. Zaten Mezopotamya uygarlıklarının devlet yapılanmalarının tamamında, sıradan halkların olduğu sınıf, ticaret ve yönetici sınıfları olarak ayrı ayrı hiyerarşik yapılar bulunmaktaydı. Bu durum elbette ki tapınak kültürüne de yansımış ve ibadet odaları ayrılmış olabilirdi.
Peki Tufan’ın gerçekleşme tarihini düşündüğümüzde, arkeologların Göbekli Tepe için çıkarımda bulundukları tarih arasındaki 4-5 bin yıllık zaman farkı nasıl olabilirdi?
Bilindiği üzere arkeolojik buluntularda tarihlendirme işlemleri karbon testleri sonucuna göre yapılmaktaydı. Dünyada yapılan binlerce karbon testinin ise birçoğunun hatalı sonuçlar verdiği bilimsel verilerle defalarca kanıtlanmıştı. Dolayısıyla Göbekli tepe için yapılan karbon testinin de hatalı sonuç verdiği kaçılmaz bir gerçekti. Bunun diğer bir delili ise, Göbekli Tepe gibi bir mimarinin yapılabilmesi için yüzlerce taş ustası, kazıcılar ve sanatkarlardan oluşan bir ekibe ihtiyaç olmasıydı. Ayrıca uzun yıllar süren bir çalışma gerektirmekteydi ve bu kadar kalabalık bir toplumun ise yıllar boyunca yiyecek içecek ihtiyaçlarının karşılanması için yerleşik tarım toplumuna geçiş yapmış olması gerekmekteydi. Oysa ki Göbekli Tepe’nin yapılmış olduğunun düşünüldüğü tarih olan M.Ö 9500’lü yıllarda dünyanın hiçbir yerinde yerleşik hayata geçmiş olan bir toplumun izlerine rastlanmamıştı. Ayrıca çevreden bu devasa taşların tek parça halinde getirilebilmesi için özellikle at ve öküz gibi hayvanların evcilleştirilmiş olması da gerekiyordu. Fakat o tarihlerde henüz hayvan evcilleştirme olmadığı gibi, tekerlek bile henüz icat edilmemişti. Günümüzde son teknoloji ürünü cihazlarla yapılan karbon testlerinin bile hata payının yüzde 60’lara kadar varabileceğini kanıtlayan bilim adamları da vardı. Dolayısıyla karbon testleriyle yapılacak olan çalışmalarla değil, arkeolojik buluntular ve bölgenin jeolojik yapısıyla elde edilecek çıkarımlara odaklanılması gerekmekteydi.
Bu amaçla bölgenin jeolojik yapısına baktığımız zaman büyük bir sel felaketinin tepenin etrafını yalayarak çeşitli girintiler oluşturduğu ve katmanlarını ortaya çıkardığı bile görülebilmekteydi.
Hz. Nuh’un, Tufandan önce ‘’ Allahım, bizi bereketli topraklara indir’’ diye dua etmesi ve Kuran ayetlerine göre, Allah’ın gemiyi CUDİ dağına indirmesi tamamen birbirleriyle bağdaşır durumdaydı. Arapça terim olarak CUDİ kelimesi, bereketli topraklar anlamına gelmekteydi. Göbekli Tepenin bulunduğu bölge ise o coğrafyanın en bereketli arazileri arasındaydı. Bundan dolayı Göbekli Tepeyi inşa eden insanlar kısa sürede yerleşik tarım toplumu düzenine geçmeyi başarabilmişlerdi. Ortada bu kadar delil varken, geminin o bölgeye çok yakın bir yere veya Göbekli Tepeye inmiş olma ihtimali çok yüksekti. Göbekli Tepe konum itibariyle yaklaşık 740 metre rakımı olan hakim bir tepedeydi ve en zirvesindeki mimari yapıların olduğu bölümün önemli bir kısmı yapay olarak inşa edilmişti. Tufan’dan sonra fazla bir ömür yaşamamış olan Nuh as ( yaklaşık 50 yıl ) hakkında tüm kutsal kitaplar ve tarihi yazıtların bol miktarda kaynak teşkil etmesi bile, kuran ayetleri ile sabit olan hadiselerden biriydi. Yaratana olan bağlılığı ve bolca şükretmesinin karşılığı olarak Allah cc, Saffat süresinde ‘’ Sonra gelen alemlerde Nuh’a selam olsun diye ona iyi bir ün bıraktık. Doğrusu o bizim inanmış kullarımızdandı’’ diyerek kıyamete kadar onun adının yaşatılacağını insanlığa bildirmek istiyordu. Ayrıca Tevrat ile Kuran’ın ortak noktalarından biri de Nuh’un gemisinin ahir zamanda bulunacağı ve insanlara ibret olacağı gerçeğiydi. Geminin, Tevrat’da Hz. Mehdi ortaya çıktığı vakitlerde, ARARAT dağında bulunacağından bahsederken, Kuran-ı Kerim’de nerede bulunacağına dair her hangi bir bilgi yer almıyordu. Fakat Kamer süresinde bu konu hakkındaki bir ayette ‘’ And olsun ki, biz o gemiyi bir ibret olarak bıraktık. Öğüt alan yok mudur’’ şeklinde bir haber iletilmekteydi.
Buna göre Nuh’un gemisinin yakın zamanda bulunması kuvvetle muhtemel bir olaydır. Aklımı kurcalayan temel soruların başında ise peygamberlerin bulunduğu bir toplumda ki tapınak alanları bu şekilde karmaşık düzen içerisinde ve putlara tapan insanların diktiği heykeller gibi taşlar dikilerek yapılır mıydı ?
Elbette ki hiçbir peygamber buna müsaade etmezdi. Bu durum gösteriyor ki bu tapınak Hz. Nuh’un vefatından sonra yapılmıştı. Zaten Nuh peygamberin, Tufan’ın gerçekleştiği dönemde son yıllarını yaşadığı, hatta birçok rivayete göre 900 yaşında olduğu bilinmekteydi. Gemiye binenlerin sayısı ise Tevrat’taki bilgilere göre 80 kişiydi ve bu kadar az kişiyle böyle bir yapının inşası mümkün değildi. Bu durum gösteriyor ki, onun ölümünden sonra üreyen yeni nesil tekrar sapkınlığa uğramış ve dini gerçekleri terk ederek yeniden çok tanrılı bir hayata geçmişlerdi. Bunun delillerinden bir diğeri ise kazılarda bulunan ve çapları 160 litreye varan içki kapları idi. Arkeologlar bu kaplarda yaptıkları tahlillerde, kapların içinde bira türü bir içkinin olduğunu tespit etmişlerdi.
Sonuç olarak onlarca delil gösteriyor ki,
Nuh as, Sümerlere gönderilmiş bir peygamberdir ve Tufan olayı ile muhatap olan medeniyettir.
Göbekli tepe, Nuh’un ölümünden sonra tekrar dini gerçeklerden sapan bir toplumun tapınak alanıdır.
Her ne kadar peygamberlerinin ölümünden sonra dinden uzaklaşsalar da, tarihi bilgilere verdikleri önem neticesinde yaşanan tufan olayını resmederek gelecek kuşaklara aktarmışlardır.
Tufan olayının tarih aralığı M.Ö 4000 – 3500 aralığıdır.
Olay evrensel değil, bölgesel bir olaydır ve bu bölge Mezopotamya’dır. Zaten tufan olayını anlatan tüm yazılı belgelerin kaynağı Mezopotamya merkezlidir. Eğer evrensel bir boyutta olsaydı, dünyanın farklı kıtalarında da bu olayı anlatan yazılı belgelere rastlanabilirdi.
Bölge insanı yerleşik hayata geçmiş, şehirler kurmuş ve toprağı işleyerek tarım toplumuna dönüşmüştü.
Ateistlerin inandığı gibi, kutsal kitaplar mitolojik efsanerden getirilen uydurma rivayetler değil, tam tersi olarak mitolojinin ve tüm eski yazıtların doğruluğunu desteklediği kitaplardır.
Yazımın ileriki haftalarında asıl sorulması gereken bir takım soruların cevapları olacaktır. Bu sorulardan bazıları şunlardır…
Ararat dağı olarak bilinen yer, günümüzdeki Ağrı dağıdır. Geçtiğimiz yıllarda geminin Ağrı dağında kalıntılarına rastlandığı haberi heyecan yaratmış, fakat kısa zaman sonra bu haberin yanlış olduğu ortaya çıkmıştı. Bu iddianın ortaya atılarak Nuh Tufanı’nın asıl yerinin tespit edilmesindeki hedef saptırılmasının sebebi neydi ve bu senaryo niçin tasarlanmıştı ?
Göbekli Tepe hakkında ilk detaylı kazı çalışmaları yapan Alman arkeolog Klaus SCHMİDT kazı sırasında hangi sırları saklıyordu ve ani ölüm sebebi neydi ?
Klaus SCHMİDT’in ölümünden sonra kazı ekibinin başına, hangi nedenden dolayı Şanlıurfa Müze Müdürü Müslüm ERCAN getirilmişti.
Klaus SCHMİDT’in çalışma arkadaşı ve aynı zamanda eşi olan Çiğdem KÖKSAL’ın tepki gösterdiği olay neydi ?
Göbekli Tepe kazılarında gerçektende söylendiği gibi herhangi bir yazılı metin çıkmamış mıydı?
Nuh’un gemisinin ve mezarının bulunduğu kısım tam olarak neresidir?
Göbekli Tepe sadece özel günlerde tapınak olarak kullanıldığı düşünüldüğünde, o dönemde yaşayan binlerce insanın asıl yerleşim bölgesi ve mezarları tam olarak nerededir?
T şeklindeki sütunlarda kuşların üzerinde duran sepet resimleri neyi sembolize etmektedir. Ayrıca sepetin altında resmedilen bir kuş türünün elinde tuttuğu yuvarlak kabartmanın anlamı nedir?
Kazı esnasında bulunan çıplak adam heykelinde ki sır nedir?
Tüm bu soruların dışında önemli bir gizli bilgiyi ve bu soruların cevaplarını yakında siz değerli okurlarımızla paylaşacak olmanın heyecanıyla, sıkılmadan sonuna kadar okuyan herkese teşekkürlerimi iletiyorum. Bu hafta ki yazıma son verirken Muhyiddin Mehmet Efendinin ‘’ MİRAT-I KAİNAT’’ adlı eserinden bir cümle ile sözlerimi tamamlamak istiyorum.
‘’ Gemi karaya oturunca Medinet-üs Sema’nın şehrini kurdular’’ Selametle