Hayatımın her döneminde niyet okumacılığını reddettim. Niyet okunarak anlaşılabilecek ifadeler kullanmaktan da kaçındım. Dobra dobur olmaya çalıştım hep. Diyeceklerimi ‘ele dümdük’ dedim. Dediğim her şeyin de arkasında durdum. Bedel hesabı yapmadım mahşer hesabı dururken. O yüzden, ülke ve Türk-İslam coğrafyasının kanla yıkandığı bir dönemde, bu oyunu bozacak cesareti gösteren bir lideri yalnızlaştırma projesinin bir parçası olarak; “Reisçilik” diye bir kavramı kendileri üretip ardından da “Reisten Çok Reisçi” kombinasyonu kuranların niyetleri umrumda bile değil.
Durduğum yerin tanımını başkaları yapma küstahlığına girişebilir, ama ben durduğum yerin Haktan yana olduğuna inandığım müddetçe, bu yerde dim dik durmak için ödenecek her bedele de hazırım.
Benim geldiğim gelenek ve inandığım değerler, “ortada bir milletin ve koca bir ümmetin kaderi var” diyorsa, gerisi teferruattır. Ha ümmet derken de öyle birilerinin Arap ve Kürt parantezine hapsettiği Ümmet değil kastım. Ya da Türklük bilincini asimile etmeyi amaçlayan İrani bir aklın ürünü ümmetçilik de değil.
Dil, ırk, gelenek, kültür fark etmeksizin, İslam Coğrafyasını aynı kederde aynı sevinçte ve aynı zafer aşkında birleştiren, Allah’ın dinini tamamlama sürecinde kenetlenen ortak şuur benim anladığım Ümmet.
Ve ben bugün o halkanın Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan etrafında oluştuğuna, o şuurun sayın Erdoğan’da vücut bulduğuna inanıyorum. Varsın birileri bu halkaya dahil olanları, bu şuurla onun etrafında kenetlenenleri “Reisçi” gibi sığ ifadeler parantezinde okumaya devam etsin.
Sayın Erdoğan nezdinde bu milletin bu ülkenin ve koca bir ümmetin ortak hayaline yelken açanları, ona gelecek zararlara karşı kendini siper edenleri varsın “Reisten çok Reisçi” diye etiketlesin.
Dünya 5’ten büyüktür diye kendini dünyadan büyük görüp kibirlenen eli kanlı 5’e meydan okuyan bu ADAM etrafında kenetlenenleri ne tür bir kavramın parantezine çekmeye çalışırlarsa çalışsınlar; bütün bir İslam dünyasından yükselen duaları hapsedecek bir parantez bulamayacaklar. Arşa yükselen yakarışları sindiremeyecekler.
Ölenin de öldürenin de tekbirler getiren Müslümanlardan oluştuğu en karanlık oyunu bozma iradesi ortaya koyan bu ADAM, mazlumların duası, yoksulların umudu, ezilenlerin kurtuluşu…
Ülkenin, bölgenin ve ümmetin kaderi, bu ADAM’ın kaderiyle birleşmişken, bu kadere inananları hiçbir kavram cambazlığıyla ayrıştıramayacaklar.
Niyetim birileriyle polemiğe girmek falan değil. Ama ülkenin içerden ve dışardan kuşatılmak istendiği bir dönemde, İslam coğrafyasının küresel sistemin en acımasız oyununun platosuna dönüştüğü bir ortamda, bu kuşatmayı yaracak, bu oyunu bozacak ADAM’ı yalnızlaştırma pervasızlığına en fazla karşı çıkmamız gereken bir süreçten geçiyoruz.
Kalbi Ankara ile bir atan Musul, Türkiye’nin dışa itildiği bir denklemle 3’e bölünmek isteniyor.
Ortadoğu enerji geçiş koridorunun, terör çetelerinin kontrolüne teslim edilmiş uydu yönetimler üzerinden kontrolü amaçlanıyor.
100 yıl sonra Ortadoğu için yeni bir harita hazırlanırken, Türkiye de bu böl-parçala-yönet haritasının bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor.
Balkanlar’daki Müslüman Türk varlığı sinsi bir plan dahilinde asimile ediliyor. Kafkaslar ile Türkiye arasındaki tüm bağlar koparılmak tüm gönül köprüleri yıkılmak isteniyor.
Böylesine çok yönlü saldırıların yaşandığı bir dönemde bütün bunlara lafını esirgemeden, diplomatik teamül diye öğretilen teslimiyetçi diplomasiyi reddederek karşı çıkan, dünyaya meydan okuyan ADAM’ı yalnızlaştırmak istiyorlar. Bunu da kimi suret-i haktan görünen kimi de genetiği ihanetle kodlanmış yazar-çizer tayfası üzerinden gerçekleştirmeyi deniyorlar.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin bile gördüğü bu sinsi oyunu, Reis’in kimi yol arkadaşlarının görmemesi elbette yürek acıtıyor.
Sayın Bahçeli’nin, son dönem sayın Erdoğan eksenli çizgiye evrilmesinden, Türk milliyetçilerini yukarıda ifade ettiğim kenetlenme ve ruh iklimine yönlendirmesinden rahatsızlık duyanlar, bu yönlendirmenin tetiklediği kenetlenme karşısında homurdananlar var ve olacak da. Ancak bütün bunlara aldırış etmeden, bu ruhu zinde tutmalı, bu kenetlenmeyi daha sıkılaştırmalıyız.
Hiç şüphesiz bunu sağladığımızda hem içerden ve dışardan gelen kuşatma hamlelerine hem İslam coğrafyasını kan gölüne çeviren karanlık oyuna karşı zafer bizim olacaktır.
Ve inşallah, bu zaferin ilk müjdecisi de kim bilir belki Musul ve Kerkük’te kılınacak namaz olacaktır.
Şimdiden gazamız mübarek ola…