Senelerdir, İslamcılık ve Ümmetçilik kamuflajıyla Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İngiliz, Amerikan ve İsrail menşeli terör örgütlerinin yerel taşeronluğunu yaptılar. Ülkede palazlanan her muhafazakar siyasi akıma bu akımlar üzerinden de devlete sızdılar.
İnsani Yardım örgütlerinden sivil düşünce kuruluşlarına ve hatta devletin politikalarının belirlenmesinde etkin olan strateji kuruluşlarına kadar her alanda yuvalandılar.
Ortadoğu’daki büyük oyun, yanı başımızdaki Suriye’ye taşınıp, Türkiye’de de en derinden hissedince, bu sözde İslamcı/Ümmetçi tayfanın makyajı hiç olmadığı kadar döküldü.
Bilhassa son bir yılda, gerçek yüzleri ortaya çıktıkça hızlı bir itibar erozyonuna uğradılar.
Ve şimdi kaybettikleri o itibarı yeniden elde etmek için yeni bir oyun içindeler.
Kendilerince bir “Reisçilik” tanımı yapıp, yüzlerindeki maskenin indirilmesinde önemli katkısı olduğuna inandıklarını da yaptıkları bu tanımın içine yerleştiriyorlar. Sonra da “faşist” yaftası vurup tetikçilerinin önüne atıyorlar.
Oysa bu tanımlarının bir hükmü olsa; bu ülkenin yüzde 40’tan fazlasını faşist sınıfına sokmak gerekecek.
Bunun farkında değiller mi sanki… Bal gibi farkındalar. Ama kaybolan meşruiyetlerini şimdi de Erdoğan üzerinden devşirme telaşındalar. Hem de ellerine geçirdikleri her fırsatta Erdoğan’ın şahsına ve ailesine dil uzatacak kadar edepsizleştiklerini unuturcasına yapıyorlar bunu.
Evvela şunun altını çizelim: Bu ülkede kendini “Reisçi” diye tanımlayan yok; ben kendini böyle bir kategoriye yerleştiren yazar çizer takımına rastlamadım.
Bir dönem Davutoğlu’na, bugün haklılığı ortaya çıkan eleştirilerde bulunanları kategorize etmek için üretilmiş bir tamımdı Reisçilik. Hem de bunu “Hocacılık” adı altında yapıyorlardı. Nihayetinde, Erdoğan’ı yalnızlaştırma projesinin bir parçası olan bu kavram, 4 Mayıs miladı ile birlikte kullanışlılığını yitirdi.
Şimdi yeniden tedavülde anlaşılan.
Bu defaki kullanıcıları ise; Türkiye ile İsrail arasındaki yeni durumu, Erdoğan’ı itibarsızlaştırma aracına dönüştüren sözde İslamcı/Ümmetçi tayfa, ümmetin ve İslam coğrafyasının zulmünden itibar ve ekonomik rant devşiren gruplar ve kimi yazar-çizerler…
İnsanda biraz utanma olur. Edep olur haya olur.
Üstelik de bu edepsizler, fikirlerine sahip çıkanları faşist tanımına oturttukları Cemil Meriç’in, “Olimpos Dağı’nın çocukları Hira Dağı’nın evlatlarını asla kabullenmeyecektir” sözüyle senelerce meşruiyet zeminine oturttular kendilerini.
İslam’ı Şia penceresinden okudu/okuttular, Ümmetçiliğiyse Selefilik parantezine hapsettiler…
“Kesin olarak iman etmişimdir ki Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse, İslâm dünyası da güçlüdür” diyen Seyid Ahmed Arvasi’nin “İtikat ve ibadete bid'at katan, İslâmiyet'i kendi dar idraklerine göre tamamlamaya kalkan beyinsizler, kendilerine ne ad verirlerse versinler, asla İslâm'a hizmet etmemektedirler” tespitinde olduğu gibi kendilerini “İslamcı” diye adlandırsalar da İslam’a karşı ne kadar gizli saklı oluşum varsa hepsiyle hem-hal oldular.
Türk’ün tarihine, kültürüne, bayrağına, devletine ve milletine yabancılaşmış nesiller ve kadrolar teşekkül ettirilirken bunların sözde entelektüel birikimleri(!) devreye sokuldu.
Bizi biz yapan milli ve mukaddes değerlerimize üstelik İslamcılık ve Ümmetçilik maskesiyle alenen tecavüz eden de bunlardı.
Devletin ve milletin bütünlüğüne yönelen eylemleri büyük bir pervasızlıkla Ümmetçilik diye okutmaya çalıştılar; en temel söylemleri ve yaftalamaları da “faşistlik” oldu.
And olsun ki; bedeli ne olursa olsun, kendini mahallenin küçük tanrıcığı zannedenlerden müteşekkil bu mikroplu yapıyla mücadelede nereden nasıl saldırırlarsa saldırsınlar bir milim geri adım atmayacağız.
Neye malolursa olsun bu mücadelede, bu bünyeye yerleşmiş iltihaplarla savaşta dozu daha da arttıracağız.
Çünkü bunlar ne İslamcılar ne Ümmetçi; bildiğin Ortadoğu'yu kendine göre şekillendirmek isteyen İngilizci ABD'ciler...