Noel kutlamaları ve “Şahsiyet”

NUR SÜMEYRA

Katılır mısınız bilmem, sürekli terennüm ettiğim bir sözüm vardır benim. “İnsan her gün yeniden inşa etmeli kendini. Ve kendi matrixini zorlamalı.”

Bu matrix (ya da kabuk diyelim) zira çoğunlukla kendi ezberlerimizden oluşuyor. Bu matrixte değişim döneklik, gelişim özüne yabancılaşma olarak kabul ediliyor. Öze yabancılaşma pek sevimli durmuyor, farkındayım. Ve fakat bu öz hangi öz, ilkin onu tartışmamız gerekiyor. Bizim sonradan üstüne kabuk üstüne kabuk geçirdiğimiz, temelde zaten bize yabancı olan ezberlerin öz olma ihtimali yok mu? Öz diye bize kabul ettirilenlerin, gerçekten öz olduğunu incelemedik ki. Sadece ezberledik. Peki bu muhafazakarlar (özünü ya da değerlerini muhafaza edenler) için böyle de kendini son derece özgürlükçü, yenilikçi, gelişimci(!), Batıcı, seküler ya da solcu olarak tanımlayanlar için geçerli değil mi? Hem de ne çok. Hatta bazıları kendi kabukları konusunda son derece kesin inançlı, son derece katı, son derece tutucu, yobaz. Muhafazakar kesimi bile geçerler bazı konulara sadıklıkta.

Noel tartışmalarına öteden beri “şahsiyet” noktasından bakarım ben. Muhafazakarların bu konuya sadece dini argümanlarla yaklaşmasına da mesafeli dururum. Çünkü bu noktada karşı tarafın kapı gibi, “sana ne?” deme hakkı olduğu gibi, “velev ki haram o da benim sorunum” deme hakkı da vardır. Ayrıca “madem o haram, şunlar şunlar haram değil mi? Onlara niye dikkat etmiyorsunuz” diye bazı tespitlerle karşınıza çıkma ihtimalleri de vardır. Ki çıkıyorlar da. Bu kıyaslamayı çok ilkel hatta mantığın en alt seviyesinden elde edilen çıkarımlarla oluşturulan saçma tümevarımlar olarak nitelendirsem de, meseleye dini yaklaşmanın getireceği sonucun bu olmasının kaçınılmaz olduğunu da bilirim. Adam zaten senin din olarak ortaya koyduğun her değere tüyleri diken diken yaklaşıyor, buna da bunlarla karşılık vermesi ve “inadına”(!) hareket etmesi çok normal. Halbuki buna verilecek cevap çok basit, “dinde haram dediniz, ama şunlara şunlara haram demiyor, ya da haram deseniz bile sakınmaktan kaçınmıyorsunuz öyleyse ben daha büyük haramlar işleyebilirim” mantığında olan bir insana “senin Allah’ın yok mu?” denilebilir. Yok mu diyor? O zaman senin vicdanın yok mu? Böyle bir yaklaşım olabilir mi ya? “Sen şunları şunları haram dedin ama onlara gerekli tepkiyi vermedin, öyleyse bana da yeni haramlar işlemek konusunda hak doğdu.” Tuhaf. İşte bu kıyas dini argümanlarla yaklaşılan hemen her konuda sergileniyor. Fakat bu kıyası yanlış bulsam bile diğer tarafın meselelere salt haram noktasından bakmasını da yanlış buluyorum. Yukarıda işaret ettiğim “sana ne?” deme hakkından ötürü. Noel kutlamaları konusu da bundan muaf değil.

İlkin şuna açıklık getirelim. Bu Noel kutlaması değil ki, yeni yıl kutlaması. Hadi ya? İyi de ben de iyi temennilerle, heyecanla, güzel beklentilerle karşılıyorum yeni yılı ve sevdiklerimin de yeni yılını kutluyorum. Hatta yeni yıla beraber girelim diye bütün sevdiklerimi toparlayıp, muhabbet içinde bir yemek yiyerek de karşılayabilirim. Hatta sevdiklerime yeni yıla dair güzel hediyeler de alabilirim. Bunların hepsi güzel şey. “Aman efendim işte takvim de miladi.” Mevcutta resmen onu kullanıyor muyum arkadaşım? Kullanıyorum. (Bu takvim ayrıca Hristiyan aleminin değil. Geleceğim oraya.) Öyleyse bu kadar kasmaya gerek yok. Peki o zaman bu kutlama ne zaman Noel’e ya da Noel’in devamına dönüşüyor? Hristiyanların dini ritüellerini, geleneklerini, dini ve geleneksel sembollerini birebir alıp, kutsadığım zaman. İşte o zaman, bütün Hristiyan alemi ile birlikte bir tür ayinin uzantısını o gece çılgınlar gibi eğlenerek sonlandırıyorum. Eğlendiğim şeyin ana teması İsa’nın doğumunun(!) hitamı oluyor. Kırk gün kırk gece hesabı. Tek fark bu birkaç hafta önceden başlıyor ve yılbaşı gecesi son buluyor. (Çünkü Hristiyan Batı bunu bu NİYETLE yapıyor.) Sana Hristiyan Batı kendi matrixini kanıksattırıyor (çünkü bu ritüellerin ve tarihlerin de çoğu ezber, yanlış) ambalajlayıp, dünya çapında kolektif bir şuuru ya da sürü psikolojisini başarıyla elde etmiş oluyor. O kolektif şuurdur işte, bugün milli meselelerde ayrıksı otlar gibi itirazlarını sıralayan. Sana ait değil çünkü bu oluşmuş şuur. Millet tanımına da ait değil. (Ümmet demeyeceğim, çünkü bu da dini argüman, zaten buna da itiraz var. Ve bu kesim ümmete itiraz etse de millet olmaya sözde itiraz etmiyor.) Birey bu şuuru benimseye benimseye bir gün geldiği noktada özüne yabancılaşıyor, gelişimi, değişimi, ilerlemeyi de sadece bu öze aykırı hareket etme noktasından değerlendiriyor. Bu öz onun matrixi ya da kabuğu haline geliyor. Bir daha da kolay kolay çıkamıyor. Diğer tarafın kabukları, hurafeleri, özündeki yanlışlar ve ezberler ile aslında bunların hiçbir farkı yok teoride. Pratik farklı sadece. İki tarafın da birleştiği yer son derece kabuk meraklısı olmaları ve kesinlikle o kabuğu aşmaya yanaşmamaları. “Yahu kutla da bu Noel Baba ne” dediğinde asla bu küçücük eleştiriyi bile duymaya tahammül etmemeleri ve delirmiş gibi tepki vermeleri bundan. Bu daha uzun anlatılmalı ama hadi kısaca geçeyim. Noel Baba buz gibi Hristiyan sembolüdür güzel kardeşim. Yine de sen bilirsin. Dediğin gibi sana ne? Ya da bana ne?

Şahsiyet kazanma arzusuyla hakikat arayışına giren bir insanın yolculuğu çok meşakkatlidir. Çok sert kayalara, aşılmaz gibi görünen yüksek duvarlara, kullanılmaya kullanılmaya pas tutmuş açılmaz gibi görünen kabuklara çarpar. Bunların çoğu da kendi bünyesindedir. Her aşılan kaya, duvar, kabuk onu yeni bir soruya taşır, o soru onu yeni bir kaya, duvar, kabuğa yönlendirir. Ta ki en sonunda bu sorulara bulduğu hakikatli cevaplarla özüne ulaşabilsin. Bu öze ulaşan ya da ulaşma arzusunda (çünkü ulaşanlar çok azdır) olan birinin taklitçilikle, sürü psikolojisiyle pek işi olmaz. Hatta bu tür eğilimlere bir parça tiksinerek bakmaya başlar. Öz arzusu onu özgünlüğe taşır ve kendi özgün değerlerine ulaşır. Kutlamaları bile bu çerçevededir. Sınıfıma ya da o sınıfın bağlı olduğu daha büyük sınıflara yaranacağım diye ezberlerini yirmi dört saat terennüm edip, sürü psikolojisiyle hareket edip komik duruma düşmez. Hayata kattığı bir anlam, değer, büyük bir ağırlık vardır. İşte bu ağırlık “varlık”tır. Bu varlığı taşımak çok ağırdır. Sonu izolasyon, soyutlanma, dışlanma vesaireye kadar gider fakat aradan bin yıl geçse bile hala adı anılanlar ve bundan bin yıl sonrada anılacak olanlar bu varlığı ve o varlığın ağırlığını yakalamış insanlardır. Çünkü evren de bir tek şeye önem verir; varlığa ve bu varlığı kendinden bir parça saydığı andan itibaren bir tür vazife gereği onu nesilden nesile aktarır. Çünkü bu varlığa sadece insan değil (hatta belki insan en son saygı duyanlardandır) kainattaki bütün diğer varlıklar da büyük oranda saygı duyar. Bu varlığa erişmenin yolu da insanın “şahsiyet” kazanmasıyla mümkün olur.

Şahsiyetine kavuşmuş bir insana “haram” noktasından yaklaşmak mümkün olmadığı gibi bu yaklaşım zaten çok spesifik kalır.

Yeni bir yılı kutlamanın neresi haram? Değil. Fakat bu kutlamaya şahsiyetini ve öz’günlüğünü katman senin sorunun. Bunu yapıp yapmamak da elbette yine bizim sorunumuz değil. Kendi sorunun. “İşte, efendim, kendin söyledin Hristiyanlar Noel’i kutluyor ardından İsa’nın doğumunu yeni yıl kutlamalarıyla hitama erdiriyor dedin, o zaman bu kutlama ne? Biz de bunu diyoruz. Miladi takvimi kutlamıyoruz.” O da senin tasarrufun. Ona da saygı duyarım. Fakat bu da ezber, bu da yanlış. Ayrıca bilime ve akla da ters. Ameller niyetlere göredir bu bir. İkincisi Miladi takvim, tarihte kullanılan bir sürü takvimin uluslararası ticarette, ilişkilerde sıkıntılara yol açması ve en pratik takvim olduğu için dünyaca kabul görmüş bir takvimdir. Bunu sonradan Hristiyan alemi İsa’nın doğumuna uyarlamıştır, onu bilmem. İsa o tarihte doğmadı ki. Noel’de çok eski bir pagan adeti zaten. Yukarıda bahsettim, Hristiyan aleminin mitlerinden, hurafelerinden bunlar. Dünyaya pazarlamalarından bana ne? O ritüelleri yapmam, sembolleri kullanmam biter. Onlar böyle pratik bir takvimi uyanıklık edip, İsa’nın doğumuna denk getirdi diye bu takvimi kullanmayalım mı yani?

Çünkü bu takvimi (güneş sistemini esas alan Miladi takvimi yani) ilk Mısırlılar kullanmıştır. Sonra MS. 46’da Roma İmparatorluğu benimsemiştir. ( O dönem henüz pagan Roma, ya da her dine kucak açıyor diyelim ama çoğunlukla pagan.) Hristiyan aleminin kullanıma geçmesi 1582. (Tabi bazı düzeltmelerle.) 1752’de yine bazı düzeltmelerle 11 ülke daha bu takvimi kullanmaya geçmiştir. (O dönem bu takvim sıkıntıları tamamen ticari ve tarımsal kaygılarla ilgili, ay takvimi çeşitli sıkıntılara yol açıyor.) Osmanlı ise dünyanın yaşadığı bu takvim değişiminden sonra bazı ticari ve diplomatik sıkıntılara düşmüş, en çok da ticari kaygılarla önce Hicri Takvim’den Mali Takvim’e geçmiş, sonra da Cumhuriyet Dönemi’nde Miladi Takvim’e geçilmiştir.

Bu takvimlerin kullanılmasına derin anlamların, hurafelerin, mitlerin, Noel Babaların, pagan adetlerinin ilavesi çok sonraki meselelerdir. Eski Mısırlılar Nil’in hareketlerine (taşma, yükselme), Güneş’in doğup batmasına göre takvim oluştururken sanırım bunları düşünmemiştir. Onlar daha bilimsel ve çok daha rasyonel yaklaşıyorlardı meselelere. Temel mesele karın doyurmadır, bu da tarımla mümkündür o dönem. Bu da Nil’in hareketlerine bağlıdır. Bu takvimlerin ortaya çıkışında temel espri budur ve bu kadar basit nedenlerdir. Sonraki dönemlerde de ticari ve diplomatik ilişkiler küreselleşen dünyayı en makul takvimde birleştirmiştir.

Bunu bu kadar abartmanın, paganist ve uydurma ayinlere dönüştürmenin ya da kabuğundan hala çıkamamış, hakikatten uzak Hristiyan aleminin pagan inançlarının sadık taklitçileri olmanın bir gereği yoktur. Kutla yahu, yine kutla. Ama niye ille de Noel Baba. Bir sor sadece. Fakat yine de dediğim gibi siz bilirsiniz. Bana ne?

Herkesin yeni yılını bu vesileyle kutlar, 2018’in Türkiye’nin kalkınma ve şahlanmasına, tüm İslam aleminin birlik ve huzuruna vesile olmasını Yüce Allah’tan dilerim.