7 Haziran’ı hepiniz hatırlarsınız. Yüzde 41 oyla 258 milletvekili çıkaran AK Parti hezimete uğramış, oyunu bile arttıramamış CHP ile kısmi artış gösteren MHP ve silahların gölgesinde oy devşiren HDP zafer kazanmış gibi bir atmosfere esir edilmişti ülke.
Herkes ortada bir hezimet ya da zafer olmadığını biliyor lakin “karanlık planın” işleyişini kolaylaştırmak için yaratılmak istenen atmosfere esir ediliyordu toplum.
Çok geçmeden seçim sonuçlarının tersten okunmasının sebebi anlaşıldı.
Küresel akıl, 2002’den 2014’e kadar müdahale edemediği, 28 Ağustos 2014’ten 5 Mayıs 2016’ya kadar kısmi müdahalelerde bulunabildiği ülke yönetimine “istikşafi” bir zemin üzerinden kurgulamaya çalıştığı “koalisyonla” doğrudan müdahale edebilmenin yollarını arıyordu. Bunun için de seçimin galibi olan AK Parti’yi hezimete uğramış psikolojisine iterek, esir almaya yönelik bir algı bombardımanı başlatmıştı. Buna seçimden 3 gün sonra dönemin AK Parti Genel Başkanı ve Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun katıldığı bir televizyon programında “Halk Başkanlığa geçit vermedi” ifadeleri eklenince, 7 Haziran seçim sonuçlarına yönelik ters okuma operasyonunun nerelere uzandığını anlamak zor değildi.
Seçim propaganda sürecindeki söylem ve eylemlerinde Başkanlık Sistemi’ni geri planda tutmayı tercih etmiş birinin, “bilhassa PKK ile yeni bir masa kurma hevesinin, FETÖ ile mücadele yerine müzakere arayışlarına dair söylemlerin, Küresel Sistemin saldırıları karşısındaki sükutun” cezalandırması olan seçim sonuçlarını, “Halkın Başkanlık Sistemi’ne geçit vermemesi” diye okuması, Türkiye’nin 50 yıla yakın zamandır şiddetle ihtiyaç duyduğu sistemsel değişim arzu ve iradesini yeniden rafa kaldırma hevesinden başka bir şey değildi.
Kimse küsüp darılmasın. Tek meziyeti hakaret ve küfür olan, fitne yaftalaması konusunda sicili kabarık kim varsa referandum süreci başladığından bu yana Davutoğlu’nun sergilediği tavrı tahlil etsin. Her şey ayan beyan ortada. Adeta yarım kalmış hesap görme eğiliminde beyefendi.
Nihayet Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti içerisinde Erdoğan’ın “iyi refiği” olan bir grubun çabalarıyla küreselcilerin “koalisyon” planı çöktü. 1 Kasım’da sandık yeniden milletin önüne gittiğinde, millet yönetimde istikrarı ve güveni tercih ederek AK Parti’yi tek başına iktidar yapmakta tereddüt bile etmedi.
7 Haziran gibi 1 Kasım sonuçlarını da doğru okumayı başaramayan Ahmet Davutoğlu, “batılı refikleri”nin Erdoğan’a yönelik ölçüsüz saldırılarına karşı suskunluğunu sürdürmekle kalmayıp hükümeti de onların dayatmalarına teslim ediyordu. Mesela vize serbestiyeti konusunda “batılı refiklerinin” terörle mücadele kanunundaki değişiklik talebini de içeren ve koalisyon dönemlerinde IMF kredileri için sunulan ön şartlara benzer şartlara bile boyun eğiyordu.
Küresel sistemin kendini yenilemek için yanı başımızda açtığı “çukura” Türkiye’yi “stratejik” hamlelerle ittiği yetmiyormuş gibi; Türkiye’nin bu çukurdan çıkmak için geliştireceği refleksleri kıran Batı’nın elini de güçlendiriyordu.
Ekibinin, bir hevesten çok öteye gidip eyleme dökülmeye başlayan “Erdoğansız bir AK Parti ve Türkiye girişimlerine” bile tahammül edilirken, bardağı taşıran Batı ile teslimiyet kokan ilişkileri oldu.
Nihayet 4 Mayıs 2016 günü AK Parti MKYK’sında başlayan ve 5 Mayıs günü onun, "4 yıllık sürenin daha kısa sürmesi benim tercihim değildir. Zarurettir" ifadeleriyle açığa çıkan süreç, 22 Mayıs 2016 tarihli istifasıyla tamamlanıyordu.
Bu aynı zamanda Küresel aklın ülke yönetimine 2 yıl süren “kısmi müdahale” döneminin de sona ermesi anlamına geliyordu. ERDOĞAN’ın, gözlerinin içine baka baka “Dünyanın daha büyük olduğunu” söylediği 5’linin kolu kanadı yine kırılmıştı. Üstelik 22 Mayıs’da AK Parti Genel Başkanlığı’na seçilen İzmir Milletvekili Binali Yıldırım’ın hükümeti kurmakla görevlendirildiği 24 Mayıs 2016’da başlayan yeni dönem, küresel aklın ülkeyi dizayn araçlarından biri olan terör örgütü PKK ve devletin kılcalları arasında fink atan FETÖ’nün tasfiyesi açısından da Nirvana yapıyordu.
PKK’nın şehirlerde açtığı hendeklere, ilan ettiği özyönetimlere gömüldüğü bir dönemde, FETÖ’nün TSK yapılanmasına ölümcül darbe indirilmesine ramak kala küresel akıl başını 15 Temmuz gecesi kaldırıyordu can havliyle.
Öyle bir geceydi ki; Ölümü öldürenlerin şehadete yürüdüğü, Kahraman bekleyen yığınların kahramanlaştığı bir geceydi… Müslümanlıkla yoğrulmuş topraklara çöken karanlığın, “YILDIZ”larca aydınlatıldığı bir geceydi. “Ekmeksiz susuz yaşarım ama vatansız yaşayamam” diyenlerin, tıpkı Çanakkale’de, Kut’ül Amare’de olduğu gibi; imanla imkana karşı koyduğu geceydi.
Asker üniformalı Fetullahçı teröristlerin, Ankara ve İstanbul’da yoğunlaşan ve Cumhurbaşkanı ve Başkomutan ERDOĞAN’ın çağrısı üzerine ülkenin dört bir yanındaki vatandaşların sokağa dökülmesiyle bastırılan o geceki darbe ve işgal girişiminin, 4 Mayıs 2016 günü başlayıp 22 Mayıs’ta tamamlanan sürecin, bozulan büyük oyunun intikamı olduğunu söylemekte hiçbir beis görmüyorum.
Zira 28 Ağustos 2014’ten 4 Mayıs 2016’ya kadar geçen süreç, deyim yerindeyse küresel aklın da yer aldığı bir koalisyon görüntüsüne müzaviydi.
Hiç şüphe yok ki 16 Nisan’da sandıkta oylayacağımız şey tam da bu. Küresel aklın bu ülke yönetimine müdahalesinin önünü tıkayacak, sızıntılara bile fırsat vermeyecek Türk devlet ve toplum geleneğiyle birebir örtüşen yeni hükümet sistemi.
O yüzden küresel aklın bütün taşeronları aynı safta HAYIR diye yırtınıyor.
O yüzden FETÖ, PKK, DHKP-C, DAEŞ, CHP üzerinden meşruiyet zemini oluşturulan safın aktörleri.
Küresel akıl taşeronu en alçak ihanetin açtığı savaşta, cihad meydanının pehlivanlarla dolup taştığı 15 Temmuz gecesi başaramadıklarını 16 Nisan’da başarma peşindeler.
Dünyada bir eşi bulunmayan, tarihin benzeteceği bir özdeşi olmayan o şanlı gecede şehit düşenlerin kanı üzerinde tepinmek, gazilerin acısına acı katmak için sabırsızlanıyorlar.
Peki göz mü yumacağız, fırsat mı vereceğiz, 15 Temmuz gecesi şehitlerin canını vererek sahip çıktığı bu vatanın bekası için bir mührü mü sakınacağız?
Asla! O geceyi unutursak yüreğimiz, bu görevden kaçarsak elimiz kurusun.