Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yeni Türkiye’nin inşasının “yerlilik” ve “millilik” zeminine oturması gerektiğine dair mesajlar verdiğinde, bu işin konsolidasyonunun AK Parti ve MHP arasında oluşturulması gereken zımni bir koalisyonu kaçınılmaz kıldığını 2 yıla yakın zaman önce söylemiştim.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, 16 Nisan Referandumunun kilidini açan, “Teklif Meclis’e gelirse milletin önüne gitmesi için gereken katkıyı sağlayacakları” mealindeki açıklaması sonrasında da AK Parti ve MHP arasında bir “işbirliği” atmosferi için benzer yazılar yazmış, sosyal medyadan paylaşımlarda bulunmuştum.
Peki AK Parti ile MHP’nin konsolide edeceği bir süreçle Yeni Türkiye’nin inşası kolay mı? Katiyen kolay değil. İsmini sayma gereği bile duymadığım örgütlerle vesayet bloğunun tüm hücrelerini uyandıracak bir atmosfer bu…
Takip edenler hatırlayacaktır; “Yerli ve Milli kavramlarına karşılık gelecek Yeni Türkiye’nin inşa sürecinin, AK Parti ile MHP arasında bir işbirliğine muhtaç olmakla birlikte, MHP’nin bu sürecin aktörlerinden biri olmasını sindiremeyecek kesimlerin varlığına” sık sık dikkat çektim.
Gerek bürokrasideki gerekse AK Parti içindeki kimi unsurların, bu işbirliğini sabote edebilecek hamlelerde bulunacağı noktasında çokça uyarılarım oldu.
Doğrudur; FETÖ, taşeronluğunu yaptığı küresel sistem ve onu besleyen askeri ve bürokratik oligarşinin egemenlik alanını daraltacak ve kökten tasfiye edecek Yeni Türkiye ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin inşasını akamete uğratmak için uyuyan hücrelerini hareketlendirecek, 16 Nisan’da sandığın milletin önüne gelmesini engelleyici atraksiyonlar sergileyecektir.
Bu noktada, yüksek bürokrasideki, yargı ve emniyetteki mensupları eliyle bilhassa MHP ile AK Parti arasındaki “işbirliğini” sabote etmek için MHP’ye yakın bürokratlar ve kamu çalışanlarının tasfiyesi, açığa alınması ve ihracı bunların işareti de sayılabilir. Ve dahi Emniyet ve Silahlı Kuvvetler’deki uyuyan hücreleri marifetiyle 15 Temmuz benzeri bir kalkışmaya yeltenme olasılığı bile göz ardı edilmemeli. Ancak 16 Nisan’a kadar geçecek süreçte tek tehdit FETÖ ve unsurları mı derseniz asla değil.
AK Parti ve MHP arasındaki sistemsel değişim ve Yeni Türkiye’nin inşasına dayanan işbirliği, bu sürecin en çok rahatsız ettiği PKK yandaşlarını da hareketlendirecektir, hareketlendiriyor da.
Hep uyardık, biz uyardıkça faşistlikle suçlandık, lakin bu suçlamalar, AK Parti içinde, PKK’nın hendeklerle ve yer altına döşenmiş patlayıcılarla “özyönetim” naraları attığı bir dönemde, “özyönetimin tartışılabileceğini ancak yönteminin bu olmadığını” söyleyenlerin varlığını ortadan kaldırmadı. İşte o tayfa, bugün MHP ile AK Parti arasındaki işbirliğinden öyle rahatsız ki; PKK ile ilişkisi tespit edilip açığa alınan binlerce kişiyi tekrar eğitim sistemine sokturmayı başarıp, MHP tabanında inanılmaz bir kırılmaya imza attılar. Aynı şekilde; çıkarılan KHK’larda PKK ile ilişkili kamu personelinin yer almaması için deyim yerindeyse bakanlıkların kapılarında yattılar ve sonuç da aldılar.
MHP etiketi kullanıp ülkücü tabanı HAYIR için yönlendirmeye çalışan Meral Akşener ve taifesinin eline koz verdiler.
İslamcılık kılıfında açık ve aleni bölücülük yapanlar, açık ve aleni bir şekilde devleti katil olmakla suçlayıp, “100 yıldır Devlet Kürt çocuklarını öldürüyor” diyenleri, “Türk milliyetçiliği yapanlara ses edilmiyorsa Kürt milliyetçiliği yapanlara da ses edilemez” anlamına gelecek ifadelerle savundular. Önlerine PKK ile aynı dili kullanan söylem ve eylemleri konulduğunda, “Ama dindar” diyebildiler.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi; gerek KHK’larla gerekse açığa alma kararları ile listelere “ülkücü” kimliğinden başka kimliği olmayanları doldurup, AK Parti ile MHP arasındaki işbirliğinin “tabanına” dinamit yerleştirdiler.
Bu Emniyette, yargıda, Milli Eğitim’de hülasa hemen yer yerde böyle oldu, olmaya da devam ediyor.
Var olan birliğin köküne dinamit koyup AK Parti ile MHP işbirliğini tarumar etmeye çalışanlar biz tehlikeye dikkat çekmek ve müdahale edilmesine katkı sağlamak için bunları yazınca da bizleri suçlamaktan geri durmadılar, durmayacaklar da.
Ancak ne var ki; Türkiye’nin olmak ya da olmamak seçimi diyebileceğimiz 16 Nisan referandumu için önümüzde 40 küsur gün var sadece.
Bütün bu saydığım çarpıklıklar düzeltilebilir.
İki parti arasındaki işbirliğini dinamitleyen eller kırıldığında, MHP Genel Merkezi’nde kayda geçirilen bugüne kadarki mağduriyetler ivedi kararlarla giderildiğinde, korunup kollanan PKK’lıların kamudan tasfiyesi için güçlü bir irade sergilendiğinde referandum için bütün endişelerin ortadan kalkacağından zerre şüphem yok.
Ama bütün bunlara seyirci kalınırsa 16 Nisan günü telaffuzu bile derin bir endişeye sevk eden muhtemel hüsranda tek sorumlu bütün bu işlere seyirci kalanlar olacaktır.