2002 ruhu söylemiyle, yakın geçmişte Küresel sistemin değirmenine su taşıyarak, AK Parti’nin temel misyonuna ihanet etmiş isimlere itibar kazandırılmak istendiği malum.
Hatta bu isimlerin, AK Parti’de yeniden etkin ve yetkin olması için medya ayağının oluşturulması yönünde KARAR alındığı da biliniyor.
Ortadoğu denkleminde Türkiye’nin etkisini kırmaya dair politikaların, bu kesim üzerinden yürütülmek istendiğini söylemekte hiçbir beis görmeyeceğimiz gelişmelere tanıklık ediyoruz.
Mesela Ortadoğu’daki denklemin yeni öznesi Kürt grupların elini güçlendirecek ve Türkiye’yi denklemin dışına itecek planın ilk ayağı PKK’nın meşrulaştırılması. Meşrulaştırılacak PKK’nın sınır ötesindeki terör gruplarıyla birleştirilmesi de planın ikinci ayağı. Bu iki ayağı işler kılabilmek için yapılması gerekense, devleti PKK ile yeni bir masaya oturtmak.
PKK’nın siyasi kanadının bu yöndeki son dönem çıkışlarını biliyoruz. Kandil’in de bu minvalde talepleri sık sık medyaya yansıyor.
Ortadoğu’daki yeni denklemin ana aktörlerinden ABD yeni bir müzakere süreci arzusu en yetkili ağızlardan dillendirildi.
Bütün bunları PKK’nın doğrudan ya da dolaylı müttefiklerinin, son terör operasyonlarıyla tükenme noktasına gelen örgüte nefes aldırmak için başvurduğu bir yol olarak değerlendirmek fotoğrafın bütününü görmemizi engeller. Çünkü bu madalyonun bir yüzü sadece.
Madalyonun diğer yüzünü görmek için AK Parti’yi “Erdoğansız” bir zemine taşıma arzusunun da adı olan 2002 ruhuna çekme misyonunda KARAR kılanların duruşunu irdelemeliyiz.
Mesela Etyen Mahcupyan…
Yazı dizisi halinde çözüm süreci güzellemeleri kaleme aldı. Bir önceki süreçte kendince belirlediği hataları ortaya koydu. Birkaç gün süren yazılardan anladığımız en temel hata “devletin silah bırakmamasıymış” meğer.
Vahdettin İnce de aynı çerçevede yazılar yazdı. O da yeni bir süreç başlaması gerektiği noktasında kararlıydı.
Bülent Arınç’ın, “yeni bir süreç başlatmanın tam zamanı” çıkışını bu yazılardan bağımsız düşünmek imkansız.
Bütün bunlar, kapalı kapılar arkasında yol haritası bile belirlenmiş ve siyasi iradeyi ikna etmek için yerel ve dış dinamiklerin devreye sokulduğu çözüm sürecinin imaj çalışmalarıydı.
Ne var ki; topluma zerk edilmek istenen yeni bir süreç hevesi, beklemedikleri bir bariyere çarptı. Siyasetten önce medyada, bizim de içinde bulunduğumuz kesimde, itirazlar yüksek sesle dillendirildi.
Bizlerin bu yöndeki itirazlarını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Nisan 2016 günü Kızılay Genel Kurulu’nda dillendirdi. Erdoğan, “Müzakere edilecek de görüşülecek de bir konu yok” derken, devamında dile getirdiği şu sözlerle çözüm süreci rüyasına yatanların kabusu oluyordu: "Terör örgütü yöneticileri ve onların güdümünde hareket edenler zaman zaman müzakere, görüşme, çözüm gibi laflar ediyorlar. Ortada müzakere edilecek de görüşülecek de bir konu yoktur. Ya teslim olup adaletin haklarında verecekleri karara razı olacaklar ya da kıstırıldıkları deliklerde birer birer etkisiz hale getirilecektir."
Hevesleri kursaklarında kalanlar, Erdoğan’ın bu çıkışını tetikleyenler itibarsızlaştırılmadan, medya ve sosyal medyadan silinmeden yeni bir rüya göremeyeceklerini anlamışlardı.
Bu bilinçle, bizlerin de içinde olduğu kesimi itibarsızlaştırmak, sosyal medya ve medya etkisini kırmak için FİTNE diye bir algı oluşturdular. Üstelik AK Parti içine fitnenin en büyüğünü sokarak.
Onların kabul etmediği, küresel sistem ve yerel taşeronlarıyla uzlaşmadan çözüm sürecine ve hatta gündelik politik hamlelere dair eleştirilere varıncaya kadar yükselen her karşı ses fitne diye yaftalandı.
Dünkü yazımda da aktardığım gibi; yakılan bu ateşe Aydın Doğan medyası kalemleri bile bidon bidon benzinle koşuştu, o ateşin gölgesine üşüştü.
Ama en çok da Erdoğansız bir AK Parti ve Türkiye projesinde KARAR kılanların operasyon medyası dahil oldu bu polemiklere.
Otoritesizlikten terör örgütlerinin eline geçen yanı başımızdaki petrol kuyularından hortum bağlamışçasına benzin döktüler fitne ateşine.
Hangi OCAKTAN beslendikleri şimdi daha aşikar bir hal alan bu kesim, Türkiye’yi dizayn etme hevesini, “AK Partiyi dizayn etmek gibi pis bir fitnecilik mesleği” söylemleriyle gizlemeye çalıştılar.
Sosyal medya trollerinin jargonunu köşelerine taşıyan bu küstah güruh, kirli planları karşısında blokaj uygulayanları da “medya trolcülüğü” yapmakla suçladı.
“Ar damarları çatlamışçasına”, insanların gözünün içine baka baka yalan söyleyen, her fırsatta ERDOĞAN’a hem de ailesi üzerinden saldırmayı marifet bilen bu tayfa, her türlü hakareti sıraladıkları yazılarında seviye hatırlatması yapacak kadar da edepsizleşti.
Eminim son birkaç gündür yaşananlar karşısında başları ellerinin arasında düşünüyorlar.
Bir kabusla uyandıkları rüyadan bir karabasan gibi çöken anlara savruluyorlar.
Ama artık çok geç…
Siyaset eliyle dizayn etmek istedikleri medyadan, muhtemeldir ki cumhur eliyle tasfiye olacaklar.
Çünkü cumhur için ölçü, reisinin iki dudağı arasından çıkacak söz. Bunlar hem o sözü hem de o sözü referans alanları susturma projesinin taşeronluğuna soyundukları gün bittiler cumhur nezdinde.
Bize düşense, bu taşeronlar ve taşeronluğunu yaptıkları merkezlerin tükenişini hep birlikte keyifle izlemek…